özür dilerim, kötü yazıp her şeyi berbat ettiysem affınıza sığınıyorum/
Justin, ikide bir dibimde dolaşıp duruyor ve sürekli yerdeki iğnelere basıp acıyla miyavlıyordu. Onu ne kadar uzaklaştırmaya çalışsam da merakından bir türlü vazgeçemeyip yine yanıma geliyor ve yaptığım şeyi pür dikkat izliyordu. Tek yaptığım, mantar panoma astığım fotoğrafları yeniden düzenlemekti. Ne olursa olsun, çektiğim her fotoğrafı -bir kuş, böcek yada yaprak bile olsa- panoma iğne ile asardım. O kadar çok fotoğraf olmuştu ki, az önce çektiğim güneşin fotoğrafını asacak yerim kalmamıştı. Bu yüzden bende düzenlemeye karar vermiş ve fotoğrafların ne olduğuna bile bakmadan hepsini teker teker söküp hızla yere fırlatmıştım.
İğneler de çektiğim fotoğraflar ile birlikte yere döküldüğü için, iki adımda bir ayağıma batıp duruyordu. Aynı şekilde meraklı Justin de bu durumdan şikayetçiydi. Ona bir şey olacağından korkuyordum. Canını yakan şey ufacık bir iğne ucu bile olsa, korkuyordum işte. Daha öncesinde hiç hissetmediğim bu duyguyu, bir kedinin patilerinde hisseder olmuştum. Korkuyordum. Hemde o kadar çok korkuyordum ki, açıklayacak cesareti bulamıyordum kendimde.
Başka bir ağaç fotoğrafını daha panoya asacaktım ki, yine Justin'in acı dolu miyavlamasını duydum ve hızla arkamı dönüp küçük odamda beyaz, tombul kediyi aramaya başladım. Halbuki daha az önce ayaklarımın dibinde dolaşıyordu, şimdi gözden kaybolmuştu.
''Justin!'' diye bağırdım. Ona bu şekilde seslenirken oldukça garip hissediyordum. Bir başkası görse, kendi kendime seslendiğimi ve delirdiğimi zannederdi. Belki de öyleydim, belki de cidden delirmiş ve kendi adımı verdiğim hayali bir kediyle konuşur gibi kendi kendime seslenir olmuştum. Dışarıdan nasıl göründüğümü soracak kimsem yoktu. Hiç kimsem.
Yerdeki iğnelere dikkat ederek odamın içinde gezinirken, Justin bir kere daha miyavladı ve bu sefer nerede olduğunu görebildim. Dizlerimin üstünde yere çöküp başımı birazcık yatağımın altına doğru soktuğumda, bana bakan bir çift yeşil göz ile karşılaştım. ''Ne işin var burada? Orasının ne kadar pis olduğunu biliyor musun sen?'' onu yavaşça karnından tutup yatağın altından çıkarırken, akabinde bir fotoğraf da onunla beraber geldi. Patilerinin altında duran bir fotoğraf.
''Şimdi bu pis patilerle yatağıma çıkıp orayı da kirleteceksin. Zaten bana nispet olsun diye yastığıma işiyorsun, bir de bunu yapmadığın kalmıştı.'' Kediyi yatağımın üstüne bırakırken, patileri ile tuttuğu fotoğrafı da aldım. İlk başta, fotoğrafın ne olduğunu tam çözememiştim çünkü üzeri çok fazla tozla kaplıydı. Bu da, fotoğrafın uzun zamandır yatağımın altında olduğunu gösteriyordu.
İşaret parmağım ile fotoğrafın üstünü boydan bir şekilde silerken parmağın ardından gelen toz ve fotoğrafın temiz olan bir kısmından, neredeyse bütün fotoğrafı ayırt edebilmiştim. O kahverengi saçları, parlak gözleri, ve her görüşümde beni güzelliğinden ağlatan o gülümsemeyi, fotoğrafın en küçük karesinden bile görebilir, tanıyabilir ve ayırt edebilirdim.
Artık gözlerim dolmuyordu. Artık her Ellie'yi görüşümde, anışımda yada hatırlayışımda, acıdan yada kederden dolayı kahrolmuyordum. Onu her görüşümde, yeniden ve yeniden aşık oluyordum. Gidişinden beri 1 ay geçmişti. (Ki gidişinden demek bile hataydı. Kendime kızıyordum bu konuda. O asla gitmemişti. Sadece uzaklaşmıştı.) İlk haftalar, ağlamaktan dolayı gözümü bile açamadığım anlar aklıma geldikçe, onun varlığını ve benliğini daha çok hissediyordum.
Çünkü öyleydi. Ben neredeysem, Ellie Dolley'de oradaydı. Başımı koyduğum yastığın bir diğer ucunda yatıyordu, saçlarının kokusunu içime çeke çeke, ciğerlerimde saklayarak uyuyordum. Yemek yediğim masanın karşı tarafındaki sandalyede oturuyor, onunla beraber yemek yiyordum. Başlarda yokluğunu o kadar çok hissetmiştim ki, nefes alamadığım saatler olmuştu. Ama şimdi, her şey o kadar değişmiş ve farklı bir hal almıştı ki, yokluğunu hissettiğim tek bir an bile yoktu.
(Kabul, Ellie'yi hala deliler gibi özlüyordum.)
Bazı zamanlar, sadece varlığını hissetmek yetmiyordu. Onu istiyordum. Güzel Ells. Benim güzel Ells'im. Ona sımsıkı sarılmak istiyordum. (Hayır, bu şekilde değil.)
Yorgundum. Çok fazla yorgundum. Tek istediğim, başımı kucağına koymak ve elini başımda hissetmekti. Tek ve son istediğim buydu. Günlerce, haftalarca bunun için yalvardım Tanrıya. Ama hiçbir sonuç alamayınca, artık inanmaktan ve beklemekten de vazgeçtim.
Galiba, her bir saniyesini dolu dolu yaşamaya çalıştığım hayatta bana, Ellie'nin ölümünden daha acı veren şey, bu gerçeği kabullenmek olmuştu. Çok zordu. Hala acısını damarlarımda akan kanda, yediğim yemeğin boğazımdan geçişinde hissedebiliyordum. Gerçeklerin insan yaşamının vazgeçilmez bir parçası olduğunu ve insana, yaşamından daha çok zarar verdiğini, can yaktığını biliyordum. Ama asla böyle bir acıya sebep olacağını tahmin etmemiştim. Çok şeyi tahmin etmemiştim gerçi. Benim minik papatyamın öleceğini, geri kalan hayatımı yaşlı (ve aynı anda sevimli) nineler gibi kediyle beraber geçireceğimi, asla tahmin etmemiştim.
Bazen böyle olabiliyordu. Bazen, hiç tahmin etmediğiniz şeyler gerçekleştiğinde, Tanrı'ya bunun için şükrediyordunuz. En sevdiğiniz yemek programının o an televizyonda oluşunu gördüğünüzde, (yemek programlarını herkes severdi), yada beklemediğiniz bir işi aldığınızda. Tahmin etmediğiniz ve gerçekleşen her şey için Tanrıya şükreder olmuştunuz, ama maalesef ki ben, yaşamı bir su damlasından daha değersiz olan aciz ben, tahmin etmediğim her şey gerçekleştiği için Tanrıya kızar olmuştum.
Kendimden korkuyordum. Bu kadar düşünmekten ve düşüncelerimin beni öldürmesinden korkuyordum. İnsanlar ölüyordu. Ama ben, hep ölüyordum. Ona ait tek bir fotoğraf yeterdi beni yeniden ve yeniden ölüme mahkum etmeye. Bazen, olduğum yerde kalakalıyor ve ne diyeceğimi bilemiyordum. (Bilirsiniz, bazen ne diyeceğinizi toparlamak yıllarınızı alır.)
Fotoğrafı tamamen temizledikten sonra, uzun uzun inceledim. Sabah olana, kedim acıktığı için yataktan inip koluma sürtünene, dizlerimin üstünde oturmaktan dolayı sağ ayağım uyuşana kadar, saatlerce inceledim. O kadar güzeldi ki, hala evrendeki en güzel şey olduğu gerçeğine tüm benliğimle inanıyordum. (Hayır, bu güzellik değil, olsa olsa cennetin iflası.)
ağlıyorum
cidden şuan hüngür hüngür ağlıyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
to do list [2] :: bieber
Short Story''Biz çok farklıydık Ellie. Gülümsediğimizde dudaklarımız kıvrılır, gözlerimiz kısılır, gamzelerimiz ortaya çıkardı. Ama bu farklı olmak değildi. Biz çok özeldik Ellie. Çok özeldik.'' [ikinci kitap] 15.12.16