Saat 9.05… Ülkede siren sesleri yankılanır yankılanmasına, beyinler ağlamaktan helak olmuş vatandaşların hıçkırık sesleriyle de yıkanır elbette. Duyulmayan şeyler var mıdır sizce? Atatürk’ün kalbinin ritmi duyulmaz mesela… Onunkiyle beraber tüm kalpler durur, gözler o büyük insanın ölümsüz bedenini arar her yerde… Durmuş mudur cidden kalbi, bırakıp gitmiş midir ruhu bedenini? Hayır, olamaz, değil mi? Kimse inanmaz aslında böyle bir şeyin olduğuna. Herkesin aklında neşeyle türkü söyleyen Atatürk, askerlerini cesaretlendiren bir komutan, dahası her vatandaşına sahip çıkan bir “BABA” vardır. Ya döndüyse o baba arkasını evlatlarına? Şimdi yine “Cennetten bizi izliyor.” diyerek avutulabilir miydi ki onca evlat? Ama avutmak zorundaydı bundan sonra milyonlar kendini, çünkü Atatürk yetim bıraktı onca evladını. Artık kendi ayakları üstünde durmak zorundaydı Türkiye, kendi kendine yetebilmeliydi Ondan sonra.
İşe yarar mıydı acaba “geri dön” diye yakarışlar? Yaramamış bence, denemişlerdir çünkü hem de defalarca. Aniden ruhunu teslim eden büyük bir bedenden arda kalan soğukluk ve sessizlik her Türk evladını titretir çünkü. Peki, Atatürk hissetmiş midir o her soluktaki titreyişleri, inleyişleri? Bence her hissedişinde içi cız etmiştir, evlatlarının o hâlinde. Baştan sona dünyayı inleten bir kurtuluş efsanesindeki kahramanların şimdi inlemesi çok mu kolaydı? Tüm dünya bir milletin zaferleriyle çalkalanırken, şimdi o milletin küçücük yüreklerine yerleşen acıya bakıyordu. Acı verici olmalıydı Atatürk için, o da istemezdi böyle olmasını. Bilse o da doğardı her fotoğrafından, her anısından. Ama bilmiyordu ki… Belki de böyle olması gerekliydi, karşı gelemezdi çünkü o da çok yıpranmıştı. Evlatlarının onu anlayışla karşılayacağını düşünüp eşsiz ruhunu Yüce Yaradan’a teslim etti.
Pek de anlaşılır olmayan plaklarıyla öğrendim ben Atatürk’ün sesini. Her ders kitabımın en güzel yerlerindeki resimleriyle gördüm onu. Bir gün o resimlerden tekrar doğacağını hayal ettim sürekli. Keşke Atatürk ansızın açsaydı ya kapıyı, sınıftan içeri girip bizimle ders dinleseydi. Öğretmenin dersi bölmesine izin vermeseydi de saygı ve hayranlıkla bize uyup derse katılsaydı. Sorular sorup sınasaydı bizi, biz de soru sorsaydık… O da tecrübelerini ve engin kişiliğini katarak cevaplasaydı. Çok şey değil mi bunlar? 10 Kasım 1938 tarihinde 9.05 ten önce hiç de zor değildi aslında Atatürk’ün el sallaması talebelerine. Son zamanlarında kendi elleriyle inşa ettiği aziz vatanının altın çocukları onu gözyaşlarına boğmuşlardı. Keşke o dönemde yaşasaydım da, dünyayı dize getiren büyük önderin bir avuç öğrenci sayesinde gözyaşlarına boğulmasını görebilseydim. Bir komutanın da bir BABA olabileceğini kendi gözlerimle görseydim. O BABA’nın tanımadığı tüm çocuklarını ağlatabileceğini, buna karşılık onun da ağlayabileceğini görebilseydim keşke. Dahası, bir babanın da evlatlarına gösterebilecek bir sevgisi olduğunu görseydim. O ezberlediğim yüz hatlarındaki güzel gözlerin de benimkiler kadar basit olmasa da ağlayabileceğini kendi gözlerimle görseydim… Ama ne yazık ki öyle bir şey yaşamadım, yaşamayacağım… Çünkü O bir mucizeydi, geldi ve gitti… Bir sonraki nesilden Atatürk çıkar mı bilinmedi hiçbir zaman, ama benim ümidim yok bu konuda. Çünkü Atatürk gibi biri bir daha yaşamaz bu topraklarda, yaşasa da Atatürk gibi değil Atatürk’ün oğlu/kızı olur ancak. Daha fazlası değil…