Tesadüf yok, bu hayat kanaviçe gibi örgün. Bir gün kendi işlenir, kendisi işler bir gün...
Yalnızlık! Sayısız hüzünlerin derinliklerindeki ayrıntıları taşıyan içli hikâyeler kanaviçesi...
Yağmurlar siyim siyim toprağa düştüğünde uyanır doğa. Güneş canhıraş busesini kondurduğunda buğulu toprağa, can suyudur Çürüyen tabiatın damarlarından...
Tomurcukları kışkırtan renk cümbüşünü canlandıran iksirdir bulutlardan düşen gözyaşları...
-Bütün renkleri özümleyen sır, doğanın haykırışı, yağmurun toprakla buluşması, güneşin en şefkatli ışınlarıyla okşayışı tabiatı... Su, hava, güneş ve toprağın bozulmayan beraberliklerinin eseri her şey.
| O, öyle kurguladığı için Sonsuzluğun Sahibi nden öyle emir aldığı için aksamadan sürmekte hayat. “Ol!** emrinin hikmetinde sakl^yünatın hikâyesi..yDyle ise Yaratan’ın koyduğu kurallar silsilesi ikliminde sürecek devran.
Gözleri arada bir buhur engelli ışıkların müsaade ettiği ölçüde dökülüyordu ulaşabildiği uzaklıklara. Odasının perdeleri müsavi bir ölçüde çekilmişti her iki kenara.
Fiskos masasının üzerinde adını “Gönül Yağmurlarım” koyduğu dikdörtgen biçiminde, şeffaf, daha çok minyatür bir sandık figürünü andıran cam bir kutu vardı. Ona “gözyaşı sandığı” da denebilirdi.
Bir kilidi ve anahtarı vardı. Gerektiği vakit açıyordu minik cam kutunun kapağını...
Hayatının gizemli bir ayrıcalığıydı bu efsunlu obje; kim¬seyle paylaşamadığı, yüreğinin mahzenlerine hapsettiği, onu hayata küstüren hazin bir hikâyenin de ortakçısıydı.
Melek Hoca'mn yıllardır gözyaşlarını akıttığı, o minyatür sandık bir efsane... Fiskos masasının değişmeyen aksesuarı gibi duruşu aldatmasın sizi. İçinde katlanmış bir kâğıt parçası ve tektaş pırlanta bir yüzük...
Hikâyesi uzun, hülasası yıllardır Melek Hoca’nın kalbini kanatan hazin bir öykü...