Bana bi masa gösteriliyor, düz, ahşap, hiçbir heyecanı olmayan bir masa. Dertliler masası.
Derdime dert ekleyecek oğlanın da gelip oturacağı masa aslında bu.Otur deniliyor, kurtulacaksın sırtındaki tüm yüklerden. 'İnan bana' diyor jongin, 'çok ciddiyim bir kez inan bana'. Elimdeki avucumdaki çikolata paketlerini, Jongdae'nin gülümsediği yüzünün üzerine kocaman çarpılar atılmış fotoğrafları çöpe atıyor.
Oturduğun masadaki yanına gelecek oğlan olacak asıl büyük yangının demiyor kimse. Oturuyorsun, dedikleri şeyleri yapıyorsun, dertleşiyorsun, biliyorsun mona lisa da dağılıyor, hiçbir şey asla ama asla durmuyor, değişiyor, biliyorsun da bile bile gidiyorsun, avucundaki iki damla suyla yangına koşuyorsun işte.
Avucundaki iki damla da kuruyor, yangının ortasında bi başına kalıveriyorsun.
-
Masaya oturmuşum, yanıma gelecek derdi tasası zirve olmuş insanı bekliyorum. Jongin aynen böyle dedi, senden farksızdır hiç şüphen olmasın.
Little Wonder denilen bi mekandayım, yarı pub. İçeride alkol alan da var meyve suyu içen de. Ortaya karışık birtakım şeyler.
İki gün önce terk edilmiş biri için fazla hızlı gidiyorum. Jongin belki de yeni birilerini ayarlamaya çalışıyor, belki de gerçek anlamda nefes almama izin dahi vermeyen yası üzerimden atmamı istiyor. Cidden bunun için çabalıyor mu? Ne yapmak istiyor hiçbir fikrim yok, dediği yerde oturup bekliyorum işte.
Her kim gelecekse, ne yapıp neyi dertleşeceksek olsun bitsin istiyorum. Odaklanmayacağımı biliyorum, zannediyorum belki de. Bekliyorum, bekliyorum ve beş dakika kadar bi süre geçtikten sonra yapılı uzun bi oğlan yanıma konuveriyor. Kaşındaki metal parlarken konuşuyor.
Diyor ki "Chanyeol." Gülümsüyor, gördüğün gibi diyorsun ki neresi dertli be bunun? Ağzı kulaklarında.Ortaya birtakım şeyler dökülüyor.
Bakışları gözbebeklerime odaklanıyor, farkında bile değilim ama iki şişe birayı devirmişim bile. Bakışları titriyor, titriyor, yüreğimde bi acı daha filizleniyor habersizce. Ailesinin olmadığını söylüyor bana. Anlayamayacağım, asla hissedemeyeceğim acılardan bahsediyor. Tek bi damla gözyaşı görmüyorsun ama anlıyorsun nasıl içli içli ağladığını. Ya da anladığını zannediyorsun. O çoktan kapatmış her şeyin üstünü ama sen kendi içinde yaşatıyorsun. Sonrasında kendini aynı acıyı hissetmeye zorluyorsun.
Geçen çok şey oluyor. Zaman, bazı acılar, bazı anılar. Ona diyorum ki geçti gitti. İki gün önce terk edilmişim ama dert ettiğim şeyin bi hiç olduğunu anlıyorum. İçten içe üzülmeye devam ediyorsun ama üzerini örtmeyi de başarıyorsun. Başarıyorum. Ben cidden bunu başarıyorum, başarmamı sağlayan kişi beni daha çok büyük bir çukura yuvarlayacak, bi'haberim bundan, başarıyorum diye seviniyorum ama önümdeki çukuru göremeyecek kadar da kör oluyorum.
Bi bakıyorum, kalbimde minik bi tohum filizlenmiş bu oğlana. Acılarına, dertlerine ortak olmak istiyorum.
Ona diyorum ki sen bir evsin, süpürme işi bende. Her şey ağır geliyordu değil mi? Bunu derken yurttan pılımı pırtımı toparlamış vaziyetteyim, mutfağında da öpüşmek üzereyiz. Değişen çok şey oldu dört günde."Evet." Yanaşıyor, dudakları dudaklarıma güzelce yanaşıyor, deli gibi de yakışıyor.
"En çok gözbebeklerinden hoşlanıyorum." diyorum. Öpüşme işini geciktiriyorum biraz. Çünkü en çok gözbebeklerinden hoşlanıyorum.
"O kadar parlaklar ki."
Çenemi kavramış olan eli dokunduğu yeri okşuyor.
"Çeneni öpmek." diyor. Devamını getirmiyor, dayanamıyor, kapanıyor dudakları dudaklarımın üzerine. Dudakları yüzümde geziyor, çenemde uzunca duruyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
iz bırakanlar unutulmaz | chanbaek
Short Storyavucumda iki damla su, yangına koşuyorum.