Her zaman insanlar karșısında dik durmaya çalıșan "güçlü bir genç kız" imajı yaratabilmek için çabalayan, kendince de güçlü bir kiși olduğuna inanan birisi oldum. Duygusuz, ağlamaktan nefret eden, güya üzülmek nedir bilmeyen..
Sahi, neden benim de üzülebilen, kırılabilen bir insan olabileceğim aklıma gelmedi? Ben kendime bu șekilde davranırken insanlar bana nasıl davranabilirdi ki?
Yaștan mıdır yoksa toyluktan mıdır bilinmez (toyluk ile yașın birbirinden bağımsız olduğunu düșünüyorum) bunu çok geç farkettim. Ve ne yazık ki farkedebilmem için acı deneyimlerden geçmem gerekti.Hayatımda hep birșeyleri geç farketmenin pișmanlığını ve hüznünü yașayanlardan oldum..
.
.
.
Her sabah okula gitmek için erken saatte kalkmak, kahvaltı yapmadan evden çıkamamak, üniforma giymek zorunda olmak bana her zaman anlamsız gelen șeyler olmuștur. Sorgulamam gereken daha ciddi meseleler varken ben "neden üniforma giymek zorundayım ki?" gibi hayatımda bugün olup yarın olmayacak eften püften șeylere kafa yormaktaydım anlayacağınız.Okulu seviyordum aslında. Yada doğruyu söylemek gerekirse arkadașlarımı seviyordum. Dersler pek ilgi alanımda değildi. Okul benim için boș vaktimi değerlendirebileceğim bir alandı sadece. Arkadașlarımla (sayılı da olsa) sevdiğim öğretmenlerimle ayni ortamda bulunabileceğim bir alan. Ders boyunca kitap okuyan yada hașarılıklarıyla öğretmenlerini illellah ettiren, ders aralarında ise koșarak kendini dıșarı ilk atanlardan olan, yerinde duramayan, zayıf cılız orta boylarda, yüzünde gülücükler eksik olmayan klasik bir Türk kızıydım iște. O zamanlar hayat felsefemin "Her șeyin gülünecek bir tarafı vardır unutma ve daima gülümse" olduğuna inanamıyorum șimdilerde.
- Șimdiki hayat felsefemin "Dünya mavidir tıpkı portakallar gibi" olması, kafa olarak çokta değișmediğime kanıt mıdır sizcede? Yada "anam bacım senin dengen șașmıș hayrola"ya doğru mu gidiyorum? -
Hayatta aslında her șeyin gülünecek bir tarafı olmadığını doktorumun bana "sen ileri derecede Tüberküloz'sun (halk dilinde ince hastalık yani verem) maskesiz gezemezsin" demesiyle fark etmem biraz acımasızca olmuștu ama fark etmem için bundan iyisi de olamazdı heralde..
.
.
Her șey o kadar ani olmuștu ki.. Bir anda hayatım değișmiști sadece doktorun ağzından çıkan o kelimelerden sonra. Beğenmediğim burun kıvırdığım okul hayatım, yerini hastanede günde 2 iğne 15 iğrenç hap ve 2 serum ile değiștirmiști. Ahh hele üniformam inanır mısınız en sevdiğim eșyalarım arasında ilk sıraya yükselmiști. En sevmediğim matematik dersine bile girebilmek için nelerimi vermezdim..
.
.
.7 Yıl Önce ~22.10.2009~
22 Ekim, hastalığıma ilk teșhis koyulduğu gün. 4 gün sonrada Trabzon Çamlık Göğüs Hastalıkları Hastanesi'ne yatıșım onaylandı. Hatırlıyorumda ayakta durmayı geçtim oturamıyordum bile. Cincirikli hasta giriș ișlemleri yapılırken annem hastaların oturması için koyulan oturaklara oturmuș bende kucağına yatmıștım. Prösedür icabı giriși yapılmadan o șekildeki hastaya yatak dahi vermemișlerdi. Ve ben ilk defa insanların ve prösedürlerin acımasızlığını görmüștüm.
O yașta böyle bir hastalığa yakalanmak tabiri caizse dünyamı bașıma yıkmıștı. 16 yașındaydım ve tek derdim erken kalkıp okula üniformayla gitmekti. Taki bugüne dek. Bu günden sonraki sıkıntılarımın ise yetișkinlerinkinden bir farkı yoktu. 44 kiloydum ve ilaçların dozunu bünyem kaldırmıyordu, fenalașıyordum hemen bir serum takılıyordu ve ilaçlara ara veriliyordu. Ara verildiği için tekrar baștan bașlamak gerekiyordu ve tekrar tekrar aynı șeyleri yașamak zorunda kalıyordum. Tek kelimeyle çekilmezdi. Bunlar yetmezmiș gibi hastanede bir tane bile arkadașım yoktu. Arkadaș benim için vucudumdaki sağ kolum kadar önemliydi ve ben sağ kolumdan mahrum kalmıș gibiydim. Üstüne üstlük sanki hissetmișim gibi bir hafta önce telefonuma yüklediğim arabesk müzikleri dinlemek beni psikolojik olarak daha da yoruyordu.
Tabi o zamanlarda șimdiki gibi akıllı telefonlar da yokki uğrașasın internette gezesin. Düșün babam düșün.
Yașlı bir teyze vardi koğușumda Asiye teyze. Tek eğlencem oydu. Ben mi gülmeyi sevdiğimden bilmiyorum çok güldürürdü beni. Allah razı gelsin o günlerde ayakta durmama yardımcı olan en büyük etkenlerden biriydi. Ailem geliyordu her akșam yanıma ziyarete sağolsunlar. Çok kalabalık bir aileyiz biz. Öyle lafın geliși değil ama. Gerçekten kalabalık. beni ziyarete 15 kiși gelirlerdi ve güvenlik onları içeriye almayınca ben dıșarıya çıkmak zorunda kalırdım. Hastaneninde adını aldığı çamlıkların aralarına oturmak için banklar ve masalar koymușlardı ve karșı manzara uçsuz bucaksız deniz. Böyle anlatınca çok güzel bir yermiș gibi geldi size değil mi? Bir de yașayana sorun siz..
Arkadașlarım gelirdi sonra ziyaretime. Onları gördükçe daha kötü olurdum aslında. Herkes standart hayatına devam ediyordu, bense hastane köșelerinde.. Toyluktan heralde 'neden ben' sorusunu sorup dururdum kendime. Ha bunu neden ben neden arkadașlarım değil anlamında sormazdım asla. Sadace insanoğlu köșeye sıkıșınca sorgulayacak bașka mantıklı sebepler bulamayınca illada bir sebep bulamak ister ya, o hesap benimki. Neden benim olduğumu bilmeme ne gerek vardı ki. Bendim iște niye bukadar sorgulamak istemișim. Diyorum ya toyluk iște.
.
.
Zamanımın çoğu çamlıkta yürüyüș yapmakla yada hava bozuksa balkonda damar müzik dinlemekle geçerdi. O zamanlardan kazandığım hala daha devam eden bir alıșkanlık edindim bir de. Balkonum hastanenin girișine bakardı. Gelen geçeni seyredip ne giymiș nasıl giymiș neyi neyle giymiș kendimce moda tasarımcısı edasıyla eleștirir dururdum. 'A evladım o ayakkabı o pantolanla giyilir mi be cahilim, üstüne para verseler o kazağı üzerime giymem ben abla naptın sen, ne zevksiz insanlar ya nerden buluyorlar bunları bilmem, vallahi tasarım harikası kim yaptıysa iyi halt etmiș, gibi çocuk aklımla kendi kendime konușur dururdum. Arada Tuğba kalırdı yanımda. Halam olur kendisi ama aynı yaștayız. Evet evet biliyorum çok garip. Ama benle aynı yașta bir halam var. O olunca beraber eleștirirdik daha eğlenceli olurdu. Bir sonuçta çıkarmıștım kendimce zeksizler için. "Zevksiz tasarımcıların para kazanabilmesi için zevksiz insanda lazım, zevksiz insanların bir șey giyebilmesi için zevksiz tasarımcıda lazım yoksa ne olur halleri" diye. Ișsizlik iște.
Iște böyle biraz hayatı sorgulayarak biraz kılık kıyafeti sorgulayarak geçiyordu hastane günlerim. 16 gün sonra ise çıkıșımı yapmıștık. Son birkaç gün orayı sevmeye bașlamıștım desem bana sıyırmıș heralde demezsiniz değil mi? Ama artık evdeydim. Ve tam 2 ay okula gidememiștim. Okula gittiğim ilk günü hayal edin. Kalkmam gereken saatten 1 saat erken kalkıp kahvaltımı söylenmeden yapıp üniformamı așkla giymiștim.
Tabi bunlardan çıkardığım dersler de vardı. Ve çıkardığım ders ise "bir șeyi sen ne kadar seversen o da seni o kadar sever" olmuștu. Nefret etmek yerine sevmeye çalıșacaktım artık. Kimisi bașarılı olacaktı kimisi elbette bașarısız...
.
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Genç Kızın Mavi Hayalleri
Short StoryYașanmıșlıkları anlatma gereği duyar insanoğlu bir dosta, kardeșe, arkadașa. Bilmem neden ben kitaplara, defterlere yada boș bulduğum duvarlara anlatanlardanım. Dostum olmadığından değil de konușmaya üșendiğimden..