mediocritate; sıradanlık

547 58 25
                                    

jeon jungkook, sade ve sıradan havası ile, çevresindeki insanları kolaylıkla çıldırtabilecek türden bir gençti. annesinin gitmesi için ısrar ettiği psikoloğa giderken, sevmemesine rağmen soğuk kahve alır, kahverengi kalın kazağını giyerdi. psikoloğuyla her konuştuklarında, gününü en ince ayrıntılarına kadar anlatırdı,
öyle ki; bu sıradanlık gerçekten de çekilmez olurdu.

"ve sonra bilerek gıcırdayan parkelere basarak salona doğru yürüdüm, televizyon açık kalmıştı. saçları kısa, diksiyonu kötü bir sunucu yaşanan bir otobüs kazasının 'kurbanlarından' bahsediyordu."

'kurbanları' derken üzerinde durmuştu, beyninin içinde dönen çatışmaları ve düşünceleri hiçbir zaman sözle dile getirmemeye dikkat ediyordu.
biliyordu ki, eğer biri onu anlamak istese anlardı.
eğerki karşısında sevecen gözlerle onu izleyen kadın, yüklemden önce kullandığı ve de ses tonuyla beraber daha da vurguladığı kelimenin vurgulanma sebebini sorsaydı, ölen herkesin ne kadar şanslı olduğunu düşündüğünü söyleyebilirdi.

ancak kadın hala aynı kısılmış gözlerle onu izliyordu. mimikleri zorlamaydı, belki de bir psikolog olurken hayatına biraz farklılık katmak istemişti. ancak her pazar gününü bu unutulmaya mahkum, annesinin çok üzerinde durduğu henüz on yedisinde deneyimsiz ve tembel bir gence harcamak zorundaydı. hayat pasif depresif bir genç için ne kadar zor ve sıkıcıysa; bu saçları kötü boyanmış kadın için de o kadar zor ve sıkıcı, bir o kadar da çekilmez olmalıydı.

"zemindeki buzlanmadan dolayı gerçekleşmiş kaza, bariyerler olmasa falezden düşeceğine şüphe olmayan otobüsteki insanlar ağır sarsıntıdan ölmüş ya da yaralanmış."

jungkook, kulağının arkasını kaşıdı, elinde hala tuttuğu ve parmaklarının uçlarını buruşturan kahveyi yanında duran sehpaya koydu. gözlerini samimilikle kısıp ayağa kalktığında gözleri hemen sokağa bakan duvardaki saate ilişti.

"10:39"

çok, ancak gereksiz kelimeler sarf etmekten kuruyan boğazını temizledi son defa, karşısındaki kadından klişe ve artık ezberlediği kelimeleri işitmeyi bekledi.

"bir sonraki haftaya görüşürüz öyleyse Jungkook, kendine iyi bak."

jungkook, ayrıntılara dikkat ediyor olabilirdi. ancak asla televizyon izlemezdi ve karşısındakine anlattığı haber, otobüste birkaç kadının üzüntüyle bahsettiği kadar doğruydu. kısa bir gülümseme bırakıp önemsemediği ayrıntılarla dolu sokağın başına ulaştığında derin bir nefes aldı.

sadece bir salise içerisinde, çok ani ve nefes kesici bir his doldurdu içini; ciğerleri büzülüyor, kül rengine dönüyorlardı. kalbi sıkıştığı göğüs kafesinde daha da hızlı atarken jungkook'un başı döndü. yanan kırmızı ışıkların gökyüzüne, karşıdaki mağazaya ve simitçide yanıp sönmesini izledi, dönen her şeyin arasında durmasını söyleyen bu ışığa takılmıştı. dün gece omurgasına giren krampla ölse, ne trajik olur diye gülmüş olmasına lanet etti.

jeon jungkook, durdu.
kendini anlaması gerekirken, yalanlara kaptırılmış bedeninde kırmızı ışığın yerini bulmasını bekledi.
her şey normale döndüğünde, kendi kendine konuşmaya devam etti. tıpkı her pazar, her psikolog çıkışı bu kırmızı ışıklarda beklerken yaptığı gibi.

"ben jeon jungkook, 17 yaşındayım. hayalperest, bencil ve kibirliyim. caddede karşıdan karşıya geçiyorum ve otobüs durağında her 15 dakikada bir gelen otobüse bineceğim. bir sergiye ve sunuma gitmem gerek, insanlar çizimlerimi izlerken anlamamalarına rağmen yüzlerini bana doğrultup şahane yorumlar yapacaklar. facebook sayfasında paylaşılan konumlar ve etiketler arasında kendimi öldürmemeye odaklanacağım. ışıkları izleyeceğim, intihar süsü verilmiş vişneli o ekşi turtalardan yerken enfes kesici yok oluş düşüncesinin kurbanı olacağım.

ben jeon jungkook, kendimi öldürmeyeceğim, kendimi öldürmeyeceğim ve kendimi öldürmemeliyim."


-ght

flaw;less , yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin