Yıl 1929 aralık ayının son günleri İngilterede gecenin karanlığında umarsızca ilerliyordu ayaz,sokağın sonunda iki bina arasında sessizce soğuk havaya aldırış etmeden düşünüyordu John...
neden buradayım,ne yapmalıyım ve ne yapacağım karmaşasına bir cevap arıyordu.Çöp tenekesinde ki kedilerin anlaşmazlığı dikkatini çekmişti ikisi de aç ve bitkindi
güçlü olan tenekenin sahibiymişçesine etrafı karıştırıp yiyecek arıyordu diğeri sıranın ona düşmesini bekliyordu.Saatler ilerledikçe insanlar sokaktan çekiliyordu
john kafasındaki sorulara cevap bulamıyordu.İçten içe kimim ben diyordu neden varım ne yapmak istiyorum diye haykırıyordu içten içe.Yıpranmış ceketini iyice üzerine sardı
üşüdüğünün farkında bile değildi.şehirdeki ışıklar bir bir sönmeye başladı ve sokaklar iyice boşaldı.Çöptenekesinden çıkan kedi ve diğerleri inlerine doğru ilerlerken
gören john peki benim inim neresi dermişçesine etrafa baktı tek gördüğü tek şey dar bir sokak yanıp yanmamak arasında kalan bir aydınlatma iki çöp tenekesi ve üzerinde oturduğıu
eski yıpranmış bir karton ne zamandır orada olduğunu bile unutmuştu.peki şimdi ne yapacaktı ve ne yapması gerekiyordu hiçbir soruya cevap bulamıyordu okadar bitkin di ki
ayağa bile kalkamıyordu.sakalları iyice uzun ve seyrekti sokağın diger ucundan gelen ayak seslerine kulak verdi hızlı adımlar atıyordu biri belli ki. Koşmak ile koşmamak arsında kalmış
bir kadın geçiyordu ve John onunla göz göze geldi ve onun kadın olduğunu farketti. Kadın yoluna hızlı adımlarla ilerledi john ilk denemesinde yere yığılsada ikincisinde zar zor ayağa
kalktıve kadının arkasından ona bakındı kadın korkmuş olmalı ki arkasına bile bakmadan daha hızlı adımlarla ilerliyordu.Bir anda john arkadan aldığı sert bir darbe ile yere yığıldı ve tek
görebildiği şey saat kulesiydi saati seçemiyordu iyice bulanıklaştı gözleri,birinin ona çarptığını sanıyordu iyice şuurunu kaybetmişti ve gözleri ağır gelmeye başladı ve dayanamadı sonsuz bir karanlığa
gömüldü sanki artık üşümüyordu vücudu sıcacıktı hissediyordu karnının aç olmadığını hissetmesi onu daha da rahatlatıyordu ve bir anda gözlerini açtı.Ve biraz bulanık da olsa bir bayanın karşısında
olduğunu farketti artık hep rüyasında gördüğü sıcaklığı hissediyordu o arada bi ses, beni duyabiliyormusunuz? diyordu cümleler tekrarlanıyordu en sonunda john kendine geldi ve bir hemşire beni duyuyorsanız
kafanızı sallamanız yeterli diyordu ve john şaşkınlıkla kafasını zorda olsa evet dercesine öne eğdi .Hemşire ismimiz ne diye sorduğunda john bir an şaşkınlıkla düşüncelere dalmaya başladı çünkü uzun süredir
kimse ismini sormuyordu adını hatırlayan john titrek ve korkak ses tonuyla john diyebildi ve göz yaşlarına hakim olamadı.Hemşire bayım bir yakınız veya verebileceğiniz bir telefon numarası varmı demesiyle
duraksayan john hayır kimsem yok benim diyerek kendine bir nebze olsun geldi kolunaki serum neredeyse bitmek üzereydi ve hastanede olduğunu farketti john.Hemşireye buraya nasıl geldim dedi ve hemşire
sizi bir bayan kaldırımda baygın bulmuş ve buraya getirdi geldiğinizde kendinizde değildiniz dedi. sonra john bi kadının arkasından bakıyordum ve sonra bi anda kendimi yerde buldum ve sonra burdayım dedi.Bayım isminizi
hatırlıyormusunuz diyerek sorusunu tekrarladı.Adım John, John Bernard dedi john. hemşire bir anda şaşırdı ve bir süre şaşkınlığını bozamadı iyice ona yaklaştı ve inanmıyorum gerçekten sizsiniz size ne oldu böyle
nasıl bu hale geldiniz diyerek şaşkınlığını üzerinden atamadı.John beni tanıyormusunuz? diyerek şaşkınlığını gizleyemedi.Hemşire ben Alison handsom hatırladınız mı? john iyice bakındı ve farketti ki uzun sure oldu
ve artık insanları tanımakta zorlanıyorum dedi. Alison şaşkın ve üzgün bir hal aldı ve mesai saatinin dolduğunu farketti.koşar adımla gidip üzerini değiştirdi ve başka hastaların unuttuğu elbiseleri şeçip john na getirdi
bunları giy ben birazdan geleceğim dedi john kendi kıyafetlerini aradı etrafta ama bulamadı mecburen giydi ve yatağında bekledi ve ne yapacağını bilmiyordu çaresizce bekliyordu. Alison son işlerini hallettikten sonra gelip
john'a hadi gidelim dedi john nereye diye sorduğunda gidebileceğin tek bir yere diyerek kolundan kibarca tutarak dışarı çıktılar sabah olmuş ve insanlar sokakta koşuşturuyor kimi işlerine kimi otobüslerine kimileri acele yetiştirmesi
gereken mektuplarını postacılara götürüyordu hayat kaldığı yerden devam ediyordu alison bir taksi çağırdı ve doğruca stenford meydanına gitmesini söyledi john şaşkın bakışlar içinde etrafıa bakınıyordu herkes bir işle meşgul dü peki
ya ben ne yapıyorum yada ne yapıyordum dedi kendi kendine hatırlayamıyordu hiçbirşeyi yada hatırlamak istemiyordu taksi meydana geldiğinde araçtan indiler ve Alison 1880 lerden kalma ama halen daynıklı görünen ilk sıradaki evin kapısını
açtı ve içeri girdiler kanepeyi göstererek oraya uzanabilirsin dedi johna dinlenmen gerek diyerek devam etti ve mutfağa doğru yöneldi.john kanepeye oturdu ve olanları tekrar düşünmeye başladı.herşey çok hızlı gelişti ve bir anda buradayım
diyerek anlam vermeye çalıştı olaylara o sırada alison sıcak bişeyler hazırlayıp getirdi bir fincan kahve uzattı johna ve biraz kendine getirir seni dedi.John bir yudum aldı ve çok hoşuna gitti en son nezaman kahve içtiğini hatırlamıyordu
sonra Alison'a beni nereden tanıyorsun diyerek kahvesini tekrar yudumladı.Alison da Fred'i hatırlıyormusun Fred Handsom. JOHN bir anda sirkildi ve ona baktı ve bir süre içi titredi daha sonra Alison diyerek ona sarılıp ağlamaya başladı çok büyümüşsün
diyerek haykırarak ağladı.Alison, babam seni çok aradı ömrünün son zamanları seni aramakla geçti hergün john bulacağım diye and içti.John kendini tutamiyordu gözyaşlarını tutamıyordu.Bana hep seni anlatırdı birgün bu savaş bitecek ve
sana kavuşacağini söylerdi hep yıllarca cephede sırt sırta savaştık her geçen gün ben ümidimi yitirmiştim ama baban hiç yılmadı her gün sana mektup yollardı.taa kii esir düşüp işkence gördüğümüz günlere kadar......devamı gelecek.....