Çayından bir yudum alıp karşısında oturan gence dikkatini verdi. Gençde çayından bir yudum alıp fütursuzca Başkomiser Yavuz’a gözlerini dikti. Onbeş yaşlarında, esmer, yakışıklı denebilecek yüz hatlarına sahipti. Yaklaşık on dakika önce getirmişler, çalışma masasının karşısındaki koltukta saygılı bir şekilde, sessizce Başkomiser Yavuz’un işinin bitmesini beklemişti.
Başkomiser Yavuz iki gündür çok meşguldü. Göksu Nehrinde bulunan ceset vakası bütün zamanını ve dikkatini alıyordu ama iyi ki Mehmet ve Yusuf gibi iki acar Komiser Yardımcıları vardı. Kendisi içinde bir değişiklik olması ve şu başbelası cesette başka gelişmelerin olmasını beklerken, dikkatinin bir nebze de olsa dağılması için Hassan’ın dosyasıyla bizzat kendisinin ilgilenmesine karar vermişti.
‘Hassan Ubeyd,’ dedi gencin ismini dilinin üzerinden kaydırarak. ‘İsmin iki se harfiyle yazılıyor değil mi? Seninle daha önce karşılaşmıştık sanırım, ama demek ki tanışmak bugüne kısmetmiş. Doktor İsmail’in oğlu Hasan’ın mektup arkadaşı olan Hassan’sın yanılmıyorsam.’
Gencin pek korkmuş, gergin bir hali yoktu ama yine de rahatlaması için konuya yavaş girmek niyetindeydi.
‘Evet, efendim. Hasan’la mektup arkadaşıydık. Ben sizi çok iyi tanıyorum ama siz beni belki tanımazsınız.’
İnsanı rahatsız etmeyen hafif bir aksanı vardı. Üç sene de türkçeyi çok güzel öğrenmişti doğrusu. Takdirle başını salladı. Önündeki dosya da Hassan’la ilgili bütün bilgiler mevcuttu. Şöyle üstünkörü okumuş, ilginç bilgiler edinmişti. Üç sene önce Suriye’deki iç savaştan binbir güçlükle kaçıp Türkiye’ye sığınmışlar, Silifke’nin iki çocuk doktorundan biri olan Dr. İsmail Çelik’in özel çabaları sonucu, Yayladağı Mülteci Kampından Silifke’ye getirilmişlerdi. Doktorla çok iyi tanışıyorlardı ama hiç daha önce kendisine bu olaydan söz etmemişti. Ne kadar alçakgönüllü olduğunun güzel bir göstergesiydi bu tabi ki. Saygısı bir kat daha arttı doktora.
‘Kaçıncı sınıfa gidiyorsun Hassan?’
‘İkinci dönem 7. sınıfa çıkardılar. Belki seneye 9’a geçeceğim. İnşallah.’
‘İnşallah, Hassan, inşallah.’
Sıfırdan yeni bir dil öğrenip, okulda başarılı olup sınıfları birer ikişer atlamak her öğrencinin altından kalkabileceği bir şey değildi.
‘Nasıl annen ve baban? Kardeşlerin? Uyum sağlayabildiler mi Türkiye’ye?’
‘Evet, hepimiz çok mutluyuz burada.’
Yavaş yavaş konuya girmek istiyordu artık.
‘Hassan, neden burda olduğunu biliyorsun. Çok üzücü bir vaka. Ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Seni buraya çağırmamızın sebebi de hakkında bir suç duyurusu olması. Seninle sadece konuşmak istiyorum. Senin suçlu veya suçsuz olduğunla ilgili herhangi bir fikrim yok. Kendini rahat hissetmemen için hiç bir sebep yok.’
Hassan hiç de rahatsız olmuş gibi durmuyordu.
‘Ben rahatım,’ dedi. ‘Benim suçum yok. Sevim Nene’yi ben öldürmedim. Sevim Nene kapıyı açmayınca hatta polise ben haber verdim.’
‘Öldürmediğine ben de inanıyorum ama emin olmamız lazım. Dün akşam saat 22.00’den sonra neredeydin Hassan? Annen, geceyarısı eve döndüğünü söylüyor. Gece 01.00 gibi gelmişsin eve. Bu senin için pek alışılmış bir durum değil. O saatlerde hep evde olurmuşsun.’
Merakla Hassan’ın yüzünü inceliyordu. Ne cevap vereceğini çok merak ediyordu. Hassan bir an kendi kendisiyle kısa bir mücadeleye girer gibi esmer yüzü daha da karardı. Sonra başka çıkar yolu olmadığına karar verip konuşmaya başladı.
‘Ben Say Mahallesinde bir arkadaşımın yanındaydım. Ali’yle üç aydır aynı sınıftayız ve dersleri çok kötü. Bazen derslerine yardım ediyorum. Annesi komşuya gittiği için evde yalnız olduğundan beni çağırdı. Bugün önemli bir yazılımız vardı, ona çalıştık. Kimsenin duymasını istemiyorduk.’
Yalvarır bakışlarla Başkomiser Yavuz’a baktı. Biraz önce ki, kendinden emin genç gitmiş yerine küçük bir çocuk gelmişti sanki. Neden gizemli bir hale soktuklarını anlayamamıştı. Alt tarafı iki arkadaş buluşup derse çalışıyorlardı. Ne vardı ki bunda?’ Düşündüğünü Hassan’a söyledi.
‘Benim için sorun yok. Ali’yi korumak için gizliyoruz. Okulda kavgacı, tehlikeli bir çete var. Milliyetçi olmak kötü değil ama bunlar çok ırkçı. Beni hiç rahat bırakmıyorlar. Suriye’li göçmenlerin Türkiye’yi pis ettiklerini, hepimizin dilenci, hırsız ve katil olduğunu söyleyip tartaklıyorlar. Arkadaşım Hasan yanımda olduğu zaman bana yardım ediyor ama her zaman yanımda olmuyor. Ali bana bir defa yardım etti. Yardım ettiğine pişman ettiler. Bir daha benimle beraber görürlerse çok daha kötü şeyler yapacaklarını söylediler. Biz de gizli buluşmaya karar verdik.’
Durup Başkomiser’in ne derece dikkatli dinlediğini anlamak için Başkomiser Yavuz’un yüzünü inceledi. Gördüğünden memnun kalmış olacak ki, anlatmaya devam etti.
‘Say Mahallesi’nde romen asıllı çingenelerin oturduğunu biliyorum. Bu ırkçı çete eskiden beri o mahalleden gelen çocuklara kötülük ediyorlarmış ama benim Suriye’den gelmem Say Mahallesi’ndeki çocukların biraz rahat nefes almalarını sağlamış. Çünkü artık ben olduğum için benimle uğraşıyorlardı.’
Duyduklarına şaşırmıştı. Böyle şirin, sakin bir sahil kasabasında böyle çirkin olaylar nasıl olabilirdi. Daha önce hiç kimseden böyle şikayetler duymamıştı. Hassan’ı teşvik etmek için araya girdi.
‘Hiç kimseye bu durumu anlatmadın mı? Babana, annene, senin hamin sayılan Ismail amcana bahsetmedin mi bu durumdan?’
‘Babama anlattım ama kimseye söylememi istemedi. Haberlerde sürekli Suriye’li sığınmacılarla ilgili çıkan haberlere zaten çok üzülüyordu. Bize kucak açan bu güzelim ülkenin insanlarını rahatsız ediyoruz, daha fazla olaylara sebep verip bizden daha çok nefret etmelerine neden olmayalım, diyordu hep. Ben de kimseye söylemedim.’
Başkomiser Yavuz, Hassan’ın anlattıklarını dinledikçe hem öfkesi artıyor, hem de üzülüyordu. Devlet, millet olarak her zaman mazlumun yanında olmayı vazife edinmenin faziletini çocuklarına anlatmayan ebeveynleri merak ediyordu. Şu olay bir çözülsün, bu çocuk çetesinin peşini bırakmamayı kafasına koydu.
‘Saat 22.00 ile 01.00 arası Ali’nin yanında olduğunu mu söylüyorsun yani? Ali yanında olduğuna tanıklık eder mi?’
‘İnşallah’ dedi ama pek emin değildi sanki. Ali’nin çetedekilerden korkusundan yalan söyleyebileceğini düşünüyordu herhalde.
‘Nasıl ölmüş Sevim Nene? Son kez gördüğümde alışverişini yapmıştım. Gayet neşeliydi. Nasıl bir insan Sevim Nene gibi bir meleği öldürür. Anlayamıyorum.’
Başkomiser Yavuz istemeye istemeye konuya devam etti. Sonuçta bir ihbar ve bir cinayet vardı.
‘Birisi telefon açıp senin Sevim Nene’yi öldürdüğünü söyledi. Gece saat 23.30 gibi seni Sevim Nene’nin evinden çıkarken görmüşler. Eğer Ali tanıklık etmezse işin biraz zorlaşıyor Hassan. Ayrıca evin her yerinde parmak izin var. Cinayet Bıçağında da olduğu gibi. Buna ne diyeceksin?’
Hassan duyduklarından rahatsız olmuştu. Suçlu olduğundan mı yoksa suçsuzluğunu ispatlayamama endişesinden mi belli olmuyordu.
‘Hasan ve ben neredeyse hergün Sevim Nene’yi ziyaret ediyorduk. Kimsesi yok, yalnız bir yaşlı nene. Alışverişini yapıyor, evde hizmetini görüyorduk. Bazen bulaşık falan da yıkıyorduk. Parmak izimin olması normal. Hasan’a sorabilirsiniz.’
Sahi neredeydi bu Hasan? Memurlardan birisini göndermişti Hasan’ı getirmeleri için ama ses soluk çıkmamıştı daha. Yardımcıları Mehmet’te, Yusuf’ta harıl harıl Göksu Nehri’nde bulunan ceset için araştırma yapıyorlardı. Telefona uzanıp kısa bir görüşme yaptı. Cinayet Şubesindeki görevli memurlara son bir gelişme olup olmadığını sordu. Gençlerin anne, babalarına haber verilmesini söyledi. O sırada kapıya vuruldu. Girin, demesine gerek kalmadan kapı açılıp, Hassan’la aynı yaşlarda bir genç oğlanla, genç kız girdi.
Doktor İsmail Çelik’in oğlu Hasan’ı tanımıştı hemen ama kız yabancı gelmişti kendisine. Yeni nesil gençlerin hepsini tanımıyordu.
‘Yavuz Amca, müsadenle konuşabilir miyiz?’ dedi. Koltuğun boş yerlerine yerleşmişlerdi bile.
‘Hasan biz de seni arıyorduk, tam zamanında geldin. Hassan’ın başı bir hayli büyük bir belada. Anlatacağın her ayrıntının bile yardımı dokunabilir. Seni dinliyorum. Hem kim bu hanım kız?’
Kızı rahatlatmak için gülümsedi. Kız da çekinerek gülümsemesine karşılık verdi ama daha rahattı sanki şimdi.
‘Yavuz Amca, biz boş durmadık Dilek’le. Gerçek suçlunun kim olduğunu biliyoruz. Hatta bize inanmanız için katilin itirafını da getirdik.’
Dilek o sırada cebinden bir hafıza kartı çıkarıp, masaya bıraktı. Çok üzgün bir hali vardı.
‘Şunu baştan anlatın bakalım, inşallah benimle oyun oynamıyorsunuzdur. Canınızı yakarım yoksa.’
Geriye yaslanıp ilgiyle Hasan’ın anlattıklarını, sözünü kesmeden sonuna kadar dinledi. Kısaca özetlemek gerekirse Hassan’a çete tarafından tuzak hazırlanmış. Suriye’li göçmenlerle ilgili yapılan yanlı yalan haberlerden halkın yeterince etkilenmiş olduğunu varsayıp, sorgusuz, sualsiz, bir Suriye’li göçmen olan Hassan’ın suçlanıp hapse atılacağını ummuşlardı. Neredeyse başarılı da oluyorlardı. Ama Hassan’ın arkadaşı Hasan ve sınıf arkadaşı Dilek olaya müdahil olmuşlar, çetenin başını konuşturmuşlar ve gizlice kaydetmişlerdi. Mahkemede gizli kayıtın kabul edilip edilmemesi sonraki meseleydi. Ama o konuda bir sorun çıkacağını sanmıyordu.
‘Kim bu çetenin başı? Tanıyor muyum ben?’
Hasan bir an düşündü.
‘Yavuz Amca, sanırım tanıyorsun. Bir kez hırsızlık suçundan nezarette kalmıştı. İsmi, Cengiz Baş. Ayrıca....’, Dilek’e üzgün bir bakış attı.
‘Dilek’in abisi olur. Zaten bütün işi Dilek yaptı. Abisini konuşturup itiraf ettirdi. Nasıl Sevim Nene’yi kandırıp eve girdiklerini, ziynet ve paralarını çaldıklarını gururla anlatmış. Sanırım Dilek’in başkalarına anlatacak kadar cesaretli olmadığını, kendisinden çok korktuğunu sanmış. Kardeşini tanıyamamış hiç.’
Gülümseyerek kızın elini tuttu. Kızda elini çekmedi. Ufaktan bir aşk filizleniyordu ufukta belki.
‘Eskiden çok korkardım abimden. Hatta beni öldürebileceğini bile düşünürdüm. Hasan benim kendime güvenimi kazanmama çok yardımcı oldu. Yalnız başına cesaret edemezdim. Ne kadar abimde olsa, zalimin zulmüne boyun eğmem artık. Tek zalim Suriye’de yok, dünyanın her yerinde var. Aramızda yaşıyorlar. Her an tetikte, dikkatli olmalıyız. Hayat sandığımız kadar tozpembe değil. Karanlıklarla dolu.’
Kendi söylediklerinden ürpererek Hasan’a sokuldu. Hasan’da kolunu Dilek’e dolayarak güven verircesine omzunu okşadı. Bu genç yaşta edindikleri kötü tecrübeler onlarda unutulmaz izler bırakacaktı ama ilerki yaşamlarında yaşadıkları her olumlu, olumsuz anı onları daha da bilinçleştirecek, daha sağlam karakterli bireyler haline getirecekti. İçlerinde en kötü tecrübeleri Suriye’nin akan kanından Türkiye’nin kucaklayan kollarına sığınan Hassan yaşamıştı. Ölüm kalım mücadelesinden kurtulmuştu ama Türkiye’de ki bir avuç cahil, ırkçı grupların insanlık dışı düşmanlığına muhatap olmaktan kurtulamamışlardı.
Üç gence de şefkatle baktı, bir sıkıntı karşısında nasıl da kenetlendiklerini görüyordu. Bu dünyanın dengesi böyle sağlanıyordu demek. Bir tarafta Beşar Esad ve Cengiz Baş gibi kana susamış caniler, diğer tarafta Dilek ve fazladan bir se ile iki Hasan.
Gençleri daha fazla germek niyetinde değildi. Kalkıp ellerini teker teker sıkıp teşekkür etti. Her an kapısının kendilerine açık olduğunun garantisini verip uğurladı. Telefona uzanıp Cinayet Şubesindeki memurlara gereken talimatları verdi. Fazla ortalığı velveleye vermeden gidip şu Cengiz Baş ve çetesini getirmelerini söyledi. Cengiz gibi küçük yılanlarla uğraşmaktansa Beşar Esad gibi büyük yılanları yakalamayı tercih ederdi. ‘O da olacak inşallah’ diye düşündü keyifle. ‘Bu dünya hangi zalime kaldı ki Beşar Esad’a kalacak.’
Arkasına yaslanıp, soğumuş çayını bir yudumda bitirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKOMİSER YAVUZ SERİSİ - KISA HİKAYELER
Short StoryKüçük bir sahil kasabasında cinayet