Sessiz, sakin ve hafif rüzgarın estiği şu iki saattir burada oturduğumun farkına vardım. Denizi seyrederken zamanın su gibi akıp geçtiğini anlamak zor olmuştu. Derin bir nefes çekerek Karşıyaka'yı seyrettim. Göztepe ve Karşıyaka. Onların kavga ve birbirine düşmanlığı bana her zaman kardeşin kavgası gibi gelmişti. Birbirlerine sinirlenseler de kopamazlardı. Birbirlerini tamamlıyorlardı. Ama isyan ederlerdi. Bu isyanlar bazen büyük bir haykırış, bazen ise sessiz bir çığlıktı.
Ama ben hiç acımı büyük bir şekilde haykıramamıştım. Belki bunun sebebi kendime baktığım zaman ruhumu göremememdi. Aslında bunu denememiştim bile. Yapmacık gelirdi bana acısıyla övünüp, avutulmak için akıtılan gözyaşları. Buydum işte. Ne yapmacık ne de fazla gerçektim. Şafak kızıllığı gibiydim. Bir süre vardım. Kızılımı görmek için dikkatli bakman gerekirdi. Sadece görmen gerekeni gösterirdim sana. Ne biraz eksiği ne de biraz fazlası. Herşey ölçülüydü.
Yaşadıklarım tiz bir çığlık olup bağırılacakları günü sabırla beklerlerdi boğazımda. O çığlığı gözlerimden akıtmak için her zaman huzur bulduğum yere gidip, kendimi büyük ve heybetli çınar ağacının gövdesine yaslamayı beklerdim. Ve bunu en kısa sürede yapmam gerektiğini kafamın önemli notlar kısmına not edip denizin narin ve parlak saçlarını salışını güpegündüz dikizlediğim banktan uyuşuk hareketlerle kalktım. Çantamı da omzuma takıp kordon boyu yürümeye başladım.
Açelya ve sudeyle Alsancak'ta buluşmayı için kararlaştırmıştık. Sebebiyse benim biraz kafa dinlemeyi istememdi. Kulağımda kulaklıklarımla hızlı adımlarla yürürken kolumda hissettiğim sızlamayla koluma baktım. Parmak uçlarımla kolumda beliren morumsu varla yok arası çizgiye elimi sürdüğüm zaman parmaklarım fazla ısıya dayanamadı ve irkilerek elimi kolumdan çektim. Kolumu umursamayı boşverip, geç kalmamak için yoluma devam etmeye karar verdim. Kafamı kaldırıp Alsancak limanını görmemle birlikte seri bir şekilde karşıya geçip ara sokaklardan içeri girdim.
Sözleştiğimiz yerde onları sıkıntıdan sinirli bir ifadeyle bulmama pek şaşırmamıştım. Çünkü kararlaştırdığımız saatten 27 dakika geç kalmıştım. Yanlarına ulaştığım an saç diplerimde hissettiğim sızıyla yere doğru eğildim. Sude şuan onları fazlaca beklettiğim için intikam alıyordu. Saçımı bıraktıktan sonra "Özrün kabul edildi." Deyip yürümeye başladı. Açelya da gördüğü yakışıklı çocuklar grubunu soyar gözlerle izlemeyi bırakıp bize "Hadi gidelim." Derken Sudenin çoktan yürümeye başladığını gördü. Hızlı adımlarla Sudeye yetiştikten sonra dikkatlerini bana vermeleri için yalancı bir öksürük sesi çıkartmaya çalışmıştım ama bu ses balgam tükürmeye çalışan amca sesine daha çok benzemişti.
Garip bakışlar altında Sudenin gökyüzü mavisi gözlerini üzerimde hisettim. Açelya hala az önce arkada bıraktığımız çocukların instagram profillerini bulmak için stalk yapmakla uğraşıyor ve bizi umursamıyordu.
"Şimdi nereye gidiyoruz?" Yönelittiğim soruyla ikisi de bana şaşkın şaşkın 'bilmem ki' gibi birşeyler mırıldandılar.
En sonunda karar vererek Burger King'e gelmiş ve tıkınmak için güzel şeyler seçmiştik. O kitaplardaki kızlar gibi değildim. Kuş kadar şeyle doymuyordum. Kilolu değildim ama zayıf da değildim. Vücudum düzgündü. Yediğime ve içtiğime dikkat etmezdim. Spor yapmazdım. Nasıl bu vücuda sahip olduğum ise merak konusuydu. Bunu fazla umursamıyordum. Yemek yemek beni mutlu ediyordu. Düşüncelerimi kesen Açelyanın sesli ve tiz çığlığı oldu. Bağırmasıyla bütün masaların bakışlarının ağırlığını üzerimizde hissettim ve ona sinirli bir bakış gönderdim. Etrafına mahçup bir şekilde bakıp bize telefonunun ekranını gösterip konuşmaya başladı.
"Bakın harika kankanız ne buldu?" Gözlerimiz telefonun ekranıyla birleşirken
" Ne buldu? Ben anlamadım." dedim. Şok olmuş şekilde ağzını öyle bir açmıştı ki bir an çenesinin masaya değeceğini sandım.