Kahverengi saçları vardı ve tapılası gözleri. Bütün o mükemmelliğin içinde en çok takılı kaldığım kısımlardı. Tamamını saymaya kalksak, sanırım düşünürken kalp krizi geçirebilirdim.
Beynim işlevini yitiriyordu gülüşüyle. Kahkahası içinde boğulmak isteyeceğim derin bir girdap gibiydi. Kim Mingyu, o zamanlar yaşama sebebimdi. Haberi olmasa da hayatımın merkezi. 16 yaşındaydım, hayatım güzeldi; ailemle ve arkadaşlarımla aram iyiydi, sevildiğini sanıyordum ancak hepsi lanet homofobiklerdi.
Sonra bir gün okulda unuttuğum biyoloji kitabımı almak için okul bitişinden saatler sonra okula gitmiştim. Elindeki kan kırmızısı deri kapaklı kitapla ilgileniyor gibiydi. O günü bütün ayrıntılarıyla hatırlıyorum; elini saçlarına atıp karıştırması, bunu ne kadar sürede yaptığı gibi şeyler. Çünkü o mükemmeldi. Hayatımın odak noktası olan o, her şeyiyle mükemmeldi.
Saatlerce kütüphanenin bir köşesinden, arkasına saklandığım ve adını dahi bilmediğim bir kitabın arkasından izlemiştim onu. Nefes alışverişleri bile hayata daha çok bağlanmama sebep oluyordu. Baktıkça deliriyordum. Neden diyordum, "neden dünyanın yedi harikasını da çirkinleştirecek bu adamı daha önce farketmedim?"
Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ayağa kalkıp esnemiş ve bana doğru dönmüştü. Orada olduğumu farketmediği için varlığımla şaşırmış gibiydi. Benzer duyguları hissediyorduk sanırım. Varlığın aklımı başımdan almıştı Kim Mingyu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
synaisthímata ///meanie
Short StoryBir seferinde üzerinde Mingyu ve Wonwoo yazan bileklikler yaptırıp, Wonwoo yazanı da ona vermiştim. Ben hiç çıkarmadım, o da hiç takmadı.