Ufak bir iğneleme hissiyle acıyan gözlerimi araladım. Ensem yakıcı bir açıyla kıvrılmıştı, olduğum yerde uyuyakalmıştım. Şömineden yayılan dalgalar içimi ısıtıyordu. Televizyonun cazibesine kapıldığım için kendime kızarken, zihnimin koca bir köşesine kıvrılan ve sarhoşlar gibi gözükmemi sağlayan uyku sersemliği göz kapaklarımla savaşıyordu. Şöminenin iki metre ötesinde duran koltukta yayılmama rağmen ürpermeme sebep olan bir rüzgar hissettim. Kollarımı sıvazladım ve kaynağı görmek için kafamı çevirdim. Gözlerimden akan birkaç damla uyku ile, bulanık bir pencere ve Casper'ı anımsatan perde gördüm. Oturduğum yerden doğruldum, ayaklarımı indirdim. Kollarımla rahat bir gerilme harhareketi yaptım ve ayağa kalktım. Atabildiğim kadar büyük adımlarla yürüdüm ve bir elimle mermere tutunurken diğer elimle pencereyi itip kolu çevirdim. Damarlarımda akan kan beraberinde küçük bir heyecan hissi taşıyordu. Ellerimin fark edilmeyecek derece titremesine sebep olurken uykuma verip düşüncelerimden arındım. İhtiyatlı bir tavırla kafamı eğdim ve yürüdüğüm yeri en güvenli dereceye getirmek için parkeyi gözetlerken devam ettim. Midemden yükselen sebepsiz bulantıyı geri iterek rotamı merdivenlere doğru değiştirdim. Bir kez daha kollarımı sıvazladıktan sonra ayağımı en dikkatli şekilde kaldırıp ilk basamağa koydum. Normal bir merdiven ile yaşasaydım, karşımda ki ince çubuklara beslediğim paranoya şizofreni başlangıcım olabilirdi. Fakat 16 yıl içerisinde ne kadar çabalasam da, kendimi defalarca düşmekten alıkoyamadım. Dengemi korumaya çalışırken trabzanlara tutunuyor ve yavaşça bir sonra ki seviyeye atlıyordum. Son basamağa geldiğimde gözlerimi kaplayan acı kaybolmuştu.
Heyecanım ağır ağır korkuya dönüşüyordu ve vücuduma yayılan bu his nefes alışverişimi hızlandırmıştı. Bir yanım hızlı olmamı söylüyordu. Yatağıma ne kadar hızlı girersem, benim için o kadar iyi olacaktı. Adımlarımı hızlandırdım. Gözlerim karanlığa alışıyordu. Gölgelerin arasında koridorun ışık düğmesini ararken kafamda belirsiz bir acı hissettim ve gayet sesli bir homurtu çıkardım. "Lanet olsun!" Bunun olacağını tahmin ettiğim halde alt katın ışıklarını söndürdüğüm için kendime lanet okuyordum. Olduğum yerde durdum. Saatini bile bilmediğim anlamsız bir gecenin körüne dair bildiğim tek bir şey varsa; o da mutsuz olduğumdu. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, kasıklarım titremeye başlamıştı. Hızlı olmamı söyleyen taraf kocaman bir tereddüte takılmıştı. Bir sonra ki engelin ne olacağını merak edip kollarımla etrafı tararken, en küçük hücrelerimden yankılanan bir ses durmamı söyledi. Ne kadar yürümek istesem de bunu yapamıyordum. Yapmıyordum. Yapabilirdim ama bir şey bunun yanlış olduğunu düşünmeme sebep olmuştu. Rahatlama hissi korkumun üstesinden geliyor, kalbim yavaşlıyor, nefeslerim sakinleşiyor ve bacaklarım artık titremiyordu. Kendimi içinde sıkıştığım anın cazibesine kapılıp rahatlamaktan alıkoyamıyordum. Anlık bir hareketlilik oldu ve yarım saniye kadar duraksadıktan sonra arkamı döndüğümü fark ettim. Ense ağrısı, korku, yaşadığım ani rahatlık hissi ve ardından bacaklarım istemdışı hareket mi ediyorlardı? Kendi isteğimle kolumu bile kaldıramıyordum. Yürümek için çabalıyor fakat yapamıyordum. Karşı koyamıyor, hareket edemiyordum.
Dikkatimi etrafıma topladım. Neyse ki gözlerimi kontrol edebiliyordum. Hayatım boyunca topladığım bütün gücü bacaklarıma vererek yürümek istesem de ani bir felç geçirmiş gibiydim. Ses tonumla aşırı tepki veriyor olabileceğimi düşünerek, "Kimse var mı?" dedim. Sesim titriyordu. Aşırı tepki vermenin tam zamanıydı fakat sakin olmam gerektiğini düşünüyordum. Düşüncelerim bile kontrolümden akıp gidiyordu. Etrafta ilgi çekici bir şey olmadığını anladığım anda boynumda sıcak bir nefes hissettim. Doğal bir refleks ile çığlık atmak için ağzımı açtım fakat bağırmamdan saliseler önce zihnimde sert bir erkek sesi çınladı. "Ses çıkartma." Gergin fakat sakindi. Sanki nasıl hissetmem gerektiğini öğretiyor gibiydi. Sesinin kulaklarıma ulaşmadan düşüncelerimi kilitlediğine emindim fakat korkmama izin vermiyordu. İpeksi ve yumuşak bir neşe ciğerlerimi kaplıyordu. Ses çıkartamıyordum ve hareket edemememin de sebebi o olmalıydı. Ne dediyse yapıyordum, yapmak zorundaydım. Çünkü bunu kontrol edemiyordum. Çünkü bunu kontrol etmek istemiyordum.
Ellerini birleştirdiğini hissettim. Hafifçe kollarını uzattı ve baş parmaklarıyla şakaklarıma bastırdı. Kim olduğuna veya neye benzediğine dair en ufak bir fikrim yoktu. O an bildiğim tek şey erkek olduğuydu. Aynı zamanda vücudumda garip bir hakimiyeti vardı ve bu her şeyden normal hissettiriyordu. Ay bulutların arasından yüzünü gösterince, bir an için gözleriyle tanışabildim. Sert ve erkeksiliğinin yanı sıra bir çift kapan gibiydi. Tıpkı bir ruh kapanıydı. Bakışları gözlerimin derinliklerine işlemişken elleri hala kafamın iki yanına yapışıktı. Hiç olmadığım kadar halsiz ve ruhsuz hissediyordum. Ruhsuzdum. Sanki gözlerine hapsoluyordum. Yavaş yavaş vücuduna doğru çekiliyordum. Göz kapakları yavaşça kapanırken ay tekrar bulutlara hapsolmuştu. Sanki ben bir aydım, ve o da bulutlardan biriydi. Bir anda karşıma çıkıp kontrolümü elde etmiş ve ışığımı emmişti. Hissediyordum, gitmişti. Ama onunla beraber ben de gitmiştim. Bedenim inanılmaz bir acıyla yankılanırken gördüğüm son şey sivri göz bebekleriydi. Tekrar karanlığa hapsolmuştum. Ellerini indirdiği anda yere yığıldım.