·under the satanic rose·

325 39 1
                                    

22·11·1998

'Gabriel' dedi kaşını kaşırken, 'Adım Gabriel.'
Tuhaftı çünkü bileğinde Gabriel-Julianne yazıyordu ve bileğindeki altının ışığı gözlerindekinden katça fazlaydı. Eğer onu açıklamak istersem size avuç içlerinin ve dişlerinin ten renginin zıttı olduğunu söylemem yeterliydi. Ve toplumun sınırlandırılmış kapasitesine göre oldukça zengindi -kalbi tam tersini söylese de- .

Bu sizce de bileğindeki altın halattan belli olmuyor muydu? Veya sevgilisi Julianne'den?

Konuşurken sık sık nefes alıp vermesine rağmen zamandan daha yavaş bir şekilde fısıldadı. Pek bir şey anlamamış olmam şaşılacak şey değildi ama kibarlığım onu şaşırtmış olacak ki gözlerini büyütüp yavaşça yaklaştı ve 'Sessiz ol' dedi. 'Yakında birileri var, çok sessiz ol.'

Komikliğine gülmek istesemde susmak zorundaydım çünkü bu leş kokan odaya girdiğimden beri nefesimi tutuyordum. Metrekareye yaklaşık 20 nefeslik hava sığacak kadar sıkışık bir alanda nasıl konuşabilirdim ki?

Gabriel'in terden ıslanmış sırtına yaklaşırken belimden çıkardığım neşteri ter damlalarıyla kaplı ense köküne saplarken yavaşça kulağına fısıldadım;

"Julianne'e teşekkür ederim."

·

°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°·°

Cebime attığım beyaz paketlerle sokağı terkederken sebepsizce arkama bakıyordum çünkü Gabriel hala ölmemişti. Yani boynunun sol tarafındaki damarları söküp onları birbirine eşit olacak şekilde fiyonk haline getirmem onu ölü yapardı fakat nefes alıyor gibiydi.

Yani sanırım.

Ailem her zaman geleceğimin parlak olmadığını söylerken ben inanmak istemezdim çünkü kimse böyle gerçekleri duymak istemezdi. Ki bende böyle konularda herkes kelimesi altına sığındığım için sorun olmuyordu. Ve nedense yaşadığım hayatı seviyordum.

Belki de sevmeye çalışıyordum.

Gidecek onlarca kilometrem olmasına rağmen cebimdeki bozuklara baktım. 6 dolar 20 sent, evet bol kremalı bir kahve için fazlasıyla yeterdi. Ve belki 20 sentle de yaşlı Johan van Guerra'dan sakız alabilirdim. Tabi bana 5 sent indirim yaparsa.

Kahveciye uğramak için yolumu ara sokaklardan çıkararak ana caddeye yöneltirken ceketimin ceplerine ellerimi koymuş, kırılan tırnaklarımla oynuyordum.

Belki 5 belki 10 dakika geçmeden ana caddeye çıkmıştım. Yanımdan geçen takım elbisesini pahalı gün çamaşırcılarına ütülettiği belli olan adamlar ve manikürlü tırnaklarıyla pembe çiçek kokulu saçlarını kıvıran dolgu topuklu kızlar geçiyordu.

Hoş diye düşündüm. Benim saçlarım asla çiçek kokmaz. Ve eski,modası geçik kıyafetlerimi kimse ütülemek istemez.

Caddeye çıkışım her ne kadar rezillik olsa da, ki bunu insanların aşağılayan bakışlarından anlamanız mümkün, hava güzeldi. Ceket giymenize neden olacak şekilde rüzgar esiyordu, ceketim her zaman üstümde olduğu için şanslı bile sayılabilirdim.

Derin bir nefes alarak ceketimin şapkasını başıma geçirip adımlarımı hızlandırdım. Zira istediğim kahveye ulaşmak için sadece 15 dakikam vardı ve önümde yaklaşık 8-9 blok vardı.

·under the satanic rose·  //one shot ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin