"nefes alabiliyor musun?"
sordu ama cevabını duyamadı.
belki de duymadı, işitmek istemedi.yürüyorlardı. denizin gökle birleştiği çizgi kayıp iken, onlar manzaranın ortalığında yürüyorlardı.
tepenin hemen yukarısında, çam ağaçları gözükürdü.
çam ağaçlarının hemen ötesinde mezarlıklar öpülürdü.şimdi bu iki sevgili, sanki atmosferde yüzüyorlardı.
ayakları hafif basıyor, kalpleri ise akciğerlerine damarları dolamış, nefes almalarını engelliyordu.jungkook'un elleri ceplerindeydi ve pantolonunun sol cebindeki delikten tenine dokunup vaktin kaçmasını hissediyordu.
jimin, nefes alamamakla tuzlu suyun kokusunu hissedemiyordu. sadece dalgaları ve çam ağaçlarının rüzgarla oluşturduğu uğultuları dinliyordu. normalde hep, jungkook'un burnu tıkalı olurdu. sürekli burnunu çeker, yanı başlarındaki denizin ve portakallı çöreklerin kokusunu alamadığından söylenirdi.
"tepe'ye yaklaştık, şapkanı takmalısın."
jungkook, konuştu ve jimin ile yüzyüze gelmemek için karşı bankta oturan yaşlı bayanlara ve fasülyelerine bakmayı tercih etti.
belki de birazcık bencildi. jimin'i yaşarken severdi. pembe saçları kabarmışken, gözleri kızarmış ve de göz altları morarmış iken severdi. yorgun bakışlarını ve de uykulu kokusunu içine çekerken kalbinin atışının verdiği aile hissiyle severdi.jimin ise, inatçıydı şimdi.
sırf daha fazla kalabilsin diye dünya üzerinde, fotoğraf makinesini barakada bırakmış, çizimlerini mezarların üzerine asmıştı. tanımadığı insanlarla sevişmiş ve tutmasını bilmediği sigaraları içmişti.
gözlerini açık tutmaya çalışıyor, son kez hissetme çabasıyla kayıp oluyordu.jungkook, alayla gülümsedi.
jimin'in ince beline kollarını sardı, saçlarını karıştırdı hafifçe ve öptü.
eve gidiyorlardı.
jimin, sırtını jungkook'a yaslamasıyla nefes aldığını hissetti.
gözleri çöktü, ama aşık kaldı.eve gidiyorlardı, son kez.
ght