Hayatta hiçbir zaman kalabalık ruhlardan haz etmemiştim. İnsanın nasıl bir tane kalbi varsa,sadece bir tane de ruhu olmalıydı bana göre. Çoğu zaman bu düşüncemi analiz ederek aklımla kalbim arasında bir savaş başlamasına neden olurdum ve mağlup olan her seferinde uykuya düşkün olan bedenim olurdu. İkiz kardeşim ile ben birbirimizden fiziksel olarak çok benzemesek de ruhsal yönden gerçek bir ikizdik. Fikirlerimiz ve duygularımız genelde aynı yönde olurdu. Farklı özelliklerimiz olsa da ikimizin de tek ruhu vardı. Hayatlarımız rengarenk olsa da ruhlarımız karanlığın etrafını sarmış kendine yer edinmişti. Gökyüzündeki bilmem kaçıncı yıldızı sayarken, aklıma babaannemin biz küçükken iki ismin hangimize verileceği konusunda ne kadar kararsız kaldıklarını ve en sonunda babamın;
"Bu iki melek de hepimizin mucizesi ve cennet meyvesi."diyerek isimlerimizi koyduğu günü hatırlamıştım.
Ben babasının mücevheri olan Zeynep, babamın cennet meyvesi diye tanımlayan ama zaman geçtikçe yavaş yavaş kendini çürüten o meyveydim. Ben hastalıktım, ben ölümdüm, ben kendi kendini bitiren hastalıklı çürük bir meyveydim...