İnanılmazdı her şey. İki yıl olmuştu. Bir mor gül masum bir bahane olmuş, birbirini gerçekten hakeden iki kişi, umuttan tuğlalar bir düş kalesi örmüşlerdi.
Her şey öyle güzeldi ki!Yeşilliklerin ışıkla süslendiği bir üniversite yerleşkesinde, gece yarısı yürüyüşleri bambaşka oluyordu.
Hele de Ömer ve Füsun için bu yürüyüşler ve yürüyüşlerin sonunda bir bankta oturup gökyüzünü seyrederken birbirlerine sarılmaları dünya dillerindeki hiçbir kelimeyle tarif edilemez bir mutluluktu.Füsun aşka inanmıyordu, ama artık inanmadığı bir şeyi yaşıyordu.
İnançsızlığını asıl yıkan yine bir gece, bankta otururken dizlerinde yatan Ömer'in Füsun'un gözlerine bakışıydı. Ay ışığıyla birlikte, Ömer'in gözlerinde öyle bir fener parlamıştı ki, sonsuz karanlıktaki asi bir kibrit gibi Füsun'un aşka karşı hissettiği karanlığı bu iki fener gündüze çevirmişti.Çağla'ya böyle anlatıyordu yaşadıklarını. 'Aşk var ' Çağla dedi inançlı gözlerle.
"O'nu hissediyorum. Dokunamadığım bir elmas gibi.
Şuramda.
Belki de tüm bedenimde.
Hafif mutluluğu anımsatıyor.
Ama çok daha farklı...
O'nun gibi tek bir duygu değil...
İçinde hüzünde var.
Hırs ve durgunluk da bazen...
Farklı ama güzel..."
"Bu ne hız kızım" dedi Çağla.
"Sen şair olmuş çıkmışsın" diye ekledi.
Gülüştüler. İçten ve sıcak gülümsemelerdi bunlar.
"Sen şimdi mutluluğun resmini de çizersin" dedi Çağla Füsun'a gülümsemeye devam ederek.Füsun gülümsemelerini rafa bırakırcasına nazikçe bir kenara bıraktı ve hazırlık sınıfındayken Ömer'in mor gül yapraklarıyla süslediği kitap hediyesinden sonra Füsun'un kendi defterine çizdiği mor gülü gösterdi Çağla'ya ve sevinçle ağladı Füsun.
"Sen bunu hakettin. Sen gülümsemelerin en güzelini hakediyorsun, canım arkadaşım benim" dedi Çağla.
"O'nu gerçekten çok seviyorum" dedi Füsun.
"Benim için o kadar çok şey yaptı ki..."
"Biliyorum" dedi Çağla.Füsun pencere kenarına gitti ve gökyüzüne baktı.
Oradaki en parlak yıldızı seçti ve Çağla'ya gösterdi.
"Bak, Ömer orda. Her gece beni bekler.
Gökyüzümüzde..
Gülümsememizi çeyrek geçe... "Bir gece Füsun, bir arkadaşında kalıyordu.
Ömer aradı.
Aşk dolu konuşmalarından birini yaptı.
Füsun,
"Yıldızım?" dedi.
"Efendim bebeğim?"
"Seninle güneşin doğuşunu izlemek istiyorum. "
"Sabah 5 buçukta hazır ol o zaman" dedi Ömer.
"Harikasın aşkım"
"Bir şey söyleyeceğim" dedi Füsun.
"Efendim güneşim?"
"Seni seviyorum"
"Ben de seni gözbebeğim"
Telefon kapandığında, Füsun'un çılgınlıklarına Ömer'in hiç tereddütsüz ortak oluşuna Füsun'un arkadaşı şaşkınlıkla izledi.
"Füsun var ya siz zır delisiniz, saf, katıksız delisiniz."
"Ne diye, güneşin doğuşunu izliyoruz diye mi?"
"Ya mis gibi yatağında uyu, n'apacaksın güneşin doğuşunu Allah'ın işi işte doğuyor, batıyor... "
"Sude sana bir odun ayarlamak lazım. Zerre kadar romantik olmaz mı bir insan yaa.
Sen fosur fosur uyu.
Ben güneşin doğuşunu izleyeceğim. "
Sabah olduğunda, Ömer ve Füsun bir yamacın kıyısında oturmuşlar, gecenin en soğuk anını güneşin feryadıyla ısıttığı o rengârenk sahneyi izliyorlardı.
Muhteşemdi.
Renkler birbiriyle sarmaş dolaş, doğanın tüm güzelliğini kendi tenlerince ifade ediyorlardı.
"Burada sonsuza dek kalabilirim" dedi Füsun ve kollarıyla Ömer'in sol kolunu sardı ve başını Ömer'in sol omzuna koydu.
Birbirlerine baktılar.
Gözleri birbirine değecek kadar yakındı.
Küçük bir öpücük güneşin ilk ışıklarıyla birlikte yayıldı dudaklarına.Artık sadece mutluluk vardı içlerinde. O an dünyanın diğer bütün duyguları kayıptı.
Güneşin şahitliğinde gün gibi, içlerindeki karanlık zindanların kilidi de kırılmış, tüm savunmasız hisler aydınlığa kavuşmuşlardı.Ömer, Füsun'un gözlerinin içinde kaybolduğu bir anda, Füsun'un sesini duydu,
"Bana neden herkes gibi bakmıyorsun, neden bu kadar özelsin?"
"Güneşi seyrediyorum ben" dedi Ömer.Herşey kısa ve özdü. Bu sözün üzerine ne denirdi ki? Herkes Füsun'daki ışığı bile göremezken, Ömer tüm yaşamın kaynağının O'nu gözlerinde olduğunu biliyordu. o yüzden, öyle anlamlı bakıyordu Füsun'a.
Gülümsemeleri çeyrek geçe doğuyordu güneş...
Önce kalplerinde, sonra gözlerinde...'Hayat ölmek riskini göze almaktır' ya hani, Ömer ve Füsun da bir düşü gerçekleştirmek için o düşü göze almışlardı.
Neyse ki korkulan olmamış, birbirlerine aynı düşlerindeki rollerle bağlanmışlardı.
Çok büyük kavgalar edip, birbirlerinden nefret de edebilirlerdi ve bir gerçek için eşi benzeri olmayan bir masalı bir düşü kaybedebilirlerdi.
Şimdi ise bir düşü gerçek yapmak için, ona dokunabilmenin hazzını yaşıyorlardı...
Zamanın, arkasına dönüp bakmadan dörtnala geçtiği dönemdi.
Küçük kızımız Füsun büyümüş, üniversiteden bir yıl önce mezun olmuştu.
Ömer ise 28'ine merdiven dayamıştı.
Tüm zamanını dolduracak işleri nereden buluyorsa buluyordu.
Bir dergide yayın Müdürlüğü, bir tiyatroda oyun yazarlığı, akşamları da evlere giderek özel öğretmelik yapıyordu. Bütün bu işlerinin arasında Füsun'u asla yalnız bırakmıyor, bulduğu her fırsatta O'na, varlığını, güzel bir tebessüm eşliğinde hissettiriyordu.
Bir heyacanı yıllara böylesine yayabilmek her ilişkinin harcı değildi, ama Ömer ve Füsun'unki herkesinkinden çok farklıydı.
Popüler kültürün ayaküstü sevişmeleri gibi basit olmadı birbirine dokunmaları.
Onların derdi bedenden çok ruhtu.Füsun'un "Savaş benimle!" demesinin üzerinden 4 yıl geçmişti. Bu dört yıllık savaş, kaybedenin olmadığı bir meydan muharebesiydi.
Kimseninki gibi değil, ama kimseden saklı da değil.
Ömer Füsun'la savaştıkça,
aşk, gizli bir hazine gibi Füsun'da gün yüzüne çıkıyor, geçen her saniye bir aşkın ölümüne değil, bir güneşin doğuşuna şahitlik ediyordu.Aylardan Kasım'dı.
Bu aşkı başkalaştıran ay, artık Füsun'la Ömer'in de aşkını başkalaştırmalı, aşkın ismini evlilik defterine silinmez harflerle kazımalıydı. Ama nasıl?Ömer bu özel anı nasıl yakalayabileceğini, Füsun'a nasıl evlenme teklifinde bulunabileceğini düşünüyordu.
Yaşadıkları her andan, daha anlamlı daha güzel bir an olmalıydı bu...
Füsun yağmurlu o günde alışveriş yaptıktan sonra eve dönmeye karar verdi.
Elleri dolu şekilde kapının önünde anahtarı koyduğu cebini aradı.
Ablasıyla aynı evde kalıyordu.
Ablasının işten gelmesine bir-iki saat vardı ve Füsun yemek hazırlamak için acele ediyordu.Kapı açılır açılmaz, Füsun'un dudaklarından "Aman Allah'ım" diye iki kelime döküldü.
Ev, mor güllerin istilasına uğramıştı.
Her yer, mor gül yapraklarıyla kaynıyordu.
Bu, Ömer'in marifetiydi, ama yine de Füsun neler olduğunu merak etmeden duramıyordu.
O an, mor yaprakların birine dokundu ve kokladı o yaprağı.
O sırada yaprağın arkasında bir yazı gördü.
'Füsun, seni seviyorum.' Sonra diğer yaprakları çevirdi. Her birinde başka bir güzel söz yazılıydı.
"Deli bu çocuk" dedi Füsun. Gülümsemeleri gül yaprağının morluğunu bastıracak kadar büyük ve anlamlıydı.
Çünkü öyle büyük bir çabanın eseriydi ki şu evin hali...
Bunca gül yaprağına bunca söz yazmak, Ömer'in günlerini almış olmalıydı.
Bazı gül yapraklarının hafif solmaya yakın halleri, bunun en güzel göstergesiydi.Mor güllerin arasında, kırmızı ve nadir yerleştirilmiş gül yaprakları ilişti birden Füsun'un gözüne. Bu yapraklar, tek sıra halinde sıralanmıştı, sanki Füsun'u bir yere yöneltmek ister gibi...
Füsun, kırmızı gül yapraklarından birini aldı ve arkasına baktı.
Umduğu olmadı.
Arkası yazılı değildi.
Kırmızı yaprakları takip etmeye başladı.
Okunmamış mor yapraklar her yeri sarmış, kırmızı yapraklar ise bir akarsu gibi hedefine hızla akıyordu.
Füsun, yatak odasının kapısını açtığı an, içindeki heyecan, tarif edilemez derecelere ulaştı.
Füsun'un yatağının üzerinde, gül yapraklarıyla,
'Benimle evlenir misin?' yazıyordu.
'evet' demeyi çok istedi o an, ama bu atmosferi iyice solumak, bu düşü en ince ayrıntısına kadar yaşamak isteği susturdu O'nu.
Gül yapraklarının arasından seçtiklerini okumaya devam etti Füsun.
Yatak odasındaki yaprakların her birinin arkasında, aynı şey yazıyordu 'Benimle Evlenir misin'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bu biZim MasaLımız
Non-Fiction'Sen bana geÇ kaldın' adlı hikâyenin Alternatif Versiyonu