3. Bölüm 'Sinir'

29 5 0
                                    

Hatırlatma;

Dudakları ilk defa bu kadar öpülesi duruyordu. Elini yanağıma koyup bana yaklaştı, dudakları dudaklarıma hafifçe değdiğinde boğuk bir sesle konuştu. “Ne söylediğini hala söylemeyecek misin?” Ona cevabım kesindi. Onunda bu cevabı beklediğinden emindim.

3.Bölüm.

Dudaklarımı aralayıp kokusu ve nefesiyle karışmış oksijeni içime çektim.

“Aslında-.”

Yanımızda ki eski ve dökük binanın kapısı yavaşça açıldı. Kapıyı zorlukla açıp arada kalmamak için kendini hızla dışarı atan kişiye baktım.

“Abla?” dedi cılız sesiyle. Krem rengi, örgü ve ucunda ponponu olan şapkası uzun griye kaçık kahverengi saçlarını kapatamıyordu. Her ne kadar o koyu saçları benim kardeşim olmadığını düşündürse de, o kardeşim Elenor’du. Beyaz tenine uyum sağlamış kırmızı paltosuna biraz daha sokulup bana yaklaştı. Yeşil iri gözleri Justin’i bulduğunda Justin’in gülümsemesine karşılık tebessüm etti. İkisi de bana sorarcasına baktıklarında onları tanıştırma sırasının geldiği belli oluyordu. “Elenor, bebeğim bu Justin. Justin, küçük kardeşim Elenor.”dedim.

Justin, onun boyuna gelebilmek için bir dizini yere çöktü. Bu garipti. Elenor ilk tanışmalarda hiç iyi değildi. Konu pek bu sayılmazdı yani özgüvenli bir çocuktu o. Hatta hayatımda gördüğüm sayılı cesurlardan biriydi ama kendini hep garip biri olarak tanıtmaktan insanların onu yanlış anlamasından hep korkmuştu. Fakat şimdi hiç ürkmeden Justin’in karşısında dimdik duruyor ve ona gülümsüyordu.

“Merhaba, Elenor. Tanıştığımıza çok memnun oldum.” diyerek elini kibar bir şekilde ona uzattı. Elenor, nerede nasıl konuşacağını benden bile iyi bilirdi. “Merhaba, Justin. Sanırım sana abi demeliyim ha?” dedi kaşlarını hafif havaya kaldırıp. Justin, onun bu tatlı haline güldü.

“Hayır, aslında bana Justin dersen daha mutlu olurum.” Elenor ona gülümseyip “Pekala.” dedikten sonra bana döndü.

“Neden dışarı çıktın bebeğim?”diye sorduğumda kaşları hafif eğilmişti.

“Şey, annemle sesini duyunca belki çikolata almaya gideriz diye dışarı çıktım. Çikolata alabilir miyiz, lütfen?” diyerek köpek bakışı attı.

“Tabi ki alabiliriz hayatım.” Dedim ve elimi ona uzattım. Elenor elimi tuttuğunda çoktan eğildiği yerden kalkmış yüzünde saf bir tebessümle bizi izleyen Justin’e döndüm. Pekala, ona ne diyecektim, az önceki yaptığımız o saçma şeyden sonra saçmalamamam gerekirdi. Beklide teşekkür ederek onu göndermeliyim, bu uygun olurdu sanırım.

Tam ağzımı aralayıp konuşmaya başlayacaktım ki Justin benden önce davrandı.

“Aslında bende yiyecek bir şeyler almalıyım. Neden birlikte gitmiyoruz.” dedi. Elenor’a baktıktan sonra gülümseyerek bana döndü. Bu teklif Elenor’un da hoşuna gitmiş olmalı ki o da sevecenlikle bana döndü. İkisi de o kadar tatlı bakıyorlardı ki her türlü şeye evet dedirtebilirlerdi. Sesli bir nefes verip “Madem sende gidecektin, birlikte gidelim öyleyse.”dedim. Ben öyle diyince sanki ikisi de annelerinden önemli bir şey için izin almışlar gibi sevindiler. Justin kollarını Elenor’a uzattığın da Elenor istekle elimi bırakıp onun kucağına atladı. Justin o nu havaya fırlatarak kucağına alıp arabanın arka tarafına yerleştirdi. Arkalarından ilerleyip ön koltuğa oturduğumda Justin de yerine yerleşmişti. Az önceki birbirlerine olan bu yakınlıkları da neydi? Justin’in bu kadar çocuk sever biri olacağını hiç sanmıyordum. Bakalım daha bizi ne kadar şaşırtacak?

“Sinir.” Diye tısladım kendi kedime. Daha doğrusu ‘sinirler’ demeliydim. Justin centilmenlik yapıp Elenor’un tüm aldıklarını kendi ödedi. Onu geri çevirmek için teşekkür ettiğimde, ‘üzgünüm ama senin için almıyorum bunları, bunlar Elenor için.’ deyip beni kenara ittirmişti.

Hah bende bir an değiştiğini sanmıştım ama o hala sinir.

Birbirleriyle şakalaşarak önümden geçip arabaya doğru yürüdüklerinde ikisinin de umrunda olmadığımı bir kez daha anlamış oldum. Arabaya oturduğumda birlikte şarkı mırıldanıyorlardı. Justin bana baktıktan bir süre sonra arabayı çalıştırdı.

Sabah-kafe-

“Bir kahve daha alabilir miyiz?” diye bağıran adama dönüp “Bir saniye.” diye mırıldanıp mutfağın olduğu bölüme yürüdüm. Saat 11.00 olmasına rağmen Justin gelmemişti. Marry dün gece yüzünden berbat bir halde kafeye geldiğinde onu göndermek zorunda kalmıştım. Jake’in ise Londra’da acil bir işi çıktığı için gitmişti. Duvarda asılı olan telefonu alıp duvardaki Justin’in yazılı numarasını tekrar aradım. Sinirden kafayı yemiş olmalıyım ki melodiyi duyuyor gibiydim. Dur bir dakika! Bu gerçekti. Telefonu yerine bırakıp hızla mutfaktan çıktım. Justin gözlüğünü çıkarıp deri ceketine attığında bana sinsice sırıtmıştı. “Günaydın.”

“Günaydın mı? Şu saate bak Justin, öğlen oldu ve sen hala ‘günaydın’ mı diyorsun?” dedim sinirle kolumdaki saati havaya kaldırıp camına tırnağımla vurarak. “Hey hey, sakin ol.” dedi elini teslim olurmuş gibi ya da kendini korurmuşçasına kaldırarak.

“Tanrım! Çabuk gel ve bana yardım et.”dedim.

 Ona trip atamazdım değimli sonuçta onun da bir hayatı vardı ve bu beni ilgilendirmezdi. Hızla ceketini çıkarıp önlüğünü bağladı ve siparişleri götürmeye başladı.

Onun bu değişken tavırları çok garip ve alışılmazdı. Bazen çok yumuşaktı ona iyi davrandığımda ise hemen o aptal sırıtışını yüzüne koyup bana ya laf sokuyor ya da sarkıyordu. Kafamı hafif yanlara sallayıp bende ona yardım etmeye başladım.

“Justin yerleri süpürdüm şu viledayı getirir misin?” Dirseğimi süpürenin başına koyup çenemi de elime dayadım. “Justin?” cevap yok. Ne halt yiyor o orada? Bir anda mutfaktan gelen cam kırılma sesleriyle irkilip oraya doğru koştum. Justin, elleri kanlı biçimde yere çökmüş ve……

Don't Leave MeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin