Cennetin Külleri

40 3 1
                                    

Mânasız çırpınışlarımın ardından boşa çabaladığımı anlayıp durdum. Beni sürüklemeye başlamıştı inançlarım. Bir hapishane... ya da tımarhane. Ne farkeder ki? Kilit vurulmuş kapının ardı sadece başka bir zindan. Boynumu büküp bu çöküş sistemine teslim mi olmalıydım? Hiçbir zaman hatırlayamadığım anılara ihtiyacım var .Geçmişin küf tutmuş ve mürekkebi dağılmış sayfalarını yakıyor zaman. Tıpkı yere sürüklenen dizlerimin yandığı gibi. Ve o sırada kulağıma fısıldadı günahlarımı bir melek. Kalbimi parçalayan hançer... "Güneşin hâlâ doğduğu bir yer buluruz istersen."

Başım sızlıyor. Gözlerim karanlıktan kaçıyor ve ben kafamı kaldırmaktan aciz sürünüyorum. Sanırım artık o olabildiğince uzak. Son mum da sönüyor. Belki de sadece sarsması gerekiyor birinin. "Kalk ayağa aptal!" "Ah, hayır... Sadece birazcık uyku. Evet sadece birazcık uyku... Hayır! Bir kurtarıcı hatta son bir umut ışığı veya bir doktor. " Dizlerimin acısı, sanırım en küçük sorunum bu durumda. Nasıl olsa tüm zamanımızı yakınarak harcamayacak mıyız? Meraklandırıyor beni... Nasıl başladı her şey ve nasıl maviye boyandı gökyüzü... Kendimle çelişmekten başka ne yaptım ki bu zamana kadar? Özlüyorum... Hayaletlerin daha az insanların ağzında dolandığı zamanları ya da bir çift kuleyi yerle bir etmeyi. Karanlık koridorun sonuna kadar içimde yeşermeye devam edeceğini hissettiğim bu duygu bana hatırlatıyor, nasıl da unutulmaz olduğunu isimlerin ve her birini nasıl unuttuğumu. Neden hiçbir şey yapamıyorum? Birileri sırayı kaynatsa ne kaybederim ki? Sadece birazcık daha zamana ihtiyacım var. Kollarımı bırak, çöz şu düğümü artık!

***

Yine uyandım, hiç olmadığı kadar mavi... Yine sırılsıklam, yine kuzeyi gösteriyorum ve nasıl kaybolduğunu yaraların. Orada olduğunu bilmek istiyorum. Bildiklerimizle sınırlı olsa karanlık, sustursak çanları ve bir kez olsun aramasak ışıkları.

Ayağa kalktım, korkutucu değil mi? Üzerimde, birkaç parça kıyafetten geriye bana ait olmayan yaralar kalmıştı. Kendi kendime konuşurken yaslandığım paslı duvar ağlamaya başladı ve ardında düşüverdim ansızın. Bekledim... Soğuk toprağı aradım. Çünkü eğer özlemiş ve kaybolmuşsanız sizi bir odadan diğerine sürüklerler. Bir duvara zincirleyip üzerinizi örterler. Sabah olana dek masallar anlatırlar. Kaybedecek bir şeyiniz yoktur çünkü, eğer özlemiş ve kaybolmuşsanız.

Kapıya doğru emekledim ve olan gücümle vurdum. Uzun süre ses gelmeyince vazgeçip kapıya tutunarak kalkmaya çalıştım. Üzerindeki küçük pencerenin parmaklıklarından dışarıya baktım. Orta yaşlı, sıska bir adam yerde yatıyordu. Kapıya tekrar vurdum fakat tepki vermiyordu. Açmak için zorladım. "Belki de bi' tür şifresi felan vardır." Nafile. Dakikalarca kalkmasını bekledim. Geceden beri burada olmalıydı. Ki kapının ardındaki koridorun ışıkları hâlâ yanıyordu. "Belki de günlerdir uyuyorumdur." Yaklaşık yarım saat sonra kendini geriye itti. Kapıya birkaç defa vurup kalkmasını bekledim. Gözlerini açmadan ayağa kalktı ve kemerine bağladığı anahtarları çıkardı. Hâlâ uyuyor muydu dersiniz, kim bilir? Kapıyı yavaşça açtı. Kapının açılmasıyla üzerime yığılıp beni yere düşürmesi bir oldu. Üzerimden kenara doğru ittim ve ona baktım. Gözlerinin altı çökmüş, yüzünde acı bir gülümseme ile öylece uzanıyordu. Korkmuştum. "Ya öldüyse?". Üzerindeki üniformayı alıp üzerimdeki paçavralardan kurtuldum. Bembeyaz olmuştu teni. Kafasındaki eski şapkayı ve anahtarları da aldıktan sonra elimden geldiğince hızlı bir şekilde odadan çıktım. Ne olduğuna dair en ufak fikrim yoktu. Tek bildiğim artık özgür olduğumdu, kısmen. Peki nereye gidecektim? Koridor boyunca yürüyüp bir pencere aradım. Dikkat çekmemem gerekiyordu. Gerçi etrafta insan namına hiçbir şey yoktu. Koridorun sonunda büyüleyici bir perde asılıydı. Birkaç gündür buradaydı sanki. Yavaşça araladım ve arkasında tuğladan bir duvarla karşılaştım. Sonuçta çok fazla seçeneğim olmamıştı hiçbir zaman. Ama kaybolmadım! Evet doğru duydunuz, hiçbir zaman kaybolmadım. Peki beni neden buraya getirdiler? Ya da şöyle sorayım. Bu hikaye ne zaman ve nasıl başladı? İşte hepsi bundan ibaret. Hepimiz bundan ibaretiz. Perdenin ardında duran tuğladan bir duvar. Böylece önümde duruyorsunuz işte. Peh! Yürümeye devam ettim. Sesler duymaya başlamıştım. Ama daha fazla yürüyemezdim. Bir odanın önünden geçerken yoğun bir müzik çalmaya başladı. Kapının önüne eğildim usulca ve açmaya çalıştım. İçerisinden sadece sizin duyduğunuz sesler gelen bir oda asla kilitli olamaz. Kapı aralığından içeri baktım. O da bana bakıyordu. Beni mi bekliyordu dersiniz? Yoksa bir kurtarıcı mı? Belki de karnı açtır. Ya da canı sıkılmıştır. Kim bilir, üzerindeki eskimiş elbisedir belki de canını sıkan. Sanırım dünyevi dertlerinin hepsine bir çözüm bulabilirim. Bileklerindeki zorlama izlerine kaydı gözlerim aniden. İstismar mı? Belki. Peki şiddet? Şüphesiz! Tanımadığımız insanlar bizim için kapıları kilitler. Onları rahatsız etmememiz için bütün kapıları kilitlerler. Bizi bu hayata bağlayan bütün bağları birer birer düğümlerler. Kalbimize kilit vurur, sevgimizle ve sevgisizliğimizle beslenirler. Biz ise onlara karşı taş kesilir, boyun dahi eğemeyiz. Şu simaya bakın! Gözlerimin içine, hayatın üzerimde bıraktığı izlere bakın! Rahatsız hissettiğimizde, o kapıları tekmeler ve onları rahatlarından edersek, bizi daha da çok rahatsız ederler. Çünkü batarken dahi en dipte olmak ister insan. Fakat yanlış! Rahatsız olmanın bir derecesi olamaz. Huzursuzluk sabit ve kesindir. Daha rahatsız olamayız! Ellerinden hiçbir şey gelmez. Ama öyle bakmayı bırak artık. Ve ayağa kalk! Gözyaşlarını sil ve piyanonun başına otur. Ben gelene kadar bu kapıyı sakın açma!

Ayağa kalkmasını bekledim. Cevap vermeden piyanoya doğru emekledi. Kapıyı yavaşça kapatırken ansızın bana döndü. Öylece bekledim. Eğer kapıyı kapatmasaydım öyle durmaya devam edecekti sanırım. Belki de ölmüştü ve ben bunu farkedememiştim. Fakat geri döndüğüm zaman ona mutlaka uğrayacaktım. Kim olduğumu bildiğine o denli emindim ki. Fakat bu serzenişlerim çok sürmedi. Heykellerle kaplı büyük salon bir kulenin merdivenlerine açılıyordu. Ben ilerledikçe bana gülümseyen gölgeler de artıyordu. Gözlerimi anlık da olsa kapattım. Olduğum yerde süzülmeye başlamıştım. Kulenin en üst katına!

***

Paramparça oldum. Ruhum dört bir yana saçıldı ve bekçinin eski şapkası karanlığın içine düştü. Halbuki emindim! Bana yakışmıştı. Bu cansızlık denli bana benziyordu. Eskimiş, renksiz ve dikişleri sökülmüş bir şapka. Artık, soğuk... Çok soğuk.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 20, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Koma...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin