Kabus

217 10 3
                                    

"Kabusun hayata geçiyor." Sanırım başka bir açıklaması yok... Hareket edemiyorum. Konuşamıyorum... Belki de konuşmayı öğrendiğimden beri dinlemem emredildiği için... Ah! İğrenç melodi kafamda yankılanıyor ve sedyenin tekerlerinden gelen ses... Beni neden bağladılar? Ben onlara ne yaptım? Bana bakıyor... Tüm günahları ile bana bakıyor ve elindekiyle hükmetmek istiyor. Sahip oldukları onu daha yükseğe çıkaramaz. Sadece sisteme boyun eğenler taçlandırılır. Kolumdaki dövmelerin eridiğini hissediyorum. Çırpınıyorum... Bana ne yaptılar böyle? Neden bu kadar acele ediyorlar? Aynı bir... aynı bir cenaze gibi! Ruhumu parçaladığını hissediyorum. Derinlerde bir yerde bana hâlâ canlı olduğumu söyleyen bir ses var. "İnancını ve korkunu tehlike hattında bırak!" Fısıltıları boş koridorda yankılanıyor ve örümcekler... Üzerimde yürüdüklerini hissediyorum. Sanki bir şey kaburgalarımı parçalayıp dışarıya çıkacak gibi. Kanatları parçalanmış bir adam köşede kıvranıyor. Çok acınası... Hayır çok ürkütücü! Tek ihtiyacım olan bir ayna! Dibine sürüklendiğim çukuru görmeyi bu ahmaklar sirkine yeğlerim. İblis ve fahişe... Duvardaki yansımam bana bakıp sırıtıyor. Lanet olsun! Nereye geldim ben böyle? Peki ya duvardaki resimler... Ne zaman uyanacağım? "Kötülüğün bedelini bilmeliydin. Buraya ait olduğunu bilmek çok acı verici." diye bağırıyor karga sesli bir papaz. Kapat şu lanet kitabı! Kendi kitabımın kalemi elimde duruyor...

Duraksamama dahi fırsat vermiyorlar. Yoksa beni de o çocuk gibi kafese mi kapatacaklar? Gözyaşı ve kandan oluşmuş bir siluete dönüşmek ya da onların kölesi olmak istemiyorum! Neden kimse beni duymuyor? Neden bu kadar çok soru soruyorum? Ah evet! Bilmek istiyorum! Bana hâlâ şeytan ile dans ettiğimi söylüyorlar. Dinlemek istemiyorum! Tüm doğrular nasıl da bir anda yanlış olur? Akıl hastaları... Ben onlar gibi değilim, ben onlar gibi değilim! Değil mi?

Ölülerin dans ettiğini görüyorum. Bu baloya davet edilmedim. Daha görkemli bir sofra bekliyordum. Açık kalmış bir pencere ve saniyeler içinde alev alan bir haç... Yukardan bana bakan biri var... Sesler giderek yükseliyor ve gözler artıyor. Kırık camın ardından bana bakıyorlar. Parçalanmış bir adam havalandırmadan sarkıyor. Sadece bir çift göz eksik. Bir de ansızın sonlanan kahkahalar. Saniyeler sonra ise tüm sesler sessizliğe mahkum oluyor. Sadece bir ışık var. Ve beni ona doğru itiyorlar. Neden her şey bu kadar yavaşladı? Çocukların benden uzaklaştığını görüyorum. Daha da yaklaştığımı hissediyorum. Asla solmayan renklerde, umarsız ve dinmeyen bir ışık... Kendimi kanımın içinde buluyorum. İnanabiliyor musun? Hasar tamir edilemeyecek kadar fazla. İnancımı hiç yüksek tutmadım... Fakat şimdi, orada birisinin olduğunu umuyorum. Beni umursayanları incitmeyi hiç istememiştim. Ve bunca zaman sadece yaşlanacağımızı düşünmüştüm. Biliyorsun, kimse bunun adil olduğunu söylemedi... Tanrı'ya ışığını benim için açık bırakmasını söyler misiniz?

Aynadaki adam bana her şeyin düzeleceğini söylemişti. O artık daha gerçek, daha parlak ve daha görkemli fakat o ben değilim, o benim istediğim değil... Yarın her şeye daha yakın olacağız...

Çıldırıyorum! Son bulmayacak bir çılgınlık fakat parti çoktan bitti. Boş kadehler... Üstelik hiçbirinden tek bir yudum dahi almadım. Herkes uykuda... Nasıl uyuyabiliyorlar sükutun sesi onlara haykırırken? Sükutun sesi... Evet huzur vericiydi bu yoklama. Ta ki kapıdaki nöbetçinin "Lanet musluk hâlâ damlatıyor." diye bağırmasına kadar. Gözlerimi açtığımda ise karşımda boş bir duvar duruyordu. Sanırım ilk defa gözlerimi açmıştım. Belki de açmamakta ısrarcıydım, kim bilir? Dakikalarca boyası dökülmüş duvarı seyrettim kendimden bir parça görebilme dileğiyle. Fakat nafile... Ne bir gülümseme, ne de bir vizyon... Kendi zihnimden sürgün edilmiştim bir nevi. Başkasının dünyasını omuzlarıma yüklemişlerdi. Ben kahraman değilim ve taştan da yapılmadım. Böyle bir yükü taşıyabileceğimi nasıl düşünürler?

Sol elimle duvara yaslanıp ayağa kalkmaya çalıştım ve bu sırada bir şey dikkatimi çekti. Dövmelerim kaybolmuştu... Ayağa kalktım ve dengesiz adımlarla yansımamı görebileceğim bir şey aramaya başladım. Odanın içinde bir yatak, bir komidin ve kapının önündeki bir tabak yemekten başka bir şey yoktu. "Neden suçlu muamelesi görüyorum?" diye bağırdım nöbetçiye. Beni duymadı... Belki de sadece bağırdığımı düşünmüştüm... Duymak istemeyecek değil ya... Kapının önüne oturdum ve yavaşça yemeği yemeğe başladım. Birkaç gün, hatta birkaç haftadan beri burada duruyordu sanki... Kaşığı kaldırıp yansımama baktım. Aynadaki adam gitmişti. Beni yalnız bırakmıştı... İç çekip kalktım ve cama yaklaştım. Camı açıp aşağıya baktım. Bu çok basit ve saçma gelebilir fakat gerçekten görüyordum! "Binalar ne zamandan beri bu kadar yüksek?" diye sual ettim kendi kendime. Artık cevap vermiyordu. Gökyüzünün mavi parıltısı ise her şeyin ne kadar değiştiğinin bir kanıtıydı.Bu onun sınavı... Şu hepimizin gireceği ve sonra bilinmeze gönderileceğimiz sınavlardan...

"Bir melek görebilmek için her şeyimi verebilirim." diye söylendim kendi kendime... Sadece yok oluşa her geçen gün daha da yaklaşıyoruz. Bu tabloyu çizmek için çok mu uğraştılar acaba..? Onlar renklerin üzerinden boyamaya devam ettikçe her şey daha da kararıyor. Ve şunu fark ettim. "O" artık yukarıda değil. O burada... ve aynı zamanda ufuğun ötesinde. Siz aptallar ise O'na ulaşmak için yükselme çabasındasınız. Yürüyen maymunlar nükleer savaşa karar verdiğinde tek çözüm onların bunu değerlendirmesi mi olacak? Kendinize gelin! Zamanın tokmağı kafalarınıza birer darbe indirmeden uyanmayacak mısınız?! Bu sadece kötü bir kabus! Evet, bu sadece kötü bir kabus...

Çok fazla gerçekler. Hep bir koşuşturma. Hep bir acele... Arkalarında bıraktıkları izleri ne zaman silecekler? Bu yol ne zaman "son"a ulaşacak? Sanırım boşa konuşuyorum. Beni kimse duymayacak. Fakat böyle bir final istemiyorum. Bir kez olsun ipler benim elimde... Tek yapmam gereken unutmaya mahkum olduğum anılarımı, acılarımı tekrar bulmak... Kaybettiklerimi... hiç kazanmamış olmak...

İç çekip ayağa kalktım.Tam kafamı çeviriyordum ki kapının açıldığını fark ettim. Bana korkmuş ve sinirli bir eda ile bakan iki adam yaklaşıyordu. Bir yandan da aralarında fısıldaşıyorlardı. Bir tepki vermem mi gerekiyordu? Yoksa kıpırdamamam mı? Sanırım bir cevap alamayacağım. Onlara doğru birkaç adım attım ve bir anda kollarımdan tutup sürüklemeye başladılar. Zaman algım tamamen hasar görmüştü. Gözlerimi zar zor açık tutuyordum. O sırada bir tanesi kulağıma yaklaştı ve bana aklımı kaybettiğimi söyledi... Ne bir cevap verebildim, ne de bir tepki... Onlar düşünmemeyi sürdürdükçe sadece sorunlu olarak kalacağım gözlerinde. İşte sizin sorununuz bu; körsünüz!

Koma...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin