Yavaşça kapıyı araladı ve sessizlikle dolu evin koridoruna baktı. Üzerindeki ceketi asmadı ve yere attı. Ayakkabılarını öylece kapının önünde bıraktı. Sakin adımlarla mutfağa doğru giderken boynundaki kravatını aşağıya indirdi.
Şu an tek istediği sadece bir bardak sıcak çikolataydı. Ocağa ısınması için biraz su koydu.
-''Nerede bu lanet sıcak çikolata tozları?''
Bir taraftan rafları karıştırıyor, diğer yandan durmadan söyleniyordu. Rafın en arkasında gördüğü kahverengi paketi hiç düşünmeden çekti. Yere düşen bardaklar ve kibritlerin arasında küçük bir hediye paketiyle göz göze geldi. Elindeki sıcak çikolata paketini tezgahın üzerine bıraktı ve paketin yanına çöktü.
Yongseok onun için bir paket mi bırakmıştı?
Bir elveda armağanı...
Kutunun kapağını açtı. İçindeki harici belleğin üzerindekileri okurken ocağın üzerinde kaynayan su, ses çıkartarak dışına taşıyordu.
''Yıldızdan, Kim Yongseok'a...''
Belleği eliyle sıkıca kavradı ve çöktüğü yerden doğrulup ocağa yöneldi. Çaydanlığın sıcak sapını çıplak elleriyle tuttu.
-''Sıcak! Sıcak!''
Elini çeşmede suya tutarken duvarda asılı duran fırın eldivenlerine baktı ve gülümsedi. Seyoung her zaman fırın eldivenleriyle sıcak çikolata yapardı.
Raftan aldığı fincana tek eliyle açtığı paketi döktü ve tişörtünün ucuyla çaydanlığının sapını tutarak fincana su koydu. Sol elinde tuttuğu belleği içgüdüsel olarak bırakmıyordu. Az sonra fincanın içine koyacağı tatlı kaşığından ona bir şey ifade etmediği için uzun zamandır bakma gereği duymadığı kendi yüzüne baktı. Ve sonra elindeki belleğe...
Kaşığı fincanın içine koydu fakat karıştırmadı. Yürüdükçe bardaktan dökülen su damlalarına aldırmadan odaya girdi. Laptopının siyah ekranına yansıyan yüzüne bir kez daha baktı ve açma düğmesine bastı. Belleği giriş yerine yerleştirdi ve ilk dosyayı açtı.
Dosyanın içinde bir sürü fotoğraf vardı. Ve bir de şifreli bir word sayfası...
Yongseok ve onun bileğindeki koruyucu yıldızı...
Fotoğrafların arasında gezerken çalan telefonun titreşimiyle irkildi ve gözlerini ekrandan ayırmadan eliyle telefonu buldu. Kim olduğuna bile bakmadan, Yongseok olduğunu umarak açtı.
-''Takuya hyung, ben bir süre evde olamayacağım. Lütfen benim için bekleme.''
Dudaklarından sadece değersiz bir ''Tamam'' dökülmüştü. Yongseok'u sorgulama hakkını kendinde bulamıyordu. Onu aksatan kendisiydi.
-'' Yongseok... Dönmek istediğinde, lütfen dön.''
Bencilce. Yongseok'un ona ihtiyacı olduğu için değil, onun Yongseok'a ihtiyacı olduğu için söylediği bencilce bir cümle.
Yüzüne kapanan telefona boş bir bakış attıktan sonra masanın üzerinde soğuyan sıcak çikolatasından bir yudum aldı.
Dosyanın içindeki fotoğraflar ise... Onlar sadece Yongseok'un hatırlamasını umduğu birkaç anıdan ibaretti. Yongseok'un unutulmuş yıldızı Wonho...
Oturduğu sandalyeden kalktı ve arkadaki koltuğun köşesine kıvrıldı. Battaniyesini kafasına kadar çekti. Belki şimdi ölse, herkes için daha iyi olurdu. Yongseok zamanla onun bir zamanlar var olduğunu unutur, hayatına o yokmuş gibi devam edebilirdi.
Onu kendisi aksatıyordu. Şu an başka bir adamın kollarındaysa, hatta eve bir daha dönmeyecekse bile ona söyleyebileceği tek lafı yoktu. Yongseok, o küçük bedenindeki kocaman kalbiyle daha mutlu bir hayatı hak ediyordu.
-''Bugün ölmek için çok yorgunum. Peki, yarın ölürsem?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE UNIVERSE IS YOU
Fanfiction''Şu an üzgün mü yoksa kızgın mı olduğum hakkında bir fikrin yok, değil mi?'' ''Seni seviyorum.''