Aralık ayı kapıya dayanmış alacaklı gibi kapıyı çalıyordu. Eğer açarsam kar taşıyan bulutlarıyla içeriye gireceğini biliyordum. İstemiyordum soğuğu. İstemiyordum karları. İstemiyordum kışın o hüznünü. Kışın hüznü etrafımı kapladığında yıllardır tuttuğum gözyaşlarımın düşmesinden endişe ediyorum. Düşmemeliler. Saklandıkları inlerinden çıkmamalılar.
Canım yanıyor. Her bir kar tanesi kendini evinden, içinde bulunduğu buluttan yeryüzüne paraşütsüz bir şekilde attığında tenimi bir bıçak sıyırıyor. Bu her kar tanesinin düşüşünde bu döngü devam ediyor. En sonunda tenimde çiziklerden bir harita oluyor. Gidilecek bir rota var. Çok da uzak değil. Birkaç kaldırım, birkaç metre şerit ve birkaç tane trafik lambasını aştıktan sonra hemen ileride.
Kahverengi tahta stor perdenin görünen kısımlarından, on sekizinci kattan dışarıyı seyretmeye devam ettim. Yapacak başka neyim vardı ki? Tenime çizilen rotaya gitmeyecektim. Aklım başımdayken oraya gitmek istemiyordum. Fakat beş dakika sonra ne olacağını bilemezdik. Beş dakika sonra aklım yerinden uçabilir ve ben kendimi o rotaya ilerlerken bulabilirdim. Her an, her şeyin olması muhtemeldi. Bunun önüne geçilip de engel olunamazdı.
Yeniden ve yeniden yaşamım zemheri bir gecede nefes alıyordu. Böyle geceler bedenimi bir tabuta koymuşum da üzerine bir de kibrit çakıp beni denizin hırçın sularına teslim etmişler gibi hissettiriyordu. Bu his yakıyordu, kavuruyordu, acının en alasını yaşatıyordu. Nefes almaya bile izin vermiyordu.
Aralık ve ocak ayını birbirine bağlayan gece olmuştu ne olduysa. Hayatımız yıkılmıştı, benim umutlarım, mutluluklarım, gülüşlerim kar tabakasının altında kalmıştı. O kar tabakasını saç kurutma makinesiyle kurutup içinden kurtaramamıştım hiçbir şeyi. Kimler basmıştı pis ayakkabılarıyla kar tabakasına? Kimler ezmişti pis burun ayakkabıları ile gülüşlerimi?
Parçalanıyor gülüşlerim, bitiyor umutlarım, sıcak yuva adı verilen ebeveynlerim beni terk ediyor. Bir başıma kalıyorum dünyada. Kimsesizim. Öylesine kimsesiz hissediyorum ki, o yaşlarda birinin nasıl böyle şeyler hissedebildiğine şaşıp kalıyorum.
Halk arasında küçük yaşta olgunlaşmak oluyor bu. Çocuk ruhunu yerin on dokuz metre derinine gömüp hayattan kopup o toprağa seninde girmemen için bir dala tutunmak gerekiyordu. Ben o dala iki elimle tutunmadım. İki el bana yetmezdi. Bende dala bütün vücudumla sarıldım. Kollarımla, bacaklarımla, gövdemle. Bilmediğim bir şey vardı o zamanlar. Mesela o sarıldığım incecik dalın ağırlığıma dayanamayacağını bilmiyordum. Uçurumun en dibinde kalan taşlı zemine düşüceğimi de bilmiyordum.
Zemini tatmıştım, soğuk rüzgarı açıkta kalan tenimin her yerinde hissetmiş, ölümü tatmıştım. Ölümün o acı tadı damağımda kalmıştı. Bir an gerçekten öleceğim sandım. Ölümle burun buruna olan konumundaydım o an. Seksek gibiydi bu. Çizgiye bastığında veyahut çizginin dışına çıktığında oyun bitiyordu. Çizgiye basmadım, çizginin dışına çıkmadım. Karşıma başka bir dal çıktı ve ben can havliyle o dala asıldım. Artık yeni umudum oydu. Yeni hayat dalım. Beni hayata bağlayacak bir parça bulmuştum.
Hayatımın fecâati ailemi kaybettiğim o kahrolası yılbaşı gecesiydi. Şüphesiz ki buydu. Başka hiçbir acı beni bu denli etkileyemezdi. Başka hiçbir olay gözlerimden bir damla yaşın düşmesine neden olamazdı. Etkilemedi, olmadı.
Ne çok sevdiğim bir oyuncağı almadıkları için zırladım, ne istediğim pastanın aramosı farklı diye onu yememezlik yaptım, ne bana bağırdıklarında odama çekilip yastığımı gözyaşlarına boyadım, ne hoşlandığım kişinin bir sevgilisi olduğunu öğrendiğimde bir köşeye çekilip içimi çeke çeke ağladım, ne en sevdiğim dondurmamı yerken bir şeyin ilgimi çekmesi ve oraya yönelmem sonucunda külahımda eğreti duran dondurmam yere düştüğünde üzülmedim, ne okulda ailesinin geçmişi yüzünden dayak yediğinde ağlayan birisi oldum, ne de sınıf arkadaşlarımın harika aile ilişkilerini gördüğümde duygulanmadım. Ben bunların hiçbirini yapmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
More Than Words // chanbaek
FanfictionOnu ilk gördüğümde eski gitarının toz tutmuş tellerinde tatlı melodiler, pembe dudaklarının arasından dökülen, yerde acı içinde kıvranan çocuğun dudaklarından dökülen kelimeler ile eş değerde acıtan acı dolu kelimeler vardı. Ben ağlıyordum. O, gözle...