1. Bölüm

30 3 1
                                    

Ciğerlerim parçalanırcasına nefes alışım, koşmamı engellemiyordu. Peşimdeydiler. Koşmam, daha hızlı koşmam gerekiyordu. Korkudan parmaklarımı etime öyle bir geçirmiştim ki; elimden kanlar aktığına emindim. Umursamıyordum. Nasıl olsa birazdan her şey bitecekti... Aniden ayağıma takılan bir taş, koşmama engel olmuştu ve düşmüştüm. Şimdi kaçışım yoktu. Sırtıma dokunan bir el beni yavaşça kendine çevirdi..

Gözlerimi açtığımda her şey bitmişti. Kabuslar, korkular, elimden şelale gibi akan kan... Hepsi bir rüyadan ibaretti. Yorganı üstümden atıp eşofmanıma dokunduğumda ufak bir küfür salladım;

"Amına koyayım. Yine mi?"

İşemiştim. Yaklaşık üç yıldır her uyandığımda aynı manzarayla karşılaşıyordum. Hastaydım. Çok fazla hasta. Her açıdan. Yataktan usulca kalkıp banyoya doğru yürüdüm. Üstümü çıkarıp duş aldıktan sonra yatağıma geri döndüm. Yatağımın çarşafını çıkardıktan sonra kıyafetlerimle birlikte makineye atıp odama tekrar geri döndüm. Saate baktığımda 6'yı geçtiğini görünce bir küfür daha salladım. Uyumaya vaktim kalmamıştı. Üstümü giyip sırt çantamı ve anahtarımı alıp çıktım. Çıkarken yine kapıyı çarpmış, pisliği uyandırdığımı umarak gülümsemiştim. Apartmanda yine her sabah olduğu gibi üst kattaki Nazife Hanım'ın kızını gördüm. Eteğini kıvırıyordu. Annesi görse onu okuldan alacağına adım gibi emindim. Aldırmadım. Önünden geçip giderken seslendi;

"Günaydın Deniz!"

"Orospu." diye duyamayacağı şekilde fısıldadım. Bakkala girip sigaramı aldıktan sonra okula doğru yürümeye başladım.
Okula geldiğimde kantine gidip Mesut abiye;

"Günaydın." dedikten sonra bir çay alıp okulun bahçesine çıktım. Bir sigara daha yakıp içerken o nefret ettiğim zil sesini duyunca umursamayarak sigaramı içmeye devam ettim. Müdür yardımcısı olan boş beyinli keltoş yanıma gelerek;

"Oo günaydın Denizciğim. Nasılsınız bakalım bugün? Daha iyisinizdir inşallah. Derse girmeyi düşünüyor musunuz acaba, yoksa hocanız buraya gelip size özel olarak mı anlatsın dersi?" diye pişkin pişkin konuşurken suratının ortasına yumruğu çakmamak için kendimi zor tuttum. Hiçbir şey söylemeyerek elimdeki daha yarısı bile bitmemiş olan sigarayı ve çayı yere atıp, keltoşun önünden yürüdüm. Arkamdan;

"Yere çöp atmayın! Sizin hizmetçiniz yok!" diye birtakım çemkirmelerini duydum fakat yine umursamadım. Sınıfa girdiğimde hiçbir şey söylemeyerek yerime geçtim. Hoca bir şey söylemediğimi görünce konuşmak için ağzını açtı fakat konuşmasına izin vermeden;

"Geç kaldığım için özür dilerim." diye tısladım. Hiçbir şey demeden derse giriş yaptı. Dinlemiyordum. Bana hiçbir şey katamayacak olan, beynimi lüzumsuz yere yoracak gereksiz bilgileri dinlemek istemiyordum.
Ders biter bitmez çantamı alıp çıktım. Hastalığımı bahane ederek derslerin çoğuna girmiyordum. "Sınıf arkadaşlarım" adı altındaki yapmacık gerizekalılarla muhattap bile olmuyordum. Gerekmedikçe.
Okuldan çıkıp paketimden bir sigara daha alıp yaktıktan sonra hızlıca her zaman çıktığım tepeye doğru yürümeye başladım. Tepeye geldiğimde çantamı yere fırlattıktan sonra kollarımı açıp bağırdım;

"Ben geldim orospu çocukları!"

Ses gelmediğini duyunca gülümsedim.

"Ne oldu? Sustunuz! Tabi susacaksınız çünkü ben konuşuyorum!" dediğimde kahkahalarla gülmeye başladım. Delirmiştim. Ölüyordum. Ama her şeye rağmen mutluydum. Ölümden bu kadar korkan ancak ölümü bu kadar çok isteyen bir başkası daha olamazdı sanırım. Pislik dışında! Kaç kere intihara teşebbüs etmişti. Kurtarmamıştım, başkaları tarafından kurtarılmıştı. Her zaman ölüm haberini duymak için telefonumu açık tutuyordum. Bir gün birisi arayacak ve;

"Dünya bir pislikten kurtuldu!" diyecek diye bekliyordum. Ama olmuyordu! Bir şeyi ne kadar istesen, o kadar olmuyordu işte!

"Tamam," deyip gülümsedim.

"Tamam, yaşasın. İzin veriyorum. Umursamıyorum. Yaşasın istiyorum." dedikten sonra yere uzanıp gökyüzünü izlemeye başladım. Masmaviydi. Ben ne kadar siyahsam o da o kadar maviydi. Her şeyden nefret ediyordum. Her şeyden. Normal insanlar nasıl yaşıyorlar diye düşünürdüm çoğu zaman, belki de yaşamıyorlar, yaşıyor gibi yapıyorlardı. Belki de bir hile bulmuşlardı. Benim henüz keşfedemediğim bir şey. Ne olabilir diye düşündüm. İnsanı yaşamaya teşvik eden, her sabah uyandığında gülümseten, mutlu hissettiren ne olabilirdi ki? Zor bir şey olmalıydı, henüz bana ulaşamadığına göre. Belki de birisi benim hakkımı yiyordu!

"Ama bu haksızlık!" diye bağırdım. Daha sonra gözlerimi kapattım. Böylece yok oluyordum. Gözlerimi açık tuttuğum sürece vardım. Gözlerimi kapattığım anda yok oluyordum. Bu hissi seviyordum. Hiçlik. Belki de ben bunun için vardım. Hiç olmak için. Gerçekten, böyle bir şey olabilir miydi? Yaratıcı, beni bir hiç olayım diye mi göndermişti buraya? İmkansızdı. Tüm dünyayı bir düzen içinde yaratmış olan Yaratıcı, beni de boşuna, sadece nefes alayım diye göndermiş olamazdı. Bana bir şeyler demeliydi, bir ipucu vermeliydi ki, neden geldiğimi bileyim. Bilmiyordum. Kafamda soru işaretleriyle birlikte yavaş yavaş uykunun kollarına bıraktım kendimi.

ÖNSEZİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin