İnsanlar tuhaftı. Yalan, gerçek, yanlış, doğru ve bir parça da somutluktan ibaret olan bedenlerinin içinde hapsolmuş, kararsızdı.Oturduğu koltuktan kalkıp kapıya ilerledi. Ve kapının kolunu indirip çıkmasına engel olan cümleyi duydu.
"Unuturmuşum! Sen sırtında ağır bir yükten fazlası olmayan bu grubu unutur musun!"
Young Bae, ruhunun derinliklerinde param parça olan şeyin tiz çığlıklarını duydu. Un ufak olan gururu, yüzüne bir tokat gibi inen cümlenin karşısında kaçacak yer arıyordu. Korktu.
Bu evden hızla çıkmaya çalışırken elinden bırakmayı unuttuğu yarısı hala dolu olan içki bardağına baktı. Şans eseri kapının yanındaki "Bigbang" tablosuna değdi gözleri.
İçinde taşmak üzeri olan öfkeyi bastıramadı. Sıkıca tuttuğu ince camlı bardağı avcunun içinde sıkmaya başladı gelen ufak tefek çıtırtılara aldırmadan devam etti bunu yapmaya.
Kopan cam parçaları elini çoktan kesmeye başlamıştı. Bardak param parça olurken, Ji Young yardım etmek için koşar adımlarla Young Bae'ye yaklaştı. Içindeki suçluluk duygusunu ağır bir zift kokusu kaplamıştı.
Kesiklere bakmak için Bae'nin sol eline uyandığında, Young Bae sağ eliyle güçlü bir şekilde Ji Young'u Bigbang'in tablosunun bulunduğu duvarı boydan boya kaplayan çerçeveye itti. Ve hemen ardından, hala kanlar akan yumruk yaptığı sol elini Ji Young'un yüzünü teğet geçecek şekilde büyük cam çerçeveye indirdi.
"Bugünü, unutma." diye tısladı dişlerinin arasından. "Çünkü ben asla unutmayacağım."
Young Bae'nin çıktığı kapı büyük bir gürültü eşliğinde kapanırken Ji Young olduğu yere çöktü. Daha 10 dakika önce duvarda asılı olan koca cam çerçeve şimdi paramparça bir halde yerdeydi.
Yaslandığı duvara vurmaya başladı Ji Young kafasını. Bir, iki, üç... Ve devam etti. Her vuruşunda yüzü acıyla buruşuyor ama yine de durmuyordu.
Başı dönmeye ve dengesini kaybetmeye başladığında, kendini hemen yanı başına düşen grup resimlerinin üzerine bıraktı.Kalkmak istedi. Bacakları sanki ona düşman kesilmişti. Artık gözünden akan yaşları durdurmaya gücü yetmiyordu. Dizlerini karnına çekti yavaşça. Ve titreyen ellerini sardı uzun bacaklarına. Gözünü kapattı bir daha asla açmamayı planlayarak.
Telefonda gürleyen büyük Seung Hyun, Young Bae'ye belki de onuncu defa nerede olduğunu soruyordu. Onlardan ayrılalı sadece bir saat olmuştu ve gelen aramayı cevapladığında, duymayı en son tahmin ettiği şey Young Bae'nin ağlamaklı sesiydi.
"Hangi cehennemdesin Bae!" Ve gür ses tekrar telefonun diğer tarafında yankılandı. "Parkta. O mavi bankları olan parkta."Daha fazla çıkmadı sesi ve kapattı telefonu öylece. Biliyordu. En fazla beş dakika sonra burda olacaktı büyük Seung Hyun.
"Ji Young! Yavaş ol biraz!" diye seslendi Young Bae. "Hayır, sen hızlı yürü! Şirketteki derse geç kalmak üzereyiz!"
Young Bae başını iki yana sallayıp parktaki banklardan birine oturdu. Masmavi bir banktı bu ve üzerinde bir çok isim kazılıydı."Ne işin var senin burda?" Young Bae kafasını kaldırdığında ona öfkeyle bakan Seung Hyun'u gördü. Öfkeli bakışlar Young Bae'nin elini bulunca öfkenin yerini panik duygusu aldı.
"Siktir! Bae? Hey bana bak iyi misin?"Young Bae boş bakışlarını Seung Hyun'un yüzüne çevirdi. Eli kanamaya devam ediyordu ve neredeyse uyuşmuştu. Eldeki damarların zarar görmesi riskli bir durumdu farkındaydı. Umursamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Biterse, Yeniden Başlar
Fanfiction'Bitsin.' dedi Ji Young kararlı bir sesle. Oturduğu koltukta kaybolmak üzereydi. "Beni sadece sen anlarsın Young Bae. Yoruldum ben." Gözlerine hücum eden yaşlara inat onun için kardeşten bir farkı olmayan adama baktı Ji Young. "Yarın başkanla konu...