O akşam üzeri neredeyse sıkıntısız geçti. Annemde babamda üniversite okuduğu için öğretmenlerin puan konusunda nasıl davrandıklarını biliyorlardı, bu yüzden notlarım hakkında pek olumsuz bir şey söylemediler. Yine de sanki yeni doğmuş bir bebeği tutmaya korkar gibi, benimle konuşurken kelimeleri çok dikkatli seçiyorlardı. Ya da düzelteyim, sanki intihar etmişimde kendilerini suçluyorlarmış gibi. Justin'le yaşadıklarımı onlar benden daha çok atlatamamış gibilerdi. O kadar dikkatli konuşup davranıyorlardı ki aynı şeyleri Eric'e tembih ettiklerini belli ediyordu. Akşam yemeği bu açıdan benim için ne kadar garip geçse de, eski günlerdeki gibi babamla yan yana oturup hokey maçı izlemek beni neşelendirdi.
"Hadi! Ah lanet olsun."
"Hey, laflarına dikkat et Beneditch." annemin mutfaktan sesini yükseltmesini babam sessizlikle cevapladı.
"Bu maç böyle bitmez, daha 14 dakika var."
"Evet, geçen ki maçı izledin mi? Son dakika gölünü."
Kafamı evet manasında salladım, babam hala hokey izliyor olmamdan memnundu sanırım.
"Kampüste kimse hokey izlemiyor. NBA ya da Beyzbol izliyorlar."
"Ha" diye bir gülme sesi çıkardı babam, daha çok kıkırdamaya benziyordu.
"Chicago'lu olmadıkları içindir." diye beni cevapladı ve ekrana döndü. Televizyonun üzerinde hala balo resmim vardı, beyaz elbisemi aldığım günü hatırlıyordum. Annem ve Marcelyn'le beraber almıştık. Marcelyn çok güzel deyip sevinç çığlıkları atarken, annem de "Sence de biraz büyük kadın elbisesi gibi değil mi? Bu mavi elbise sana çok yakışırdı!" deyip bana daha renkli kıyafetler giydirmeye çalışıyordu. Ama işe yaramamıştı, elbisenin resmini Justin'e atıp da 'hemen al' cevabını görünce fikrimi değiştirmem mümkün değildi. Ne yazık, beni o elbisenin içinde hiç görememişti. Asla da göremeyecekti.
"Çok güzeldin." deyince annem, resme daldığımı fark etmiş olsa gerek diye düşündüm. Kırık bir tebessüm ettim, çünkü annemin devam edeceğini biliyordum.
"Gerçekten, o gün küçük Cancide'imin büyük bir kadın olduğunu gördüm. Ama sana bakınca hala benden gizlice kedi maması yiyen küçük esmer kızı anımsıyorum." gözlerimi büyütüp sırıtarak "Anne!" dedim. Bu çocukluğuma dair utanç verici bir detaydı, ayrıca öyle çok da yememiştim. İki yıl sonra bırakmıştım. Babam yüzünü bana dönüp "Beni arayıp ne zaman eve geleceğimizi sorduğunda onları yediğinden emin olurdum." dedi ve ardından sesli güldü. Annemde babama katılıp sonrasında yanıma oturdu ve bu şekilde, gece yarısına kadar oturup sohbet ettik.
Sırtımın rahatsız otobüs koltukları yüzünden ağrısını hissetmeye başlayınca, artık odama çıkmam gerektiğini fark ettim. Babamda esnemeye başlamış, Eric çoktan odasına çıkmıştı. Ben çıktıktan 5 dakika sonra televizyonun sesi kesildi ve kapımın altından ışıkların kesildiğini gördüm. Ne kadar yorgun olsamda, henüz Justin'le uyuduğum yatakta uyumaya kendimi hazır hissetmiyordum. Gece beraber uyuduğumuz, sabah ise birden bire ortadan kaybolduğu huzurlu geceler. Keşke şimdi onsuz uyusam ve sabah kalktığımda yanımda olsaydı. 10 dakikanın ardından bunun imkansız olduğuna kendimi ikna ettim ve ayın ışığının yeterli olacağını düşünerek çekmeceden resmimizi çıkardım. Sadece bir yıl öncesiydi. Bir yıl önce gözlerimin içi gülerken şimdi bakan kişi, derinlerde bir yerde cam kırıklarına rastlayabiliyordu. Bu kırıkların sebebi Justin'di ve ben şuan bile, onu bulmaya çalışmamakla tembellik ediyordum. Evet, neden bekliyordum ki? Bu deli fikirle hemen ayağa kalktım ve kapımı yavaşça açıp, adımlarımı parmak ucunda atarak salonun camını açmak için içim aşağı kata indim. Böylece kolaylıkla içeri girebilecektim. Onu da olabildiğince hızlı, ama bi o kadar da temkinli yaptıktan sonra yukarı çıkıp dolabımı açtım. O garip sesleri çıkartıp babamları uyandırmaması için acele etmiyordum ama yaptığım her şeyi olabildiğince çabuk yapmaya çalışıyordum. Yaz gecesi olsa bile hava serindi, bu yüzden siyah taytımın üzerine uzun kollu, ince, siyah tişörtümü geçirdim. Tamamen siyah giyindiğimi fark edince tam bir casus olduğumu düşündüm ve bununla bile Justin'li fantezi kurduktan sonra çalışma masamdaki el fenerini çantama attım ve pencereyi açtım. Bu anda biraz hayal kırıklığı yaşadım çünkü ev iki katlıydı ve benim odam ikinci kattaydı. Justin nasıl her gece buraya tırmanmıştı? Bir an aşağı kapıdan inme fikrini tekrar gözden geçirsem de daha yatağa gireli 5 dakika olduğu için beni duyacaklarından emindim. Bir yol vardı ve bende onu yapmak için su borusuna elimi attım ve sağlamlığını kontrol ettim. Eğer ona tutunarak biraz mesafe kat edebilirsem salonun camına ayağımı değdirebilir, o mesafeden de kolaylıkla yere atlayabilirdim. Bu planıma kendi aklım bile ermese de, gecenin bu saatinde evini basmak da çok akıllıca değildi sonuçta. Çantamı omzuma sıkıca geçirdim ve düşmediğinden emin olmak için, sıkma yerlerinden sarkan ipleri birbirleriyle bağladım. İlk önce sağ elimle boruyu tuttum, sonra sağ ayağımı pencereye çıkardım ve sol elimle de boruyu tutunca sağ ayağımı borunun sağ tarafından kalan duvara attım. Artık geri dönüş yok gibi görünüyordu. Sol ayağımı da borunun sol tarafına attıktan sonra boruyu bırakmadan, milimetrik adımlarla ilerledim. Belli bir süre sonra pencerenin çıkıntısını ayaklarımda hissettim ve boruyu bırakmadan, o çıkıntıya ellerimle ulaşana kadar devam ettim ve ellerimle çıkıntıyı hissedince ayaklarımı serbest bıraktım. Dizlerim bükülerek çimlere düşerken bir kaç saniye durdum ve olağanüstü bir ses duymayı bekledim, ama kimseden ses çıkmadı. Yani ne düşmem ne de planımın ilk kısmı başarısızdı. Salondaki cama göz attıktan sonra hızlı adımlarla Justin'in mahallesine ilerlemeye başladım. Otuz saniyede bir arkama baksam da her adımda sanki gölgem gibi, birinin beni takip ettiğini hissediyordum. Sanki gölgesini görüyor, nefes alış verişini hissediyordum ama kafamı çevirdiğimde kimse orada değildi. Bu paranoyak düşüncelerimle yoluma devam ettim. Justin'in evi bizim eve çok uzak değildi ama yine de yürüyerek gitmeyi göze alabileceğim bir mesafe değildi. Buna rağmen kafamdaki hesaba göre eğer yeterince hızlı adımlarla gidersem, 10 dakikada orada olabilirdim. Telefonumu saati kontrol etmek için cebimde aradım ama bulamadım. Harika! Pijamalarımı giymek için çıkardığım cepli kotumda kalmıştı. "Şimdi boku yedim." dedim ve adımlarımı daha telaşlı ve daha hızlı atarak Justin'in mahallesine ulaştım. Şuan tek dileğim bir grup erkeğe rastlamamaktı. Anahtarlarım neyse ki yanımdaydı, onları çıkardım ve her birini ayrı parmak arama geçirdim ve herhangi bir tehlikeye karşı hazır olduğuma kendimi kandırdım. Ama yanıldığımı Justin'in evine 3 ev kala bir bankta toplanmış 4 kişiyi görünce anladım. Onlarda beni görür görmez tahmin ettiğim sözleri söylediler. Sarhoşlar mıydı? Belki de uyuşturucu kullanmışlardı? Lanet olası Justin'e bu mahallede oturmanın mantıklı olmadığını söylemiştim.
"Hey bebeğim, bu saatte yalnız takılmak istediğine emin misin?"
"Seni koruyacak birine ihtiyacın var gibi duruyor." kafamı olabildiğince öne eğdim ve adımlarımı dahada hızlandırdım.
"Sana diyoruz, orospu! Fiyatını söyle."
Ayaklarımdan kafama kadar sinirle dolduğumu ve ellerimin sinirden titrediğini hissettim. Ben bu duyguları yaşarken birinin kolumu tutup beni çevirdiğini görmedim. 2 kişi kolumu tutup, beni diğer ikisinin yanına götürmeye çalışıyordu. Sağ kolumu tutan cılız adam, -büyük ihtimal 23 yaşında- "Paranın çözemeyeceği sorun yok güzelim, ama sanırım bu arkadaşların deneme kabinini kullanabilir ha?" dedi ve dördü ve ben ağlamaya başlarken tiksinç kahkaha attılar. Beni yolun karşısına sürüklerlerken konuşmayanın sinirlendiğini, bana attığı tokatla fark ettim. "Bir orospu için fazla hevessizsin dedi." ve beni daha kuvvetli çekmeye başladı. O an sanki birden bire biri belirdi ve çok konuşanı tek yumruğuyla yere serdi. Sanki nakavt olmuştu. Ben ona bakıp ağzımı sonuna kadar açmışken, beni kurtaranın kim olduğuna bakmak için kafamı kaldırır kaldırmaz bana tokat atan, sol kolumu tutan adam beni o kadar sert itti ki, bu beklemediğim hareketle yere düştüm ve kafamı direğe çarptım. Gözlerim, her açıp kapattığımda daha da yavaşlarken, o adamın üçüyle nasıl aynı anda kavga ettiği gördüğüm son şey oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senin İçin // JB
FanfictionNereden geliyor, bu arayış? En basit soruları bile cevaplayamazken hayatın sırrını çözme ihtiyacı? Neden burdayız? Ruh nedir? Neden rüya görürüz? Belki de hiç cevap aramasak daha iyi olur. Aramadan, arzulamadan yaşasak. Ama Candice öyle bir kız deği...