TANITIM
Sabahın erken saatlerinde uyuşuk bir bedenle doğruldum yatakta. Önceki gün geç yatsam bile erken kalkıyordum her sabah. Alışmıştım artık erken kalkmaya. Çalar saatime baktım, bu gün çalmamıştı. Yoksa ben çok mu erken uyanmıştım? Yataktan erinerek çıkarken tutunacak bir yer bulamayıp yere düştüm. Ama güldüm kendime. Sadece teki olan terliğimi ayağıma geçirdim. Mutfağa doğru ilerlerken bir ses işittim. Banyodaki musluğun sesiydi bu. Sürekli damla halinde düşüyordu sular. Acaba o suyun bile bir kusuru var mıydı? Kafam bu düşüncelerle dolarken hemen lavaboya girip açık kalan musluğu kapattım. Tekrar mutfağa yöneldim ve saate baktım. Olamaz! Okula geç kalıyordum. Çalar saati hemen bırakıp odama doğru yöneldim. Yerdeki kıyafetlerime baktım, geceden çantamı bile hazırlamamıştım. Çabucak üstümü giyindim. Hep gözüm o boşluğa gidiyordu. Bedenimin altında kalan, tek ayağımın yanında olması gereken diğer ayağımın boşluğuna…
-BÖLÜM 1-
Okula gitmek için evin kapısını kilitleyip arkama bakmadan yürümeye başladım. Sanki herkesin gözü benim üzerimdeydi. 2 yıldır bu böyleydi. Sürekli bana bakıp gülüyorlardı. Ben de onlara “Günaydın.” yanıtını veriyordum her sabah. Bana acıyarak bakıyorlardı. Aslında mutluydum ben. Onlar bilmiyordu bunu. Sadece yüzemediğimi, rahatça koşup, oynayamadığımı, düzgün yürüyemediğimi ve insanların bana sülük gibi baktığını biliyorlar; hatta kendileri bu düşüncelere karşı çıkıyorlar fakat onları bana uyguluyorlardı. Çok acımasızlardı. Acaba onlar da benim düştüğüm duruma düşselerdi neler hissederlerdi?
Okula gelince sınıfın kapısında bekledim bir süre. Çünkü yine bana bakıp güleceklerini veya sinsi sinsi sırıtacaklarını biliyordum. Kapıyı çaldım. Yine o soğuk sınıfıma girdim. “Geç kaldığım için özür dilerim, öğretmenim. Yerime oturabilir miyim?”dedim. Biraz somurttuğu anlaşılan bir şekilde “Geç kağıdı al, gel.” dedi. “Ama hocam yoruldum…” dedim ve bana “Hım… Peki o zaman teneffüste alırsın.” dedi tekrardan. “Yani öğretmenim, şey olarak…” dedim en son. Gözlerim o boşluğa gitti. Bu sefer sınıfta fısıldamalar, gülüşmeler başladı. Aralardan birkaç söz işittim. “Şunun haline bir baksanıza!” ya da “Hiç utanmıyor mu? Hah hah kıh kıh…” Bu sözleri duyunca çok sarsıldım ve birden “Bana gerçekten(!) çok iyi davranıyorsunuz. Ben de yaklaşık 2 yıl önce sizin gibiydim. Fakat geçirdiğim trafik kazasından sonra…” gözlerimi o boşluğa diktim. “Sen hiç bana dediklerinden utanmıyor musun?” dedim eski, en yakın arkadaşıma. “Biz seninle ne kadar şey paylaştık, ne kadar eğlendik, güldük. Kimi zaman hüngür hüngür ağlayıp kimi zaman kahkahalara boğulduk. Seni dostum zannetmiştim. Dostlar arkadaşının en kara gününde de yanındadır. Ama sen şimdi bana sırtını çevirip gülüyorsun. Seninle birlikte seviyesiz insanların yaptıklarına gülerken şimdi sen bana gülüyorsun. Beni seviyesiz kabul ediyorsun. Hım… Ama şu yaptığını o üzerine güldüğümüz seviyesiz insanlar da yapmaz.”
Zil çalmıştı. Bu zil kurtuluşum değildi ya elbet, ama ben yine de rahatlamıştım. Teneffüse çıkanlar bana boş boş bakıp aralarında fısıldadılar. Ama bu sefer gülmemişlerdi. Sanki gururla doluyordu içim. Önceden yeni doğmuş bir bebek gibi savunmasız ve iradesizken şimdi bir Herkül’ ün cesareti vardı üzerimde.