Muhtemelen yarım kalacak bir hikayeye daha başlıyorum. Gözlerim yanıyor. Yine çok uyudum ama yine uykusuzum. Gözlerim etrafta birini arıyor. Bir kez görsem gözlerimde acı da kalmayacak içimde yorgunluk da. Yıllardır anlatmakla bitiremediğim içimdeki boşluğu doldurabilecek mi bilmiyorum. Zaten yıllardır hiç bir şey bilmiyorum. Kendimde değilim. Yokum ben. Sürekli kendimi tekrarlıyorum. İçimdeki his hiç değişmiyor. Yalnızlık hissinin bir müebbet olduğunu düşünmeye başladım. Hiç bir zaman kurtulamayacak gibiyim. Bunu da hiç bir şey değiştirmeyecek biliyorum. Çünkü herkes biraz yalnızdır. Benimki birazdan biraz fazla. Cümlelerim bile aynı. Sayfalarca yazı yazdım ne konu değişti ne de söz dizimi. Neyse iç dünyamın içinde fazla kaybolmayalım.
Ben Tomris. 21 yaşındayım. Neden şu an oturduğum masadayım bilmiyorum. Beni buraya sürükleyen tek şey şehir değiştirme alışkanlığım. Annem öldüğünden beri bir şehirde en fazla iki yıl kalabildim. Eskişehir iki yıl sonra benim için dayanılmaz bir hal aldı. Porsuk Çayı'nın verdiği huzur da yetmemeye başladı. Ankara'dan geçiş yaparak kaçmayı başarmıştım. Eskişehir'den de kaçmanın en basit yolu Farabi değişim proğramını kullanmaktı. 3 tercihim içinde Zonguldak'ın gelmesi benim için bir şey ifade etmedi. Zaten istediğim tek şey yeni bir şehirdi. Bir dönem boyunca burdayım artık.
Bugüne kadar yüzlerce insan tanıdım. Hepsinin bir hayali, hayattan bir beklentisi vardı. Kimisi çıkarları için gözlerimin önünde arkadaşlarını feda etti. Kimisi arkadaşı için kendiisini. Bense sadece izledim. Sadece bekledim. Annem gittikten sonra içimde oluşan o boşluğa kimse dokunamadı. Dokunmayı bırak kimse yaklaşamadı bile.
Yıllar sonra ilk kez şu an oturduğum masada birisi dikkatimi çekti. Bana olan benzerlikleri onu daha ilk gördüğümde beni etkilemişti. Onunda etrafında onlarca insan vardı. Ama o da tıpkı benim gibi o masaya ait değildi. Elinde sadece bedeninin varlığına eşlik eden gülümsemesi vardı. Konservatuar okumasına şaşmamalı gözlerindeki yalnızlığı saklayabilecek kadar iyi bir oyuncuyd. Sadece benim kadar yalnız birinin görebileceği bir yalnızlıktı bu. Üzeri kapatılmış, çok derinlerde. Masada oturuşu sohbeti her şeyiyle ordaydı. Ama gizli bir ait olamama hissi onu o masadan uzaklaştırıyordu.
Şimdi burda yeniden onu bekliyorum. Gelecek biliyorum. Tıpkı gideceğinden emin olduğum gibi geleceğinden de eminim. İşte orda kapıyı açtı. Gözlerinin gözlerimi aradığından emin bir şekilde ona baktım. Beni görünce gülümsedi ve ikimizin de ait olmadığı o masaya oturdu. Naber nasılsın gibi zırvalıklarla yormadı beni hiç. Çünkü iyi olmadığımı bir tek o biliyordu. İkimizin arasında kimsenin anlayamayacağı bir iletişim türü vardı. Bana okuduğu bir kitapdan bahsetti. Kitabın konusu ölüm. Hiç birimizin bu dünyaya ait olmadığından bahseden bir kitap. Bende ki bu şehir değiştirme alışkanlığının sebebi buymuş. Nereye gidersem gideyim kendimi o şehre ait hissetmiyormuşum. Hepimizi bu dünyaya bağlayan bazı sebebler varmış. Ben sebebimi kaybetmişim. Şehir değiştirmeye başladığım gün. Tamam ben de onu anlamıştım belki ama onun beni bu kadar iyi anlaması beni gerçekten şaşırttı. Onun ait olamama sebebini sordum o neden burda değildi? Sebebini bilmek beni biraz korkuttu ama ne olursa olsun onu duymak istiyordum, beni bu kadar iyi anlayanı daha da anlamak. Gözlerini hafifçe masaya indirdi. Çocukluk aşkını tam onu bulmuşken tam alışmışken tam her şeyim demişken beş yıl önce bir depremde kaybettiğini anlattı. Yıllardır hala depremin yıl dönümünde mezarını ziyaret ettiğini, yıllardır o mezardaki bir ölüye ait olduğunu söyledi. Gözlerimdeki yardım çağrısını görmüş. Benim onu anladığımı anlamış ama neden benimle olamayacağını da açıklamak istemiş.
Ne hissettiğimi ona hak verdiğimi hiç söylemedim. Zaten anlayacağımı bilerek gelmişti o masaya ve anladığımı görerek kalktı. Onu son görüşüm masada bıraktığı çay bardağının altına çay parasını koyarken oldu. Bir daha karşıma çıkmadı. Ama bana bir şey öğretti. Bekleyişime son verecek bir şey. Beklediğim bir daha gelmeyecekti ve onun yerini ondan başka kimse dolduramayacaktı....
��R