Yıllardır kolumda olan eskimiş saatime son kez baktım. Uçağımın kalkmasına yirmi dakika vardı.
Ilık ve rüzgarlı bir sabahtı. Aklımda sadece yaşadığım onca şeyi geride bırakmanın verdiği hüzün ve yüzümde küçük bir tebessüm vardı.
Gidiyordum. Gitmek zorundaydım. Çünkü biliyordum ki kalsam herşey daha da zor olacaktı benim için.
Şehirin her köşesinden buram buram onun kokusunu alıyordum. Bu şekilde nasıl vazgeçebilirdim ki ondan. Üstelik elimde sürüklemekten tekerleri aşınmış bu küçük valizden başka sahip olduğum hiçbir şey yoktu.
Düşündüm. Çok şey mi istemiştim? Sadece sevdiğimin de beni sevmesini ve onunla mutlu olmak istemiştim.
O onu aldatan pislik bir herifin peşinden savrulurken ben onun savruluşlarını dolu gözlerle izliyor her gece onun için ağlamaktan başka birşey yapamıyordum.
O da sadece mutlu olmak istemişti belki. O da sevdiği onu sevsin istemişti. Hatta şuan muhtemelen sevdiği kişinin de onu sevdiğini düşünüyordu. Min Yoongi.. Mükemmel bir oyuncuydu.
Ben onun kadar mükemmel oynayamıyordum. Bu yüzden kaybeden hep ben olmadım mı zaten?
Eğer bu yaşadıklarımın hepsi gerçekten birer oyunsa, ben yokum. Oyun bitti. Çanak çömlek çoktan patladı benim için.
Düşüncelerimi bir kenara bırakıp valizimi uçağın bagaj kısmına koymalarını izledim. Vakit yavaş yavaş yaklaşıyordu. Son kez sevdiğim adam gibi kokan bu havayı içime çektim.
"Nasıl vazgeçeceğim ulan ben senden"
"GİTME!"
Kulaklarımda yankılanan sesin sahibini görebilmek için arkamı döndüm.
"Park Jimin, gitme."
Adımlarımı delirtici şekilde yavaş atarak karşımdaki bedene doğru yürüdüm.
"Her şey için çok geç. Üzgünüm."
"Değil, geç değil. Ben.."
"Sen?"
"Ben.."
Dudaklarımızı birbirleriyle buluşturduğu o an zaman dursun istedim. Sonsuza kadar öyle kalmak. Sonsuza kadar Kim Taehyung'un dudaklarının tadını almak...
"Ben beni çok güzel seven birine aşık oldum Jimin."
OLUM NAPIYORUM LAN DURDURSANIZA BENİ DMKWLEJWKDHWJBDJDV