Günaydın. Bugün standart arzularımdan farklı bi arzuyla uyandım. Şuraya buraya gitmek istiyorum, şunu bunu yemek istiyorum gibi değil. İkiye katlamak istedim bugün uçurumları. Ama istediğim diğer herşey gibi bunu da beceremedim. Bir arzumu zorunlu olarak es geçmiş bir halde uyandım bugün. Aslında denemeye de çalıştım ama kaça katladıysam uçurumları daralan mesafeler değil ben oldum. Pes etmiş bir şekilde uyandım bu sebeple. Yataktan çok zor doğruldum. Yastığa gömülü olan kafamı tavana ve tabana paralel değil dik hale getirmek için epey bir uğraştım. Zebra modelli lanet perdemin aralarından gözümün içine işleyen güneş ışıklarına küfrederek kalktım yataktan. Her sabahki gibi makyajımı silmeme rağmen enteresan bir biçimde olmayan makyajım akmış, gece bir yandan sensörlü ışığı annem geliyor mu diye kontrol ederken bir yandan arkası arkasına yaktığım sigaralar ağzımda brokoliden daha iğrenç bir tat bırakmıştı. Yatağım ile banyo arasında da bayağı bir mesafe vardı ve bugün attığım her adım beni vedaya bir adım daha yaklaştırdığı için felç kalmak istiyordum. Ama istediğim diğer herşey gibi bunu da beceremedim. Paşa paşa kalkıp banyoya gittim. Yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Aynaya baktım. Şimdi akmış makyajımı temizlediğim için daha az pandaya benziyordum ve dişlerimi fırçaladığım için ağzım hiç yoktan lağım çukurundan daha idealedi. Ama aynaya baktığımda dikkatimi çeken bunlar değildi. Bugün bir daha yalnız kalacağımı gördüm gözlerimde. İşte o benim gerçek korkumla ilk kez yüzleştiğim andı. Tam anlamıyla yalnız kalıcağımı ve yalnızlık kavramının aslını kavramaya,zihnime yerleştirmeye çalıştığım ilk an. Gözlerimi aldım aynadan hızlıca ve kahvaltı hazırlamak için mutfağa geçtim. Zaten kendime daha uzun süre bakmaya mecalim de yoktu. Kahvaltı olarak adlandırdığım ekmek üstü çikolatayı mideye indirdikten sonra benimle birlikte aynı ekmeği mideye indiren kıza baktım. Kafamda bir milyon tane düşünce dönüyordu ama ben gülerek sohbet etmeye çalışıyordum. Saat sabahın 11 iydi. Kişiye göre değişir tabi bize anca o saatlerde sabah. Gece 5 de yatmıştık o gün. Bu da büyük bir pişmanlığım. 6 saat uyumayı tercih etmek yerine daha fazla beraber olmayı tercih etmeliydim. Otobüsü 13.20 deydi ne de olsa. Artık sen gelirsin ben gelirimi yoktu. Artık bir kalan vardı bir giden. Evet şuan kalanım, geçen hafta gidendim, ondan önce bir daha kalan olmuşluğum var ve bir keresinde birinden daha gitmiştim. Yani anlayacağınız değer verdiğim ne varsa ya ben geride bıraktım ya o beni geride bıraktı. Aldığım en büyük yaraları hep o mesafelerden aldım. Her seferinde kabuk bağlayan o yaranın kabuğu tekrar tekrar kalktığından artık kabuk bağlayamayan o yaranın büyük bir izini taşıyorum. Evet, günaydın, bugün odamdaki saatin tik tak sesleri nefes alış verişlerime engel oluyordu. Odamdaki o saatin yaklaşık 2 yıldır bozuk olması ufak bir ayrıntı tabiiki. Açık açık anlatmaya kalksam birine içinden çıkamam biliyorum. Klişe laflar duymaktan içim sıkılmıştı çoktan. "Alışırsın buraya nolucak hızlı ortam kurarsın." , "Arada bi gider gelirsin kopmazsınız zaten." . Gerçekten birinden daha böyle bir nasihat duyarsam elime gelen ilk sivri şeyi alnının ortasına fırlatıcam. Sohbete çok yer veremediğimiz bir gündü bugün. Sadece bir kez derin bir nefes alıp ona valizinin hazır olup olmadığını sordum. O da eminim ki boğazı düğümlenmiş bir halde bana en düşük ses tonuyla "evet"dedi. O cevabı duymamı istemiyormuşçasına. Bende pek duymak istemiyordum açıkçası. İkimiz de birbirimizin istediğini yaptık. Otobüsü kaçırmamak için 1 saat önce çıktık evden. Yol boyu dısarı baktım. Bu şehirde beni ne bekliyor diye düşündüm uzun uzun. Camı açtım, havayı kokladım biraz. Sağımızda bulunan saçma küçük köy yüzünden o yol tezek kokuyordu. Şehre alışmaya çalışırken yanlış yerde havayı kokladığımı farkettim. Kapattım pencereyi sonra. Kafamı sola çevirsem giden insanı görücektim ve bünyem şuan buna hazır olmadığı için öndeki koltuğa dayadım kafamı. Otogara girdiğimizde kaldırdım. Otoparkta yer olmamasına çok sevindim nedense. Hayatımda beni kötü etkileyen her olay sorunsuzca tıkır tıkır işliyordu ama beni ufacık da olsa gülümseticek bir olay varsa mutlaka bir pürüz çıkıyordu. Otoparkta yer bulamamamız ilk kez benim için kötü bir olayın pürüzü oldu. Aslında buna sevinmek son derece saçma. Sanki otopark dışına park edemeyeceğiz. Salak kafam işte. Belki otobüsü kaçırırız park yeri ararken falan diye düşündüm. Nedense ben bu aralar kendimi hep bir yerde birileriyle daha fazla kalmak için sınırlarımı zorlarken buluyorum. İnanın dinime inanmasam belki günleri uzattığım ve "1 gün 24 saattir" teorisini çürüttüğüm konusunda sizlerle iddialaşırdım. Ne kadar zorlasam da sınırları hep o filmlerde gördüğünüz uzun uzun arkasından bakma eylemini yapan kız oluyorum. Bugün de aynı eylemi aynı rutinliğiyle yaptım. Göz yaşlarıma biraz izin verdim sonra. Belki de onlar bana izin vermiştir bilmiyorum. Bu aralar onların tutsağıyım da. O en nefret ettiğim son sarılmayı da yaptık. O hiç bırakamadığın ama bırakmaktan baska da şansın olmadığını bildiğin sarılmadan. Arkadan o lanet ses geliyo "Antalya otobüsümüz hareket etmek üzeredir yolcularımızın 22 numaralı perona gelmesi önemle rica olunur." Yine duydum o lanet peron anonsunu. Yine kırmak istedim o megafonu. Yine o adamın ses tellerine düğüm atmak istedim. O sırada kendi ses tellerimi düğüm atılmış halde buldum. Otobüs gitti ve ben izledim. Bir ara çıkışta trafiğe takıldı. O zaman da hafif bir gülümsedim. Küçük pürüzler bile bana umut ışığının ucunu gösteriyor gibiydi. Ama tabiiki trafik açıldı ben bende arabama bindim. Eve gelene kadar beynim bomboştu. Ne bir şarkı döndü kafamda ne bir hatırayı hatırladım. Eve gelir gelmez sigaramı çıkardım. Cheersterfield uzun , hiç sekmez. Normalde paketimden iki dal çıkarıp birini uzatırım giden kıza. O da bana çakmak uzatır. Bugün kalkıp kendim aldım çakmağımı. Paketten bir sigara çıkarmayı beceremedim. O yüzden iki dal çıkarıp arka arkaya içtim. Bir şeyler yedim ,bir şeyler dinledim ama hala zaman öldürme konusunda yetenekli değildim. şimdi 2-3 saat önce uzasın diye yalvardığınız günleri cep boyu haline getirmek istiyordum. Normalde bu saatlerde insanlarla oturur Zaman öldürürüz. Şimdi insanlar ve zaman bir araya geldi beni öldürüyorlar. Bense resmen teslim oldum hiç direnmeden. Kollarımı havaya kaldırdım ve gözlerimi kapattım. Şimdi bedenim karşımda duruyor, oturdum insanların ve zamanın bir araya gelip yaptığı cinayete şahit oluyorum. Duşa girdim, dolabımı toparladım. Birkaç kıyafet buldum bana ait olmayan kenara ayırdım. 3 tişört vardı sahibi olmadığım. Üçü de doğumlarına şampanya patlatmak istediğim insanlardı. Biri tahmin etmesi zor değildir ki giden kız. Ben şimdi hayatımda doğumuna şampanya patlatılası o kızdan "giden" sıfatı ile bahsediyorum ama inanın bu sıfat ile devam edersem hikaye çok karışır. "giden" ve "kalan" kavramlarından 1'er kişi üzerinde bahsetmeyi bende cok isterdim ama bu sıfatları üzücüdür ki hayatıma giren her insan en az bir defa üstlendi. Bazen de ben üstlendim. Ve sanırım en zoru kendi kendime üstlenmem. Herneyse . Giden kız diyordum. Yada benim deyimimle japon. Aslında sadece benim deyimimle değil. Küçük ve çekik gözleri olduğu için genelde herkes ona Japon der. Söz konusu kişinin benim hayatımdaki yeri hakkında kafanızda oluşan soru işaretlerini yok etmek için bir cümle ile tarif edeyim. Sahip olmuş olduğum ve sahip olabileceğim en eşsiz dost. Şuan 17 yaşındayım. Belki sizlere göre 17 yaşında bir insan için büyük bir laf söylemiş olabilirim. Ama söylediğim lafın sonuna kadar arkasındayım. Dost kelimesi çok değerli bi kelimedir bana sorarsanız. Bir ailenin bir de dostun benzeri bulunmaz. Kalan herşey bi şekilde eskisini andırır, belki daha ideal olur. Ama bu iki kavramın yerini 50 yıllık şarap bile tutamaz. Ben bunu Japon sayesinde farkettim. Bu kalemi belki de onun sayesinde elime almışımdır. O ve yandaşları . Onlardan da bahsedeceğim. Şuan gözümde bir mafya tayfası gibiler onlar. Mafya babası bizim Japon. Japon'un sağ kolu Orak, sol kolu Taşpınar .Ve diğer çalışanlar. Hepsi organ mafyası gibi başıma üşüşmüşler sanki. Bende onlara satıcak organ kalmamış ama farkında değiller. Şimdi içten içe hepsi öldürüyolar beni.
İşin aslını anlatayım edebiyatı bir kenara bırakıp. 10 yıldır Antalya'da yaşıyorum ben. Yaşıyordum yani. Zaten topu topu 17 yıldır nefes alıyorum. Bunu ilk 7 yılı aklımın başında olmadığı Zamanlardı. Yanı o Zamanlarda kusursuz, rayında ilerleyen hayatımı hayatımın ilerisini yaşadıktan sonra hayatın kendisinden saymıyorum. O günler bir nevi avans bence bize. Hayatın "ilk 7-8 yıl gülün eğlenin top oynayın ben sonra sizin ağzınıza sıçacağım" diye içinden söylendiğini duyar gibiyim. Hayat bizi yeneceğini bildiği için bize avans veriyor işte. Bu da onun kendini daha cool gösterme şekli. İnsanlara " ben böyle değildim. bana ne oldu?" dedirtme şekli. Böyle de edepsiz. Sağolsun ama güzel avans verdi. Aralarda da gol atmama izin verdiği oldu birkaç kere. Ama benim stadımda kupa kaldırdı onu görmezden gelemiyorum. Böyle de edepsiz. Hayatımın en güzel günlerine yani az önce arada birkaç gol attım derken bahsettiğim günlerin bir numaralı şahidi Antalyadır. Her sokağı, her caddesi, her köşesi bir anımı gözlerimin önünde getirir. Hiçbir saniyemi unutmadım bu yüzden Antalya'da. Baktığım heryerde birşey hatırladım unutsamda. Yalnız kalmazdım asla. Kocaman şehirde mutlaka oturacak bir masa bulurdum kendime. şimdi küçücük şehirde kayboluyorum. Sadece küçücük şehirde değil küçücük bedende de kayboldum. Başka bir şehirde otururken Antalya lafı geçtiğinde göğsüm kabarırdı ve anlatmaya başlardım. Denizimizi, sokaklarımızı, barlarımızı, cafelerimizi. İnsanlarımızdan bahsederdim. En çok da benim bahsettiğim gibi 5-10 yıl sonra birinin bana bahsetmesinden korkuyorum. Antalyaya yeni bilmem ne yapıldı, şu sokağın şusunu kapattılar busunu açtılar, orayı yıktılar restore ettiler falan filan. Bir gün böyle birşey duymuş olma senaryosu zihnimde canlandırırken bile yeterince kötü gerçekte Nasıl olur bilmiyorum. O kadarını hayal etmek de istemiyorum. Benim için en zoru Antalyayı geride bırakmak o yüzden. Çünkü güzel olan ne yaşadıysam Antalya sayesinde yaşadım. O okul Antalya'nın o semtinde olmasa o insanlarla tanışamazdım. O caddeler o kadar güzel olmasa orda o kadar güzel anılar bırakamazdım. Belki çok daha güzel yerler göreceğim ve çok daha güzel anılar yaşayacağım ama yine eminim ki Antalyayı asla geride bırakamayacağım. Şimdi ne oldu da bu konuma geldi bu kız diye düşünüyor olabilirsiniz. Bende geldiğim konumu bir çırpıda açıklamayı isterdim gerçekten. İçinden çıkamadığım sarmal bi kuyudayım. Çıkma yolu için alternatifleri düşündüm ve birkaç yöntem buldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gittiğim Yerden
ChickLitHenüz 17 yaşındayım, yani yaşındayız. Standart ve sıradan hayatımdaki ani değişiklerin beni nasıl sarstığını kimseye anlatamadığımı farkedince hayatımı yazmaya karar verdim, yani verdik. Okumaya değer günlerim olduğunu düşündüğüm için yazmaya başlad...