ZİNDANDAN NOTLAR

8 0 0
                                    


Güne ' Sayım Beyler ' sesiyle uyanıyoruz. Yüzümüzdegeceden kalma hafif bir tebessüm var. Görülen rüyalar gerçeğe yakın olmalı kiduyulan acılar günün ilk saatlerinde gözlere yansıyor. Koşar adımlarla aşağıyainiyoruz. Üzerimizde hafif bir mayhoşluk var. Diziliyoruz sıraya ellerimizbağdaş bir şekilde belimizde, içtima. Ardından kapılar açılıyor birbiri ardınave soğuk ama bir o kadar da acımasız bir ses tonuyla demir kapıların ardındangelen gardiyanın ' Selamın Aleyküm ' sözü karşılıyor bizleri. On dört kişi hepbir ağızdan sağol diye bağırıyoruz. Ardına kadar açılan kapılar yeniden usulcakapanıyor. Ve güne ilk gözlerimizi açtığımız, hatıraların ve mazinin yıpratmışolduğu yataklarımıza geri dönüyoruz. Toparlayamıyorum düşüncelerimi bir türlü.Kafamda bin bir türlü şey var. Devam ediyorum kaldığım yerden. Mazide kalmışhatıraları gözümde canlandırmaya. Hatırladıkça gözlerim doluyor ve kalemimtitriyor. Ulaşıp ulaşmadığından haberdar olmadığım ama yine de hiçbir zamanyazmaktan vazgeçmediğim ' Annem ' ile başlayan mektubumun daha mürekkepdeğmemiş o tertemiz sayfalarını gözyaşlarım ile ıslatıyorum. Saat 9:30 sularıve sırayla duşa kalkıyoruz. Şahsımıza karşı sürülmüş lekeyi temizlemekistercesine sıcak suyun altına giriyoruz. Sonra geri dönüyorum yatağıma uyumayaçalışıyorum ama nafile. Gözlerim uykusuzluktan biçare. Eziyet ediyor geçen hergün ruhuma. Sonrasında bahçe kapıları açılıyor. Kaldırıyorum başımı ve çekineçekine bakıyorum gökyüzüne. Gözüme ilk çarpan tel örgüler oluyor. Gözlerimdoluyor. Başım yeniden önüme düşüyor. Voltalardan gelen tesbih tanelerininbirbirine teması sonucu uyum içerisinde oluşan ritimle güne kaldığımız yerdendevam ediyoruz. Öğlene yakın bir saat diliminde yemek geliyor. Topluca sofrayaoturuyoruz. Kimseden çıt yok. Yeni gelenler bende dahil olmak üzereyutkunuyoruz tabaklarımızdaki ilk lokmayı alırken. Kimsenin iştahı yok lakinyaşamak için güzel yarınları ve bir nebzede olsun mutlu edebilmek adınahapishane köşelerinde evlatları için bekleyenleri yemek lazım. Bir lokma daolsa yemek lazım. Sofrayı topluyoruz ve koğuş temizliğine başlıyoruz.Duvarlardan yılların kirini çıkarıyoruz. Temizlik de bitiyor. Burada bitmekbilmeyen tek şey hasret. İnsan burada sevdiklerini düşünmeyi bile özlüyor.Bende düşünmek istiyorum bazen geride bıraktıklarımı ancak cesaret edemiyorum.Burada geride bıraktıklarını düşününce yaşayamazsın. Bunu çabuk öğreniyorum. Koğuşarkadaşımın ' Sabır ' sözü bir nebzede olsa yüreğime su serpiyor. Karanlığınçökmesini dört gözle bekliyoruz çünkü batan her güneşin doğacak olan yeni birgünün habercisi olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Yeni bir gün demek yeni birumut ve özgürlüğe bir adım daha yaklaşmak. Zaman her şeyin ilacıdır beklemekolmasaydı eğer. O zaman derdin adı dert olur muydu ? İnsan hasretin ve özleminnasıl can yaktığını bilebilir miydi ? Güneş böylesine insanın canını yakarmıydı ? Siz hiç düşünmekten terleyip sırılsıklam olan birisini gördünüz mü ?Dışarıdakiler içeridekilerin halini bilmezler. Acılara direnmeye çalıştığım heran devrik heykeller gibi bedenim yıkılıyor. Devrimci gençler topluyor beniyerlerden ve yeniden, yeniden düşüyorum. Yaşanmışlıklardan kaçıyorum. Adımlarımne kadar geri gitmek istese de vicdanım yakamı bırakmıyor. Bir sabah olacak veben yeniden kavuşacağım sevdiklerime diyiyorum. Acıtıyor ellerimi takılankelepçeler hiç unutmuyorum. Yasal bir araç ile kendimi çocukluğumda dinlemişolduğum bir şarkının nakaratından bildiğim Metris Cezaevinde buluyorum. Telörgüler, saat beş yönünde duran nöbetçi kuleleri, kocaman kocaman duvarlar vesayısı meçhul demir kapılar... İçeriye giriyoruz. Bir müddet mahkum kabul odasındabekletiliyorum. Ardından benzi soluk bir gardiyan eşliğinde koğuşagötürülüyorum. Hiç unutmam bu acı tadı. Halen daha hatırladıkça yüreğimincinir. Maltanın ortasında duruyoruz ve sona kadar yürü deniyor. İçimden 'Yolun sonuna geldin artık ' diyiyorum. METRİS! Benden geçliğimi alacak gibikarşımda duruyorsun. Kapı açılıyor ve giriyorum içeriye. Korkmuyorum çünkükaybedecek hiçbir şeyim olmadığını biliyorum. Beni on dört farklı yüz eşiktekarşılıyor. Yeni bir mahkum koğuşa girdiği zaman içeride bulunanların hepsiapar topar aşağıya inerler. Öncesinden kapı açılır ve hafif bir ses tonundanyukarıda oturanlar yeni birisinin geldiğini anlarlar bu sebepten ötürü ' Gelenvar ' denir ve herkes onu karşılamak için aşağıya iner. Benim içinde öyleolmuştu. İçeri girdiğim ilk an karşımda bir iki yüz tek görürken hemen ardındanyatakhane kısmında bulunanların da peşi sıra geldiğini ve herkesle sıraylatokalaştığımı ilk günkü gibi hatırlıyorum. Bu selamlaşmanın ardından bakışlarıve simasıyla beni ürküten uzun boylu çıplak ayaklı bir delikanlı ' Yukarıya gel' diyerekten beni yatakhaneye çağırdı. Ürkek ve titrek adımlarla bana söyleneniyaptım. On yedi basamak sonra kendimi yatakhanede buldum. Türkiyede yeniyapılan ceza evleri yani diğer adıyla T tipi ceza evleri iki katlı dublex olur.Benim konakladığım yerde bunlardan birisiydi. Hemen hemen bahçe dahil yüzseksen metre kare civarında bir yapıda bulunuyordum. Mutfak alt katta idi.Mutfak derken tabi bu evlerimizde kullanmış olduğumuz mutfaklar değildiler.Küçük bir lavabo ve tezgahtan ibaret idi. Ayrıca banyo tuvalet ve bir lavabosubulunuyordu. Bunlarda zemin katta idi. Yine on yedi basamak bir merdiven vemerdivenin sonunda beliren toplamda doluluktan ötürü yerde yatanları saymazsakon iki kişilik bir yatakhane bizi ağırlıyordu. Tüm ranzalar her ihtimale karşıyere montalanmış ve yılların vermiş olduğu etkiden olsa gerek çürümeye vepaslanmaya yüz tutmuştu. Yatakhanenin tavanın da üç adet flöresan lamba varidi. Bunlardan biri hiç yanmazdı. Diğer ikisi de gözleri fazlasıylakamaştırırdı.Bir nebzede olsa ev ortamını bulabilmek için yere eskibattaniyelerden yapılmış bir de halı sererdik. Toplamda dokuz adımdan oluşan her öğlen büyükbir şevk ve heyecanla futbol oynadığımız küçük de bir bahçeye sahiptik.Bahçenin etrafı ortalama 5 metre yüksekliğinde duvarlarla çevriliydi. O yüzdenyatakhanenin penceresinden bakıldığı zaman görünen tek şey saat on yönünde kinöbetçi kulesi idi. Duyu organlarımız gece belli bir saatten sonra askerinyanık sesiyle söylemiş olduğu sevda türkülerine şahitlik ederdi. ' Unutma beni' parçasına her daim dilimiz eşlik ederdi. Bu yüzden olsa gerek ki sesimizhiçbir zaman tel örgüleri ve taş duvarları geçemedi. Lakin unutma dediklerimiz,hep bir ağızdan bas bas bağırdıklarımız birer birer bu karanlık zindanlardabizi unuttular. Bize küsmeyen tek bir şey vardı. Adı gökyüzü. Daralmış da olsakısalmış da olsa bir parça da olsa o hep vardı ve bizimleydi. Bizi unutmayan vebir insan olduğumuzu hatırlatan gökyüzü. Kimi zaman maviye çalardı tonu kimizaman ise kırmızıya. Yalnız ayı bize hiç göstermedi. Güneşte çok uzaktaydı.Oysa bakabilmek lazımdı, görülebilecek tüm ölçütlerin ötesinigörebilirmişçesine. Mavideki tonun inceliğini, azizliğini ve asilliğini birşiir tadında anlayabilmek ve de algılayabilmek lazım gelirdi. Bende öyleyaptım. Yaşamış olduğum her acının neticesini önceden kestirerek bir daha aynışeylerle karşılaşmamak için tecrübe yollarında emin adımlarla yürüdüm. Yorulduğum çok oldu ancak mücadeleci ruhumher zaman beni ayakta tuttu. Bilakis kazanmaktan yana kaybettiğim o kadar çokşey vardı ki ve ben tüm bu olgulara rağmen yaşamaktan hiç vazgeçmemiş ümidimison demine kadar takip etmiştim. Hüzün dolu hatıra defterimi okurken gözlerimmamur olurdu. Karıştırırken fotoğraf albümünü yüreğime bir ukde düşerdi. Bukaranlık kutuda kim bilir hangi geceye şiir yazılmadı ki. Beni yatakhanekısmında önünde bir sehpa yerde oturan gencin biri karşıladı. Yüzü dökük, vesahip olduğu yüz hatları ise bu yaşında belirmeye başlamıştı. Kafasını hiçkaldırıp bakmadı. Önünde bir kağıt vardı ve o elinde kalem kağıdı karalamaklameşguldü. ' Suçun ne ?' dedi. Hafiften yutkundum. Geceyi nezarette geçirmiştim.Sabaha kadar gözüme tek damla olsun uyku girmemişti. Aklıma dayım geldi.Karakolda olduğumu duyunca biraz yiyecek getirmişti ancak kendisinigörmemiştim. Elindekileri nöbetçi polise verip bana bizzat vermesini tembihedip ayrılmıştı. Sonrasını hatırlamıyorum. Ben her şey sabah olunca son bulacakümidiyle o geceyi atlatmıştım. Sabah olmuştu ancak her şey daha da çıkmazagirmeye başlamış ve içimde bulunan ümidimi koparıp atmak zorunda kalmıştım. Körve kuytu bir karanlıkta nefesimin son deminde hayat mücadelesi vermeklemeşguldüm. Oysa benim için son söz söylenmiş ve kalemim kırılmıştı. Haklıykenhaksız duruma düşmek ne kadarda can yakıyormuş. Yaşamadan insan yaşadıklarınınhayatın hangi noktasında olduğunu ve bu hayat çerçevesi içinde ne olarak hitapettiğini bilemez. Geçen zaman ve eskinin üstünü örten yeni olay ve olgularyaşanmışlıkların ne derecede olduğunu ispatlamak adına büyük bir eylemdir. Buyüzden yaşadıkça hayatın hangi noktasında olduğum sorusunu her daim kendimesordum. Lakin o kadar uzaktım ki her şeye, bu müddet için de ben hep birhiçtim. Usulca gözlerine baktım. Söyleyecek çok şeyim vardı ama ben fazlasıylayorgundum. Bir sabah vakti şafak sökmeden alınmıştım. Yasal mermisi ileyaklaşmaktaydı bir sivil. Soluk benizli yüz hatlarıma şaşkınca eğildi vegözlerimin içine baktı. Ardından koluma takılan kelepçeler ve lavaboya gitmekiçin dahi izin istediğim ardı arkası kesilmeyen saatler... Ölümün pençesinde kolgezerken; ümit uğruna, umut uğruna toprak kokan ellerini öpebilmek adına anamınbir bekleyişti benimkisi. Artık her şeyimin elimden alındığının farkındaydım.Elimden hiçbir şey gelmiyordu çünkü ben artık bir hiçtim. Kocaman, kalıbınasığmayan ve düşünceleri hiç susmayan bir hiç. Oysa yaşamak isterdim. Küçükçocuklarla birlikte şarkılar söylemek, şiirler yazmak isterdim. Ne menem şeydirbu yaşamak sancısı böyle. Uslanmaz ve arlanmaz düzenin kan kokan ustaoyuncularına karşı bir sıfır yenik başlamak hayata ne acıdır. Ben ne uslanmazarlanmaz bir ütopyada yaşıyorum. Kan kırmızı gözlerim kızarmaya başlamış veaklım kapıdan adımımı atarken benden gitmişti. Uzaktım şimdi bir nefes kadaryakınımda olan tüm insanlara, insanlığa ve yabancıydım cebimde taşıdığım on beşyaşında çektirmiş olduğum vesikalık resmime. Adımı oluşturan harflerin arasındahüzünlü bir gecede kaybolmaktaydım. Üç beş sohbetten sonra kurallar, uymamgereken sayfalarca kurallar anlatıldı. Adet hep böyledir. Yeni gelene oturulurkurallar anlatılır. Burası disiplinli bir yer denir ve anlatıma kaldığı yerdendevam edilir. Oysa ben tamamen farklı bir yerde farklı düşünceleriçerisindeydim. Ardından elektrikli semaverde ısıtılmış öğlenden kalma bir tasmercimek çorbası önüme kondu. Bir bardak da soğuk su. Açtım ancak elim varmadıbir kaşık almaya. Hemen kalktım ve bana verilen üst kattaki ranzamaseriliverdim. Beynim yoğundu ancak bedenim çok yorgundu. Ansızın gözlerimkapandı ve uyudum. Sabah arkadaşımızın ' Sayım Beyler ' sözüyle irkildim.Aşağıya koştuk ve sayım düzeni aldık. Yeniden açılan kapılar yeniden aynı sesaynı yüz bizi karşıladı. Sevdiklerinden ayrı ve onlardan bir haber güne uyanmaknasılda canımı acıtırdı. Günler böyle devam edip giderdi. Burada herkesle birşey konuşulmazdı. Söylemiş olduğun her cümlenin altında imzan bulunurdu. Oyüzden sözün yanlış yere gidecek olursa eğer sonuçlarına sen katlanırdın. Veburada hiç kimse bir hatanın bedelini ödeyebilecek kadar güçlü değildi. Yapılantamamen bir psikolojiyle oynama sanatıydı ve bunu çok azı başarır ancak hepsibilirdi. Ceza içinde ceza çekmemek isteyen herkes ağzından çıkacak olan sözüdefalarca kez düşünürdü çünkü burada hataya yer yoktu. Hatasız yaşamanın nedemek olduğunu ilk kez bu kutuda öğrenme fırsatı buldum. Ve tüm bunlara rağmenbenimde onur kırıcı, gurur kırıcı birkaç hatam da oldu. Her gün aynı düzen aynınizam yaşamaya devam ediyorduk. Küçük bir de televizyonumuz vardı. Belirligünlerde çıkan dizileri ve filmleri ayrıca özellikle futbol maçlarını toplucaizlediğimiz küçük bir televizyon. Herkesin sahibi olduğu bir sandalyesi birdolabı mevcuttu. Bunlara izinli veyahut izinsiz hiçbir şekilde sahibindenbaşkası dokunamazdı. Bu aslında bir kuraldan ziyade başkasına ait olan bir şeyesaygı duyma eğilimiydi. Yani küçük ve itibarsız gözüken bir eylem buradainsanlara saygı duymanın ne demek olduğunu öğretmek adına yeterliydi. Oyüzünden ki geçen her gün yapısal ve zihinsel anlamda hayatımda değişikliklergörmeye başlamıştım. Birde mini boy buz dolabımız mevcuttu. Alt raf daha fazlayatarı olanların kullandığı yerdi. Yatarı fazla olanlar yani cezaevindegeçirmiş olduğu gün sayısı fazla olanlar her şeyin her alet ve edevatın enaltına yerleşmeyi bir vazife olarak bilirlerdi, Yeni gelenler ilk önce bulaşıkyıkarlar. Bu bir hafta boyunca böyle süre gider. Ardından yeni biri gelincedaha öncesinden bulaşık yıkayan tuvalet temizliği yapmaya başlar. Neticesindezaman geçtikçe onunda itibarı yükselir. En rahat ve kolay olan yer bahçetemizliğidir. Ben hep bu işi yaptım. Alt kat temizliği vardır , burada üç kişivazifelidir. Bunlardan biri o katın temizliğinden sorumlu olan kişidir.Anlayacağınız muhattap her zaman odur. Üst katta aynı şekildedir ancak üstkatta çalışan sadece iki kişidir. Tuvalet ve banyo temizliği yapan bir kişidir.Bahçe temizliğini de aynı şekilde tek kişi yapar. Geri kalanlar ise tüm bunlarıdenetler ve her yerin pırıl pırıl olması adına uğraşlarda bulunur. Yardımettikleri de olurdu. Kutuplaşmalar ve gruplaşmalar hat safhadadır. Bugruplaşmalar neticesi sebebiyle bazen ağır sonuçlara neden olabilir. Tamamenbeyin savaşından oluşan kavgalar psikolojik açıdan güçsüz olanı yenilgiyemahkum olanı ezer ve yıpratırdı. O yüzden bol bol düşünmek ve düşünceli hareketetmek lazım gelirdi. Binaenaleyh yanlış bir davranışın neticesinde yalnızlığaher an terkedilebilirsiniz. Burada muhattap olduğunuz bir düzine insan var.Onlar artık sizin ailenizdir. Birlikte yer birlikte içersiniz. Bu demek olur kiyapmış olduğunuz hareketler sadece size değil çevrenizdekilere de zarar verir.Bundan ötürü iyi düşünmek ve saygılı olmak zorundasınız. Baş kural saygıdır.Kurallara uyanın pek fazla zorluk çekeceği düşünülmez ancak uymayanların ise sonudüşünülmez. Her gece usulca ranzama çekilir ardı arkası gelmeyen bu hasretiyüreğimin en ücra köşelerinde yaşar da dururdum. Derin düşüncelere dalar,annemi hayal ederdim. Ben hayatım boyunca bazı şeyleri hep böyle uçsuz bucaksızuçurumların kenarında yaşadım. Kendini tatmin etme sanatıydı bu, tarifi olmayanustaca bir şeydi. Sonu olmayan bir yolda idamlar yüklenmekti acımın, derdimin,efkarımın adı. Yılmazdı , yıkılmazdı bedenim ve umudum hiç solmazdı. Bu bendeğildim. Kaybettiğim ben ise çok uzaktaydı. Savruluyordum şimdi sonbahardadalından düşmüş bir yaprak misali. Hangi rüzgarın esiri olurum o ise meçhul.Kan damlar geceden hecelerime , bir kere aldım mı elime kalemimi kanatırcasınayazardım her saniyeyi. Umuttu, ümitti, vefaydı, aşktı, aştı benim kavgamın adı.Adı Gencay Elmas. Koğuşa ilk girdiği an giyiminden olsun, kuşamından olsun, halve hareketlerinden olsun herkes onda bir haller olduğunu anlamıştı. Bende önyargı ile yaklaşanlardan birisiydim. Yeni gelen herkese yapılan formalite icabıdüzen o gün onada yapılmıştı. Hoşbeş. Üç beş kelamın ardından neyin nesi olduğunuöğrendik ancak hiç kimsenin içindeki şüphe dinmedi. Gencay, geceleri geç saatekadar yatağında oturur sigara içerdi. Bende ne yazıktır ki uykuya aylardırdargındım. Hemen yanına indim. Kendi paketimden bir sigara çıkarıp cebimdebulunan çakmağımla yaktım. Ardından biraz konuştuk. Baya soğukkanlıydı.Musibetleri o kadar çok soğukkanlı bir şekilde karşılıyor ve o kadar metanetlidavranıyordu ki şaşardım. Ben ona düşüncelerimi anlatınca gülerdi. Bana,anlattıklarım doğrultusunda bir yol haritası çizer, yapmam gerekeni söylerdi.Gel zaman git zaman hepimizin kanı bu çocuğa ısındı. Hepimiz alıştık. En çok daben. Gencay olmasaydı eğer çok daha zor günler geçireceğim kesindi. Böylece biriki hafta süre gitti. Ardından açılan kapı mazgalından gardiyanın uzattığıbirkaç kağıt ile Gencay arkadaşımızın da yolu çizilmişti. İddianamelergelmişti. Yakında mahkemesi vardı. Gitmesini hiç istemezdim ama kalmasına dagönlüm el vermezdi. Gitmeliydi, annesine, babasına ve kardeşlerinekavuşmalıydı. Ve beklenen gün gelip çattı sabah sayımında aldılar Gencay'ı.Ring araçlarına bindirip adliyelere götürüyorlarmış mahkumları. O gün odaonlarla birlikte gitti. Öğlenden sonra getirdiler. Tabi meraktan herkes hemenbaşına toplanmış ben ise uyuyordum. Aşağıya indiğim de merakla sordum ne oldu ?Mahkemesi ileri bir tarihe atmıştı. Ancak o mutluydu. Hakimi çok babacan birinsan çıkmış. Akşam saat tam beşte kapı açıldı. Gencay Elmas hazırlantahliyesin ! Beynimden vuruldum resmen en iyi dostum da gidiyordu. Tümeşyalarını bana bıraktı ve gitti. Gitmeden önce sıkıca sarıldık ve vedalaştık.Benim gözüm o gittikten sonra hep uzaklara dalar oldu. Biz farklıydık. Bizbirbirimizin dilinden çok iyi anlardık. Konuşacak bir şey bile bulamasak bazensusardık. Karşılıklı susardık. Birlikte tütün sarar top oynardık. Gece hiçuyuyamadım. Hep bir yanım eksikti. Dostum da gitmişti artık tamamen eksikkalmıştım. O gittikten sonra ne zaman uyansam bedenimi bir titreme alır kalbimüşürdü. Arada bir babam mektup gönderirdi. Alır koklardım mektup zarfını,kağıdını. Kokusunu çekerdim içime memleketimin, nasırlı ellerinin babamın. Özlemve duygu yüklü günler geçmek bilmiyordu. On sekiz yaşımda tüm bu acıları buküçücük bedenimde nasıl taşıyacağımı bilmiyordum. Çaresizliğim, bir babanınçaresizliğine denkti. Ömrüm ise aşk gibiydi aş gibiydi, kefen çıkarıp giymekgibiydi. Bir vardı bir yoktu. En son kapı mazgalından içeriye büyükçe bir zarfatıldı. Bu zarf benim adımaydı. Babam telefon hakkımı kullanabilmem içingerekli evrakları toparlayıp köyden göndermişti. O an sanki dünyalar benimoldu. İçimde sevinç çığlıkları vardı. Artık bende telefona çıkabilecek aileminsesini duyabilecektim. Ve beklenen gün geldi. Pazar günleri sabah sayımınınhemen ardından koğuşta bulunan herkes on dakikayı geçmemek kaydıyla ankesörlütelefondan, cezaevi kantininden almış olduğu telefon kartı ile ailesiylegörüşürdü. Ben haftalarca görüşemedim. Yoktu. Her şey üst üste gelmişti. Evimbulunduğum yere bin beş yüz kilometre kadar uzaktı. Ne gelenim vardı ne degidenim. Bir başıma yalnız ve çaresizdim. Sadece on dakika. O köylü kadınımın,anamın çığlıklarına on dakika dayanmak. Bu ne öldürücü bir darbeydi. Bu ne acıbir senaryo idi. Hangi yürek dayanır ki buna benimkisi de dayansın. Hıçkırıklarınıda olsa; duyabilmek için bir dakika daha fazla sesini ben dayandım. Kızma banabir mektup yazamadım diye sana. Selamım erişmedi, ellerim ellerine değmedi, birgelin veremedim diye kızma bana. Ben seni hep düşündüm ana. Baktığım her yer,her nokta bana seni hatırlattı. Özledim anne ama sana diyemedim. Her gecetitrek bir mum alevinde, hasretinin gölgesinde şiirler yazdım adına. İnce biryaş akıyor göz bebeklerimden ve masamdaki kağıda bir biri ardına damlıyor.Hatırladıkça maziyi kendimitutamıyorum. İyim diyiyorum, yazdığım mektupta.Halbuki yüreğim paramparça. Bekliyorum öylece. Ne gelenim var nede gidenim.Sahipsiz olmak, kimsesiz kalmak ne zormuş. Kapının her açılışı büyük bircoşkuyla yataktan fırlamama yetiyor. Günler böylece gelip geçiyordu. Bir çokuyarıya rağmen bildiğini okumaktan asla vazgeçmeyen insanlar bu gibimusibetlerle ıslah ediliyordu. Her kötü olayın ardında muhakkak ki gizli birhayır kapısı her daim vardır. Akıl , insanlara düşünüp kavrayabilsinler diyeverilmiştir. Ve bilinir ki aklını kullanmasını bilen biri için bu tür sıkıntılardaibretlik bir çok unsur söz konusudur. O ibretlik mevzunun öneminikavrayabilenler için sağlam bir tecrübenin eseriyle şekillenen temelleri sağlambir gelecek söz konusu iken meseleyi kavrayamayanların ise sonunun hazin birhüzne dayandığı aşikardır. O yüzden hepimiz bu hayata farklı noktalardan birşekilde tutunuyoruz. Hayat çarkının çevrilmesi ve herkesin nasibince fayda veyazararla karşılaşması muhakkak ki ilmin ve bilginin dayandığı temel birkavramdır. Bir yol, up uzun bir yol... Düz yoldan yürümek varken yoldan sapmak.İnsan fıtratı gereği böyledir. Nefsine hoş gelen tüm olguların peşinden gitmeyiAdemden bu yana sevmiştir. Yolunu şaşıran bir insanın yeniden yolunu bulmasıoldukça zordur fakat düşünenler başkadır. Azim ve çaba gösterenlere her daimbir kapının açık olduğunu unutmamak gerekir. Doğuyoruz, büyüyoruz ve ölüyoruz.Aynı hayatı farklı duygular eşliğinde yaşıyoruz. Farklı kültürlerin eseriylefarklılaşmaya devam ediyoruz. Farklı boyutlara girip farklı unsurlarla muhattapkalıyoruz. Bundan dolayıdır ki geçen her gün inişli-çıkışlı bir hayatyaşıyoruz. Oysa bir sabitleyebilsek kendimizi. Gözümüzün kaydığı her noktayaaynı yerden bakabilsek. O zaman nasıl olur? Hep eksik kalırız değil mi ? Biryanımız hep eksik kalır. Medeniyet gelip geçer de önümüzden öylece bakakalırız.Hapis hayatının insana öğreteceği çok şey var. Sağlam bir iradeye sahipolanların haricindekiler burayı dört duvar olarak değerlendirmemiş olsalardıeğer belki de 'SUÇ' denen o kavramı milletçe kaldırmış olabilirdik. Hayat standartlarınıneksikliği, zirve ile başlangıç noktası arasındaki farkın boyutunun büyüklüğü,bu boyutun kapsamı içinde bulunanların hoşgörü, merhamet, saygı ve sevgizihniyetinden uzak olması küçük veya büyük kesimlerin suça sürüklenmesi içinyeterli bir sebeptir. Ne kadar düşünürsek düşünelim bu konu üzerindeeksikliklerin fazla olmasından dolayı mevzuyu refaha kavuşturmak pek de mümkündeğil. O yüzden bir konuyu iyileştirebilmek için farklı düşüncelerin aynınoktada birleşmesi tek çıkar yoldur. Bayram arifesi bugün. Ramazan bayramıgelip çattı. Çocukluğumuzdan beri süregelmiş olan alışkanlıklarımızıyaşayamayacağımız bir bayram havası var. Sevinçten zerre eser yok. Hüzünler isegizli saklı yaşanıyor. Kötü düşünmedikçe burada, iyiyiz. O yüzden tüm buyaşanmışlıklara rağmen ümit var olmaya devam ediyoruz. Yaşamamız için tek sebepbu diyebilirim. Güneş doğmaya devam ettikçe biz ümidimizi asla kaybetmeyeceğiz.Her şeye rağmen anlımız ak bir şekilde yarınları bekleyeceğiz. Ben doğununçocuğuyum. Yılmak ve yıkılmak benim fıtratım da hiçbir zaman yer edinmedi.Düşeceğimi bilsem dahi tutunmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Sabah erkendenuyandık. Dediğim üzere kurban bayramıydı bugün. Takım elbiselerimizi giyipbayram namazına indik. Aramız da bir de hocamız vardı. Adı Erden. İyi veahlaklı bir kişiliğe sahipti. O da nispel kader düşmüştü zindana. Geceleri hoşsohbetimiz olurdu. Din açısından bilmediklerimi hep kendisine sorardım. Tevazuve kibar bir insandı. Tanımış olsaydınız eğer eminim sizlerde benim gibidüşünürdünüz. Beni hep tutan, doğruya yönelten o oldu. Topluca namazımızıkıldık. Namazdan sonra herkes birbiriyle bayramlaştı. Duşumuzu aldık,kahvaltımızı yaptık. Havada kurban kokusu vardı. İnsanın içine çekesi gelirdi.Gün her zaman olduğu gibi bugünde sıradan bir şekilde kendini gecenin koynunaatıvermişti. Bugünün yüreğimizde bıraktığı tat çok farklı ve hüsran doluyduçünkü sevdiklerimiz yanımızda değildi. Elini öpeceğim babam yada bir annemyoktu. Tombul yanaklarına öpücük konurup harçlık verebileceğim kardeşlerim deyoktu. Başımı yastığa koyar koymaz anılarım gözlerimin önünde bir bircanlanmaya başladı. Şimdi nerede ve kim bilir ne yapıyorlardır. Onlarda benidüşünüyor mudur? Onlarında gözleri dolup ağlıyorlar mıdır ? Peki ya annem bubayram da yokluğumu hissetmiş midir? Ayrılalı çok oldu ve biliyorum ki buhasret bu elveda onun da canına dokunmuştur. O da bu bayram bensiz oturupağlamıştır. Ayrı gayrı düştük sevdiklerimizden. Biliyorum, elbet bir günkavuşmak için sayılı gün sayacağız ve işte o gün ben en büyük bayramımıyaşayacağım. İşte o gün benim en güzel bayramım olacaktı. Sabrediyorum. Hüzündamla damla düşerken yüreğime ben çaresi yok bir köşede güneşin bir gün benimiçin doğacağını hayal ederek sabrediyorum. İnanıyorum ki bir gün tüm buyaşanmışlıklara rağmen küllerimden yeniden doğup, özgürlüğüm avuçlarımın içindesevdiklerime gideceğim. O günün hayali, o günün ümidi beni ayakta tutmayayetiyordu. Bu günleri bir gün oturup anlatacağım. Dışarıda yağmur yağıyordu.Tane tane damlacıklar demir parmaklıklı penceremden süzülüyordu. Gökyüzünebaşımı kaldırıp baktım. O bile ağlıyordu. Duvarın dibine çömeldim. Yağmurtaneleri gözyaşlarıma karışıp yanaklarımdan süzülüyordu. Düşüyorduk. Öncegözyaşlarım ardından bedenim ve hayallerim geliyordu. Gizli duygularım, yüreğiminkilitli kapılarına topyekün hücumediyordu. Hayalin yüreğimi ıslatıyordu. Hatırladıkça saçlarını, ellerim uzanırve zülüflerine dokunurdum. Hazırda bekletilen bir canlı bomba misali patladımpatlayacak gibi olurdum. Seni düşünmek o kadar güzel ki sevgilim, adınıngeçtiği her satırda tarih yazıyormuşum gibi kalemime tutunurdum. Kalemdenmürekkep değil de sanki sen damlardın. O kadar güzel süzülüp gelirdin kigönlümden sen diye diye burada yaşardım. Mevsim sonbahara çalıyordu.Penceremden içeriye giren rüzgarın sertliğini daha çok hissetmeye başladım.Dışarıda yapraklar sararıp dallarından düşmeye başlamıştır. Güneşi bu aralardaha az görür olduk. Üzerimize kara bulutlar çöktü. Günlerden pazartesi. Sahibu kaçıncı pazartesi ? Saymıyorum ölüp ölüp dirildiğimi! Görüşe son iki günkaldı. Bu hafta ziyaretçim var. Buyüzden olsa gerek ki zaman geçmek bilmiyor. Gözüm kapıda adımın okunmasınıbekliyorum. Gardiyanın adımı okumasıyla birlikte yüzüme bir sevinç tanesidüşüyor. Gelenler var. Birbiri ardına gelenler. Gençler, çocuklar, analar ve babalar...Tek sıra halinde açık görüş yerine doğru yürümeye başladık. Bloğun sonundaayakkabılarımızı çıkartıp yer vurduk, üzerimiz arandı ve devam ettik. Peşi sırasüregelen demir parmaklıklı kapıların ardından sevdiklerimize kavuştuk. Babambugün gelmişti. Kalabalık olduğundan fark edemedim. Sesiyle irkildim. Ona doğruhızlı adımlarla yürüdüm. Tıpkı beni olduğu gibi geçen bu zaman dilimi onu dafazlasıyla yıpratmıştı. Zayıflamış ve yüzünün benzi solmuştu. Oturduk ve sohbetettik. Bir saat sonra gidecekti ve bir daha kim bilir ne zaman görüşecektik. Oyüzden o gittikten sonra koğuşa geldiğim de yatağıma uzanıp saatlerce ağladım.Beni götür diyemedim. O da çaresizdi. Bir babanın çaresizliğinin ne demekolduğunu o gün anlamıştım. Ve o çaresiz adam benim babamdı. Kaç gün sonramektubu geldi. İstanbul' dan çıkmadan önce yazmış birkaç satır göndermişti.Okudukça gözlerim dolar ağlardım. Babamın gelişi ve gidişi beni tamamen alt üstetmişti. Annemi getirmedi diye kendisine kızmıştım. Lakin paramız yoktu. İkikişilik bilet almaya yetecek kadar babamın parası yoktu. Yoksulluğu,mahkumluğu, hasreti, özlemi, hüznü bir arada yaşamak bu yaşımda beni gündengüne eritmeye başlamıştı. Bunlardan olsa gerek ki zamanla yaşımdan büyükdüşüncelerim oldu. O kadar büyük düşünmeye başladım ki bu dört duvar arasındabazen intihar etmek bile kafamdan geçmedi değil çünkü düşüncelerim beni hergeçen gün yoruyor ve düşüncelerim peşimi hiç bırakmıyordu. O gün babamgittikten sonra bile o duvarlara ne kadar çok alıştığımı fark ettim. Her gün yenibir acıyı öğretiyordu kahrolasıca. Ben ne kadar üzülsem bir çare de kalsamyaşamanın bir şekilde tadına varıyordum. Bilmiyordum beni bu şekilde tetikleyenatmosferin sebebini ve hiç de anlamadım. Hüzün böyle bir şey olsa gerek. Ağzımdaeksiksiz tam otuz iki tane dişim vardı, on sekiz yaşıma daha yeni girmiştim.Özgürdüm hani, hani özgürlüğün yaşı on sekizdi? Ben ise kendimi iliklerime kadar tutsak hissediyordum. Babam da gitmiştive belki de bir daha hiç dönmeyecekti. Ona da dilim elveda demişti. Ömrününbaharında ayaza tutulmak ne garip şey böyle anne? Ben daha önce hiç yaşamadımanne. Bir türkü tadında sevdam olmadı hiç, çocukken düşüp kalktığım günlergeliyor aklıma şimdi, bu ölüm denen şey ne menem bir sancıdır anne ? O günbabam da gitmişti. Yine yalnız ve çaresiz kalmıştım. Koğuş arkadaşım memo hergece gelip otururdu yanıma, merdivenlere oturur uzun uzadıya sohbet ederdik.Belki memo biz de bir gün kavuşuruz derdim. Kavuşmayı beklemek canımızı yakmayayeterdi. Doğunun çocukları olduğumuz için biz çayı severdik. O yüzden her günçay demler karşılıklı iki sarma tütün sigarası eşliğinde içerdik. Yine öyle birgün... Yarın Mehmet kardeşimizin mahkemesi var. Sabah sayımında alıp kapı altınagötürecekler oradan da ringler ile adliyelere... Oturdu yanıma, sen anlarsın buişlerden bir savunma hazırla bana ne yapmam gerektiğini söyle dedi. Tamamdedim. Bir saat sonra savunmayı memonun eline verdim ve yapması gereken herşeyi bir bir anlattım. Yalnız bizim memo güneşin doğduğu yerde büyüdüğü içingüneş beyninin yakmış olsa gerek ki küçükken bir türlü ezberleyemedi. Gece yineaynı saatlerde yatağın yolunu tuttuk. Sabah Mehmet'i aldılar. Akşamüzeri saatbeş gibi getirdiler. Önce kapı açıldı sonra o içeriye girdi. Hepimiz bakıyoruz.Keyfi hiç yerinde değil. Bir şey oldu galiba dedik. Oysa bizim memo tahliyeolmuş hatta beraat etmiş. O an içim bir garip oldu. Gardiyan birazdan gelecekve memoyu demir kapıların ötesine götürecekti. Ya geride kalanlar ne olacaktı ?Ve beklenen an geldi kapı açıldı Mehmet hazırdı bizde hazırdık. O üç kerehakkınızı helal edin diyecek bizde üç kere hep birlikte helal olsun diyecektik.Kural buydu. Mehmet hakkınızı helal edin diye bağırdı. Bizde helal olsun diyebağırdık. Bana giderken öyle bir baktı ki hep garip kaldım. Son sözü de adım olmuştu.O da gitmişti. Herkes bir bir gidiyordu. Bir ben kalıyordum gecenin koynuna birnehir gibi akan. Bende bir gün gidecektim. Gidenlerin yerine hep yenilerigeliyor ve o kahrolası yataklar hiç mi hiç boş kalmıyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 22, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ZİNDANDAN NOTLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin