~1~

34 6 7
                                    

"Bir zamanlar kahramanlar vardı. Adeta Ay gibiydiler.Sabahları kimselere görünmezlerdi ama gece çöktüğünde ortaya çıkar ve tüm benlikleriyle geceye hükmederlerdi."

Efsaneler vardı. Çok eski efsaneler. Kimsenin inanmadığı ama gerçek olan efsaneler...

Her hikayenin bir ana karakteri vardır. Bende kendi hikayemin ana karakteriyim.

***
Tabi ki benim hikayemde sabah odaya ışık girmesiyle başlıyor. Uyanıyorum. Sanki bulutlar güneşten utanırcasına kaçışıyor ve ışığın gözlerimi almasına neden oluyordu. Sabah rutinime geçmeye karar verdim. Saçlarımı taradım , dişlerimi fırçaladım ve üzerimi değiştirdim. Aşağı inip annemi yanağından öptüm. Bana:
- günaydın!
- günaydın anne!
Annem benim tek varlığımdı. Yeni geldiğimiz bu şehirde sadece o ve ben vardık. Babam ise...
Babam birkaç yıl önce ölmüştü. Olaya tanık olmamıştım. Bana trafik kazasında öldüğünü söylemişlerdi. Annemin sözleri düşüncelerimi böldü:
- yarı yılın ortasında olmamıza rağmen okula kabul edilmen büyük şans.
- evet haklısın. İngiltere'nin sayılı okulları arasında olmasına rağmen bize böyle bir kıyak yaptılar sanırım.
- kıyak derken bakalım? Ne demek istiyorsun?
- senin bağlantıların sayesinde kabul edildiğimi sanırım ikimizde biliyoruz.
- hımm demek öyle. Senin zekan ve başarınla hiç alakası yok mu yani?
- tamam belki de haklısındır.
Çantamı sırtıma aldım ve kahvaltı için anneme teşekkür ettim. Annem çıkarken bana:
- ortama biraz uyum sağlamaya çalış jonas.
- denerim.
Uyum sağlamak? Benim için zordu. Evet bu doğru. Kesinlikle insanlarla anlaşmayı başarabilen biri değildim. Hatta asosyal diyebiliriz. Bugüne kadar sayılı arkadaşım olmuştu. Bugüne kadar dediğim az bir süre değil. Ben lise sona gidiyorum. Yani on yedi yaşımı bitirdim sayılır. On yedi yıldır sanırım sadece beş arkadaşım falan oldu. Annem beni birçok psikoloğa götürmüş olsada doktorlar kesin bir cevap verememiş ve içine kapanık demişlerdi. Ama herkesin kabulleneceği gibi bu durum normal asosyallikten kat ve kat fazlaydı. Okula varmak üzereyken bir grup genç gördüm. Kızlı erkekli karışık yürüyorlardı. Gülüşüp eğleniyor birbirleri ile uğraşıyorlardı. Bazen arkadaşım olsa fena olmaz diyordum. Ama elimde değil. Doğam gereği insanları tersliyordum. Bu yüzden arkadaşım Yok tabii ki de. Her neyse onların biraz daha ilerlemesini bekledim ve mesafe açılınca yürüme devam ettim. Arkadaş edinmeyi bırakın kalabalığın yanından bile geçemiyordum. Arkadan gelen hızlı ayak sesleriyle irkildim. Arkamı dönmeme gerek kalmadı ki biri bana çarptı ve bana doğru dönerek:
- çok özür dilerim. Arkadaşlarıma yetişmeye çalışıyordum da.
-...
Tabii ki de cevap vermedim. Beni biraz süzdü öylece durup. Sonra ona elimde olmadan:
- arkadaşların? Gitsene hadi.
Dedim. İşte mallık olsun. Bana biraz daha baktı ve:
- sen yeni öğrencisin değil mi? Bizim sınıfa transfer olan.
-...
- duyduğuma göre Almanya'dan gelmişsiniz.
-...
- benim babamda Alman'dır.
-...
- adım Wa-
- merak etmiyorum!
Ne yapıyorum ben ya! Senle konuşmaya çalışıyor. Düzgün cevap versene! Bana aldırış etmeden devam etti:
- adım Walter. Walter Himmel.
Biraz durdu ve sordu:
- peki ya senin ki?
-...
Niye söyleyecekmişim ki? Hayatımda ilk defa görüyorum seni. Beklemediğim bir kabalıkla:
- aman derse geç kalacağım. Bu kadar yeter!
Dedi. Ve öylece gitti. Tamam. İstediğim buydu zaten. Adı Walter'mış. Eskiden izlediğim bir diziyi anımsatıyor. Adı Fringe'di sanırım. Ana karakter bilim adamının ismiydi. Bu çocuğun aksine oradaki adam çok tatlıydı. Okulun ders zilinin çaldığını buradan duyabiliyordum. Koşturmaya başladım. Ama ne yazık ki yetişemedim. Okulun prensipleri gereği zamanında gelmeyen öğrenciler dışarıda kalırdı. Ve şansıma da bugün sadece ben dışarıda kalmıştım. Bunun için dert yanarken acı bir ciyaklama sesi duydum. Bir kuştan çıkıyor gibiydi. Ciyaklamaya ister istemez takip ettim. En sonunda büyük bir ağacın altında neredeyse ölecek duruma gelmiş yavru bir kuş buldum. Ne yapacağımı bilemedim. Elime alırsam bir şey olacağından çok korkuyordum. Ama orada bırakırsam kesin ölecekti. Hemen elime aldım ve sokaklarda koştura koştura bir veteriner aramaya başladım. Buralar bana yeniydi. O yüzden gördüğüm her dükkana soruyordum. Sonunda bir veteriner bulmuştum. Ama içeri girdiğimde sadece kedi ve köpeklere müdahale edilir tabelasını görünce büyük bir hüzne kapılmıştım. Yine de gidip resepsiyondaki kadına:
- kuşa bir bakabilir misiniz? Lütfen.
- üzgünüm. Kuşlara müdahale edemiyoruz.
- hiç bu konuda bilgili biri Yok mu? Uzman olmasına gerek Yok.
- üzgünüm ama kuşlar için hiç kimse Yok.
- peki buralarda başka bir veteriner var mı?
- var sanırım. Ama on kilometre ötede.
- ne!?
Kadın kuşa biraz göz gezdirdi. Ve:
- ölmek üzere.
Dedi iç çekerek. Ve ardından bana dönerek:
- eskiden bir kuşum vardı. Fakat ne kadar yardım edebilirim bilmiyorum.
Dedi. Ona yalvarırcasına baktım ve:
- lütfen en azından bir deneyin!
Dedim. Kadın kuşu elimden aldı ve kanatlarına baktı. Gözlerine ışık tuttu. Ben bunların amacını anlamazken bana döndü ve:
- bir kanadı kırılmış ve kafasını çarpmış sanırım. Ama emin değilim. Onun boyutları için elimde serum yok fakat kanadı için sargı yapabilirim sanırım.
- lütfen. En azından deneyelim.
Dedim. Kadın on saniye sonra bir sargı ve küçük bir metal parçasıyla döndü. Metal parçasını kanadına sabitledi ve sargı bezi ile sardı. Bana çok ufakta olsa bir kafes verdi ve:
- gerisi sana kalmış.
Dedi. Ama dikkatimi çeken şey kuşlar hakkında bu kadar şey bilmesi ve hatta kuşa ne olduğunu anlayıp tedavi etmesiydi. Bir de üstüne üstlük masanın altından bir kuş kafesi çıkarmıştı. Kuşu kafese koyduktan sonra kadına sordum:
- kuşun nesi olduğunu dereden anladınız?
- kanadının kırık olduğunu kanadı ortadan büküldüğü için bariz bir şekilde anlayabiliyordum. Kafasını çarpmış olmasına gelince. Göz bebekleri ışığa hızlı cevap veremiyordu. Bu nedenle o iki teşhisi koydum ama kesin olarak bir şey söyleyemem.
- peki ya kafes?
- o benim kuşumundu. Bir ay önce veterinere gelen pully adında bir kediye kaptırdım. Kafesi eve götürmedim. Belki burada lazım olur diye. İyi ki götürmemişim.
- çok teşekkürler!
Dedim ve veterinerden ayrıldım. Kuş hala çok bitkindi. Hala aynı şekilde ölecekmiş gibi bakıyordu. Veterinerdeki kadın bana bir kartta vermişti. Kuş için ilaçlı yemler alabileceğim bir pet shop. Oraya doğru yol aldım. Tabii ki de telefonumun navigasyonuyla. Oraya vardığımda beni kapıda biri karşıladı. Ve bana:
- ilaçlı yem değil mi?
Dedi. Oldukça şaşırmıştım. Ona:
- evet ama-
- kuşuna bakan abla bana telefon açtı ve geleceğini söyledi.
- ah demek öyle.
Bana yemleri verdikten sonra ona:
- fiyatı ne kadar acaba?
- bizden olsun. Dert etme.
- ama-
- önemli değil. Şu an kuşun onlara ihtiyacı var. Acele et.
- pekala.
Hemen oracıkta kafesin kenarlarındaki küçük yemliklere ilaçlı yemleri doldurdum. Oradaki adam da biraz su verdi ve onu da kuşun küçük suluğuna doldurdum. Adama teşekkür ettim ve öğlen okula gidebilmek adına kuşu eve bırakmak için yola koyuldum. Okulun kapıları sabah , öğlen yemeği ve okul çıkışlarında açılıyordu. O yüzden öğlene yetişmeliydim. Annem kuşa kızacaktı elbet ama ona sonra açıklayabilirdim. Kuşu eve bıraktım ve anneme sonra anlatırım şeklinde bir el hareketi yaptım. Okula yine güç bela yetişmiş olsamda içeri girmeyi başarmıştım. Sınıfıma gittim ve sırama oturdum. Sıralar iki kişilikti ve benim yanımda kızıl saçlı yeşil gözlü bir kız oturuyordu. Bana dönerek:
- merhaba!
- ...
Tabii ki yine cevap vermedim. Devam etti:
- ben emily!
-...
- peki ya sen?
- ...
- tamam zaten biliyorum. Öğretmen söylemişti. Yani önemli değil jonas.
-...
İrkilmiştim. Adımla seslenmişti çünkü. Demek onun adı emily'ydi. Aslında güzel bir isimdi. Sıra arkadaşımdı ve bütün seneyi onunla geçirecektim. Henüz öğlen bitmemişti. Sıradan kalktı ve bana:
- kantinden bir şey ister misin?
- * kafasını sağa sola sallar*
Başımla reddetmiştim. Bana:
- pekala.
Demişti. Dersin başlamasına on dakika kala emily elinde iki kutu içecekle döndü. Birini bana uzattı ve:
- umarım iyi anlaşırız!
Dedi. Elindekini almayınca önüme koydu ve:
- en azından bunu kabul et!
Dedi. Bende içeceği açtım ve bir yudum aldım. Kızlara karşı daha iyiydim. Bana çok hoş bir gülümseme yolladı. Sonra bütün sınıfın bize baktığını fark ettim. Etrafımdakilere göz gezdirirken birine rastladım. Sabah ki çocuk. Adı? Adı neydi? Bir dakika Fringe,Fringe, Fringe. Heh! Evet adı Walter'dı. Bir süre bana baktı ve kafasını başka yöne çevirdi. Bende aynı şekilde. Emily bana:
- gey misin?
Diye fısıldadığında her şey değişti...

🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆🔆

Umarım hikaye güzel gidiyordur. Açıkçası ben yazarken eğleniyorum. Umarım sizde okurken eğleniyorsunuzdur? Yorumlarda belirtirseniz sevinirim. Ve eğer bölümü beğendiyseniz sol alt köşedeki minik yıldızı turuncuya boyayabilirsiniz. Henüz çok fazla takipçim Yok hatta hiç Yok ama hikayemi beğenecek olursanız beraber büyüyeceğiz. Sanırım. Yani umarım. Medyaya Jonas'ı koydum.Sizi seviyorum...

Karşı cins kahraman Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin