''Bu son iş olacak chanyeol. çocuk evde yalnız yaşıyor, bir sorunla karşılaşmaycaksın. kasayı patlat sonra özgürsün'' dedi mark. kabul etmekten başka şansım yoktu. Masada duran tabancamı belime yerleştirip kalın paltomu üzerime geçirdim. Elimdeki adresi kontrol ettim buraya uzak değildi. arkamda duran mark ve diğer adamlar beni destekleyen sözler söylerken yıkık dökük evden çıkıp soğuk havayı içime çektim. Eskiden oldukça iyi bir işim ve düzenli bir hayatım vardı. Koredeki savaş yüzünden New york'a göç etmek zorunda kalmıştık. göçten kısa bir zaman sonra ailemi kaybettiğimde herşey kötüye gitmeye başlamıştı ve şimdilerde yetenekli bir hırsızdım. sokaklarda amaçsızca dolaştığım bir günde bu lanet işi yapmam için teklif almıştım, ilk başlarda her girdiğim evde işi elime yüzüme bulaştırıp bir kaç günü kodeste geçirirdim ama çalmaya devam ettikçe rüzgardan bile sessiz bir şekilde işimi halledip günümü gün ederdim. Herşeyden çabuk sıkılan bir kişiliğim olduğu için bundanda sıkılmıştım ama aşalık herifler ne zaman bırakacağımı söyleseler son iş olduğunu söyleyerek beni geçiştiriyorlardı. Herneyse sanırım çok konuştum. Elimdeki adrese bakıp karşımda tüm ihtişamı ile duran eve bakıp keyifle gülümsedim. Etrafa hızlıca göz atıp Büyük demir kapıyı yavaşca itip bahçeye adım attım. oldukça bakımsız görünüyordu. Fazla oyalanmadan adımlarımı hızlandrıp evin arka tarafına doğru yürüdüm. Boydan boya cam olan bir odanın önünde durup cebimden çakımı çıkardım. pencere fazla uğraştırmadan açıldığında yavaşça içeri süzüldüm. kesinlikle iyi para kaldıracaktım buradan. Odaya hızlı bir bakış attım. kitaplığın yanındaki kasayı görünce sinsice gülümseyip üstümdeki paltoyu çıkardım. nedensizce gergin hissediyordum. küçük cüzdanımdaki aletlerle kasanın yanında diz çöküp kilitle uğraşmaya başladım lanet şey fazla ses çıkarıyordu. Ne kadar zaman geçti hatırlamıyordum ama arkamda ki kapı gıcırdayrak açılığnda pes edip yenilmişlikle omuzlarımı düşürdüm.
''Kasan çok ses çıkarıyor'' dedim umursamazca. derin bir nefes alıp ayağa kalıp arkamı döndüm ve zayıf, her an düşüp kalacak olan genç çocukla göz göze geldim.
''Tabancan var'' dedi, gözlerini kaçırarak. tanrım o çok.... hasta görünüyor?
''Burayı soyuyordum da'' kendimden emin hareketlerim karşısında şaşırdığı belliydi. drince yutkundu ve tekrar gözlerime baktı.
''Niyetin hala aynı mı?'' dedi.
'' Hayır değil '' şuandan itibaren yapacağım şey asla bu olmayacaktı.
'' o halde... nezaket gereği bir fincan çay ikram edebilirim.'' dediğinde tuhafça güldüm. ne yani evine giren hırsızı polise şikayet etmek yerine çay mı içirecekti. Kapının önünden ayrıldığında sessizce peşinden gittim. tanrım o ciddi.. nasıl birşey düşünüyor bilmiyorum ama hey!.. silahım hala yanımda.
**
Çayı hazırlayıp iki kişilik masaya bıraktığında onu izlemeyi bırakıp karşısına oturdum. ince parmaklarını sardığı fincanı dudaklarına götürüp bir yudum aldı. yüzü çok güzeldi ama solgundu. saçlarını uzun süre kesmediği belliydi çok zayıftı. Porselenin sert sesiyle düşüncelerimi atmak istercesine başımı salladım. Koyu kahve gözlerini gözlerime çevirip dudaklarını ıslattı.
'' Neden hırsızlık yapıyorsun?'' sorduğu soruyla kaşlarım havaya kalktı. benimle neden kouştuğunu burada çay içtiğimi merak ediyordum.