’Afedersiniz, üzgünüm.’’
Beynim uyuşuyor gözlerim bulanıklaşıyordu. Bunun olmaması lazımdı, bir şeyler ters gidiyordu sanki. Bu benim dünyamdı. Ne istersem o olmak zorundaydı. Kendi beynimde yarattığım insanlara çarparak koşuyordum. Muhtemelen caddenin karşısında ki St. Braun iş merkezine giden iş adamına çarptığımda elinde ki siyah çantayı yere düşürdü. İnanın bana, neden koştuğumu bile bilmiyordum. Sadece, koşuyordum. Bunu yapıyordum. Daha fazla koşmaya dayanamıyordum. Bu rüya, kontrolden çıkmak üzereydi. Durdum. Daha fazla dayanamayacağımı anlamıştım. Çıkmam gerekirken içine daha çok giriyordum. Ben durmuştum ancak, diğer insanların hepsi endişeyle beni süzüyor ve kaçışmaya başlıyorlardı. Hep bir ağızdan atılan çığlıklar, zihnimi bulanıklaştırmaya yetiyordu. Az önce çarptığım için özür dilediğim insanlar şimdi, benden korkuyor ve kaçıyorlardı. Oldukça, mantıksızdı. İki yaşında ki bir kıza ‘’hikaye yaz’’ deseydiniz, bundan daha mantıklı bir şey yaratacağına emindim. Avuçlarımı kulaklarıma bastırarak sesleri alçaltmaya çalıştım ancak olmuyordu. Bütün bunların hepsi bilinç altımda gerçekleştiği için sanki sesler içimden geliyordu. Üzerinden geçtiğim yaya köprüsünün yan tarafına güçlükle ilerledim. Her ne kadar hayal olsa da, canımı yakan şeylerde vardı. Güçlükle köprü korkuluklarına çıktığımda bir aşağıda ki denize bir de arkamda ki kaçışan insanlara baktım. Denize düştüğümde, ölmem gerekiyordu. Ölmezsem, rüyada kalacak ve denize düşüşün acısını tadacaktım. Ölürsem mi? Direk hiçbir acıyı hissetmeden, uyanacaktım. Ölmek her zaman daha cazip gelmiştir. Atlamayı kararlaştığımda son kez arkamda ki insanlara baktım. Herkes aynı görünüyordu. Sanki hepsinden beşer tane vardı ve uyumlu bir sırayla kaçıyorlardı. Hepsinin arkasında, gözüme siyah bir palto ve parmaksız eldivenler giymiş bir çocuk takıldı. Kafayı sıyırmış olduğu kesindi, yazın ortasında palto ve eldiven giyiyordu. Balımsı gözleri on metre öteden bile belli oluyordu. Diğer insanlar gibi oda bana bakıyordu ama ne kaçıyordu nede korkuyordu. Doğruca bana bakıyordu. Ona bakarken sarsıldığımı hissetmemiştim. Bir tür sersemletici gibiydi. Sanki, uyuşturmuştu beni. Köprüyü ayakta tutan bir halatın kopması ve kaçışan bir grup insanın üstüne düşüp muhtemelen onları öldürmesi dikkatimi toplamaya yetmişti. Rüya çöküyordu bu da artık zamanımın tükendiğini gösteriyordu. Ben atlamaya fırsat bulamadan köprünün diğer tarafına uzanan ayağı çökmeye başlamıştı. Köprünün gittikçe yamulması dengemi kaybettirmişti. Yani istemesem de düşmüştüm. Suya düşmüştüm ancak hiçbir şey hissetmemiştim.
‘’Elmira!’’
Nefes nefese oturduğum sandalyenin yanında bana endişeyle bakan Lilith’i gördüm. Rüyaya girdiğimden beri başımdaydı.
‘’Tam olarak kırk beş dakikadır oradasın.’’
‘’Bir şeyler ters gidiyordu.’’
Tek kaşını kaldırarak bana anlamsız bir bakış attı ve hemen ardından içeriye giren Noah’ı gözetledi.
‘’Bir şey biliyor musun Noah?’’
‘’Ne gibi?’’
‘’Rüyada, bir terslik.’’ diyerek açıkladım.
‘’İlaçlarının hepsini tam aldığına göre, bir şey göremiyorum.’’ diyerek yanıma çömeldi.
Lilith, ne yapması gerektiğini biliyordu. Derin bir iç çekerek vücudunu dikleştirdi ve geniş bodrum katından çıktı. Noah, bu konuları iki kişi olarak özel konuşmak istiyordu. Yanımız da birisi olduğunda asla konuşmazdı.
‘’Ne gibi tersliklerden söz ediyorsun Elmira?’’
‘’Dengesizlik. Sanki rüyada hareket eden ben değildim. Normal insanların gördüğü rüyalar gibiydi. Anlarsın ya.’’
‘’İlaçlarını tam aldığına emin misin?’’
‘’Ah, ev-‘’
Henüz sözümü tamamlayamadan Noah, elinde ki şırıngayı koluma saplamıştı bile. Hafifçe inleyerek şırıngayı kolumdan çıkardım ve Noah’ın bacağına sapladım. Aynı benim gibi acıyla bağırdı.
‘’Sana ilaçlarımı tam aldığımı söyledim sersem. Eksiksiz!’’
‘’Ah, biliyor musun? Bundan bir sonuç çıkardım.’’ dedi kısık ve acılı bir sesle.
‘’Ne?’’
‘’Reflekslerin çok iyi.’’
‘’Çok komiksin Noah.’’
Mavi gözleriyle gülümsemeyi deneyerek sapladığım şırıngayı çıkartıp duvara fırlattı.
‘’Her neyse, rüyada başka bir şey var mıydı?’’
Kapıdan çıkarken son sorduğu soruya anında cevap verdim.
‘’Bir çocuk vardı. Farklıydı.’’
Bu sözüm ilgisini çekmiş olmalı ki duraksadı.
‘’Hangi bakımdan farklı?’’
‘’Bilemiyorum.’’ Gözlerimi sıkarak tarif etmeye çalıştım. ‘’Yani, rüyama girebilmeyi başaran birisi gibiydi. Sanki dışarılardan bir yerden, bir casus. Rüyada yazın ortasında olmama rağmen, o çocuk uzun bir palto ve eldiven giymişti. Ben köprünün bir ucunda, o ise diğer ucundaydı. Aramızda tonlarca insan vardı. Kaçışan. Sanırım rüya kontrolden çıkmıştı. Tüm insanlar benden kaçıyor, korkuyordu. Ama o, köprünün karşı tarafında durmuş beni izliyordu. Rüyada ki insanların hepsi bana bakıyordu ama o daha farklı bakıyordu sanki. Gözlerini hatırladıkça tüylerim ürperiyor. On metre ileriden bile rahatlıkla görülebilen bal rengi gözleri vardı.’’