1.

100 15 10
                                    

Yaşı 17 olan bir insanın içinde ne tür büyük bir fırtına kopabilidi ki? Kendini ölüme terk edecek kadar onu ne üzebilirdi?


 Sınıf öğretmenimizin düzenlediği bir etkinlik vardı. Hepimiz sınıfa yiyecek getirmiştik. Sıkıcı bir ortamdı, Esra'nın sözüyle gözler biraz daha açılmıştı.

-Su, yeni biri geldi!


Kapıdan içeriye siyahlar içinde, muhtemelen bizden birkaç yaş büyük olan bir çocuk girdi. En arka sıraya ilerledi ve sınıfa göz gezdirdi. Oldukça sessiz, içe kapalı ve çokça siyah gözükmesi hepimizin aklında soru işaretleri oluşturuyordu.


 Öğretmen içeri girdiğinde yoklama almaya başladı ve sessiz çocuğun adını öğrenmiş olduk.


"Ateş Çağlayan"


 Adını duyunca ayağa kalktı;


"Adım Ateş, Konya'dan geliyorum ve yalnızlığı seviyorum hepsi bu."


 Bu cevaptan sonra aklımdaki soru işaretleri çoğaldı. Zilin çalmasını iple çekiyordum. Böylece konuşup birkaç şey öğrenebilirdim. Bunları düşünürken en yakın arkadaşım Esra;


-"Baya atarlı bir tip değil mi?"


+"Kaç dakika kaldı?"


-"Efendim?"


+"Zilin çalmasına, kaç dakika kaldı?"


-"Dört ya da 5 dakika olması gerek."


 Ateş sweatini kolundan yukarıya sıvadı ve oldukça pahalı ve yeni görünen saatine baktı. Tam o sırada zilin çalmasıyla birlikte tüm sınıf kapıya yöneldi. Ateş'te koridora ilerliyordu ve ben de yanına gittim.

 Elini uzattığında elleri dikkatimi çekti, dövmeleri vardı. Sadece ellerinde değil, boynunda da siyah bir gül dövmesi vardı. Gözleri iç açıcı bir kahverengiydi, kendimi görebiliyordum. Yıllardır beklediğim eli tutmuştum.


+"Ben Su"

 

 Yüzüme "derdin ne?" bakışı attığını gördüğümde kafamdaki cevapsız sorulardan birini sordum.


+"Konya gibi büyük bir şehirden ne için bu küçük semtteki bir özel okula geldin?


-"İnsan bazen aklını bedenine sığdıramaz ve çözümü standartlarını küçülterek arar."


 Yüzüne anlamaz bir ifadeyle bakmama rağmen o soğuk bakışları hala değişmemişti. Çok değişik bir karakteri olduğunu düşünüyordum, ona bakmak irkilmeme sebep oluyordu, göz altlarının mosmor olması gözüme batıyordu. Hep uykusuz muydu acaba?


+"Güzel cevaptı."


-"Güzel."


 Emin bir adım attı ve geri çekildim. Aşağıya iniyordu ve ben de İngilizce öğretmenini bulmak için aynı yönde merdivenlere ilerledim. Koridora indiğimde öğretmeni bulamadım fakat Ateş oradaydı, tüm gözler onun üzerindeydi. Her ne kadar on birinci sınıf görüntüsü oluştursa da aslında dokuzuncu sınıftı ve bu biraz garip geliyordu. İnsanların onun hakkında konuştuklarını duyabiliyordum. "Simsiyah", "asi" gibi sıfatlar dile getiriyorlardı. Ateş merdivenlerden aşağı inmeye devam ediyordu, bahçeye ineceğini düşünerek peşine takıldım.

 Ateş okul kapısından dışarı çıkınca merakıma yenik düştüm. Çok hızlı yürüyordu ve beyaz ipince kulaklığı kulaklarındaydı. Sessiz, sakin bir sokağa girdi, siyah, kamuflaj desenli cekedinin cebinden bir paket sigara çıkardı. Sigaradan oldum olası nefret etmişimdir, dumanına dahi tahammül edemem. 

 Yanına yaklaştım, beni gördüğüne emindim fakat görmezden geliyordu. Elindeki dövmelerin anlamını sormanın güzel bir başlangıç olacağını düşündüm. Yanında durduğum anda kulaklığını kulaklarından nazikçe çıkarıp bana baktı.


-"Müzik dinlerken rahatsız edilmekten pek hoşlanmam."


+"Şey, ben de. Bilmiyordum özür dilerim."


 Benden sadede gelmemi isteyen bir bakış attığında ona parmağındaki harflerin ne anlama geldiğini sordum.


-"Life ve Time, hayat ve zaman anlamında."


+"Peki ya boynundaki?"


-"Neden bu kadar kurcalıyorsun?"


 Kurcalamak mı? Ciddi miydi bu. Sadece konuşmak istemiştim. Sanırım o dövmelerin derinlerinde onu inciten bir şeyler vardı.


+"Yalnızca boynundaki dövmenin anlamını sormuştum."


-"Yeni gelen birine karşı neden bu kadar yakın davranıyorsun anlamadım. Boynumdaki dövmenin anlamı karanlığı temsil eden bir gül, tek merak ettiğin buysa."


+"Bunu en başından söyleyebilirdin. Yalnızca tanışmak istemiştim neden bu kadar büyüttün?"


 Bizi ve bulunduğumuz konumu gözüyle işaret ettiğinde düşünceleri hakkında haklı olduğunu anladım. Biraz takıntılı olduğumu düşünmüş olabilirdi. Bu imajı hemen kesmek için onu orada rahat bırakmam gerektiğini düşündüm.


+"Geç kalma, hoca geç gelenleri almaz "Ukala Bey." "


 Bunu dedikten sonra hafifçe sırıtmıştım, giderken arkamdan bir fısıltı duydum.


-"Siyah Bey."


 Arkamı döndüğüm an gülümsemesini yüzünden çekmiş gibiydi. Soğuk değildi aslında ama onu taşlaştıran bir şey vardı. Böyle  kaba tipler her zaman sinirimi bozmuştur fakat bu çocuğu taşlaştıran şeyin ne olduğunu öğrenmeliydim. Bu soruyu aklıma takıp başımın etini yemek istemiyordum.






Siyah BeyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin