"Martina, kahveler hazır!" Hiç kalkmak istemediğim koltuktan homurdanarak kalkıp mutfaktan bana seslenen Lodovica'nın yanına ilerledim. Rahatımı bozduğu için ona ilk başta kötü kötü baktım. Sonra da Lodovica'nın oturduğu sandalyenin karşısındaki sandalyeye oturdum ve ona son bir kötü bakış atıp kendi kahvemden bir yudum aldım. Lodovica'nın kahkahaları kulaklarımı doldururken ben yüzümü buruşturup Lodovica'nın bana yaptığı fake kahveyi sertçe masaya koydum. O hâlâ gülüyorken ben mutfak musluğunu açıp dilimi temizledim. Ama o iğrenç tat ağzımdan gitmiyordu. En sonunda buzdolabında Lodovica'nın çikolatalı sesi olduğunu hatırlayıp acımasızca elime aldım ve pipeti aceleyle sokmaya çalıştım ama pipeti o gri yuvarlağa sokamayınca tüm gücüm ile denedim ama bu sefer de çikolatalı süt kutusunun bir tarafını delmiştim. Lodovica'nın bana hüzünlü baktığını görünce içindeki çikolatalı sütü içip gülümsedim ve kutuyu buruşturup çöp kutusuna attım. "Çikolatalı süt katili!" diye bağırdığında ona kötü kötü baktım.
"Senin benim kahvemi mahvetmen gibi mi?" sahte bir gülücük atıp yeniden sandalyeme kuruldum. Bana öcüymüşüm gibi baktı. Ona dilimin ucunu çıkarıp kahve makinasını işaret ettim. "Git bana kahve yap karı!" söylene söylene yerinden kalktığında yanımdaki sandalyeyi biraz çekip bacaklarımı onun üzerine uzattım. Yaklaşık beş dakika kadar sonra köpüklü kahvem önümdeydi. Bir yudum aldım ve tattım. Tadının sonradan kötü olmayacağından emin olduğum zaman da gönül rahatlığı ile içtim.
"Saat kaç?" Mutfakta saat olmadığı hâlde saat arayan Lodovica'ya baktım. Telefonum masanın üzerindeydi ve üşengeçliğimi bozmak istemiyordum. Sonunda telefonuna bakmayı akıl eden Lodovica, "on dakikaya Ruggerolar burada" gözlerimi faltaşı gibi açtım.
"Tek mi geliyor yoksa..." bana sırıtıp başını salladı. Tek değildi. Tek olsa Lodovica ile yalnız kalıp yiyişmeleri için evden çıkardım ama lanet olsun ki tek değildi ve Lodovica bana haber bile vermemişti. Yerimden Road Runner gibi kalkıp odama birkaç salisede kalktım. Pijamalarımlaydım. Dudaklarımı bir çocuk gibi büzüp dolabımı karıştırdım. Yaklaşık on tane elbisemi eleyip yere attıktan sonra bir tişört ve etekte karar kıldım. Cam göbeği rengi tişörtüm ile pembe eteğimi üzerime geçirip eteğime altın rengi kemerimi taktım. Altına da beyaz dolgu topuklularımı giydim. Makyaj masama ilerlerken en çok kullandığım ve artık üzerimde yer edinmiş olan parfümü göremedim. Lodovica'nın odasında olabilirdi. Kapıyı açıp çıkacakken aşağıdan bir gürültü koptu ve ben hızlıca makyaj masamın çekmecelerini yoklamak zorunda kaldım. En alt çekmecede bir kutu bulduğumda sevinip hemen açtım. Parfümü üzerime sıkıp biraz makyaj yapıp aşağıya indim. Kimse etrafta gözükmüyordu. Bahçede olduklarını düşünüp bahçeye çıktığımda kimseyi bulamadım.
İşte o an, ekildiğimi anladığım andı.
Lodovica'nın bana erkenden misafirimiz olduğunu söylemesi gerekirdi. Tabii misafirlerimiz yoktu, onlar Lodovica'nın misafirleriydi ve Lodovica'yı alıp gitmişlerdi. Herhalde bize gelmeyeceklerdi ve bir yere gideceklerdi ve Lodovica'yı almışlardı. Eğer beni beklemiş olsalardı Lodovica bana bağırırdı ama kimse bana bağırmamıştı. Yanaklarımı şişirip eve girecekken kolumda bir el hissedip o tarafa döndüm.
"Sakin ol, Lodovica'yı Ruggero aldı. Ben de beklettim galiba." Diego'nun bunu deyişiyle kaşlarımı çatarak ona baktım. Tahminim doğru çıkmıştı ve herkes bir buluşma noktasına gidiyordu. Ne yazık ki Diego da geliyordu.
"Senin beni alacağını kim söyledi peki?" alayla sırıtıp kolumu sıktı. İki dudağımın arasınsan bir inleme çıkarken beni kolumdan arabasına çekeledi. Her ne kadar çabalasam da onun yanındaki koltuğa oturmuştum. Ona arkamı dönüp kemerimi taktım. Başımı cama yasladım ama araba hareket eder etmez başım her saniye cama vuruyordu. Sinirle oflayıp arkama yaslandığımda yanımdaki şahıstan bir kıkırtı duydum. "Komik mi?", sinirim bozulmuştu ve yanımdaki salağın gülmesi sinirimi iyice bozuyordu.
Diego Dominguez
Yaş: 20
Boy: 1.79
En büyük özelliği: kızları yarı yolda bırakan bir pislik oluşu.Diego Dominguez, son zamanlarda sevgilim olmaya çalışan gerizekalı adayı. Ona karşı kimseye karşı hissetmediğim bir nefretim var. Ondan hoşanmıyorum.
Sonunda arabanın durduğunu hissettiğimde başımı kaldırıp arabanın camından geldiğimiz yere baktım. Ekibin diğer kalanı da buradaymış gibi gözüküyordu. Ama beni buraya getiren bu adam yanımızdayken keyfim yerinde olmayacaktı.
Arabadan indiğimizde ilk on dakika ekibin arasına karıştım sonra da kimseye fark ettirmemeye özen göstererek bulunduğumuz çayırdan çıkıp bir otoyola geldim. Cebimde taksiye yetecek para olmadığından ilerledim ve ben de kendime eğlence yaratmaya karar verdim. Dönüşte de Ruggerolar alırdı beni. Yani aldırmaya çalışacaktım.
Kendi eğlencemi nerede yaratabileceğimi kafamda kesip biçtim ama bir fikir bulamadım. Alışveriş merkezi olabilirdi ama etrafta bir alışveriş merkezi gözükmüyordu. Belki ufak bir kafe... O da yoktu. Yanaklarımı şişirmiş bilmediğim bir yolda giderken karşımda bir bar gözüktü. Kendi kendime sırıtıp adımlarımı hızlandırırken kendime fazla kaçırmamayı öğütledim.
Kahretsin! Kısa bir etek giymiştim!
Hevesim korkuya dönüşürken kendime mukayyet olacağıma söz verip tahta kapıyı tıkladım. Birkaç adam beni süzdükten sonra sırıtıp elleri ile girebilirsin işareti yaptıklarında ilk defa geldiğim ortamda gözlerimi gezdirdim. Aşırı yüksek ses kulağıma dolarken yüzümü buruşturup barmenlerin yanına ilerledim. Bana birkaç içki modeli söyledi ama ben en ucuzundan istedim. Önüme bir bardak konulduğunda birkaç yudum aldım. İçki boğazımı yakıp aşağı inerken etraftaki kimseyi tanımadığıma lanet edip biraz daha etrafıma bakındım. Birkaç içkiden sonra da bilincimi kaybettim.
"Pekala, senin burada ne işin var, Martina?" Kulağıma dolan ses ile dudaklarımı hafifçe büzüp kaşlarımı çattım. Diego'nun sesi olduğunu birkaç dakikada anladığımda ona dönüp kötü kötü bakrım.
"Sana ne? Hayır yani, sa-na-ne?" İç çekip beni kucağına aldığında yanaklarımı şişirdim. Sanırım bulunduğum yerden memnundum ki ses etmeden durdum. Mayıştığımı hissettiğimde gözlerimi yumdum.
"Uyan, geldik" dudaklarımı bir bebek gibi büzüp Diego'ya baktım. En sonunda iç çekip beni kucağına aldı bir kez daha. Omuzuyla arabanın kapısını kapatıp eve ilerledi. Sanırım benim uyanmadığımı anlayınca evin kapısını açmıştı ki evin kapısı açıktı.
Ama benim evimin anahtarı nasıl onda olabilirdi ki? Bugün anahtarımı almamıştım ve bir yere sakladığımız yedek bir anahtar da yoktu. Bugün Lodovica'nın geç geleceğini bildiğimden de o da kapıyı açmış olamazdı. Kaşlarımı çatıp gözlerimi açtım. Burası benim evim değil, Diego'nun eviydi. Alkolün etkisiyle tedirgin olmadım hatta kendi evimdeymişim gibi hissediyordum. Beni kendi yatağına yatırdığında benim yanıma yatmadı. Bunun yerine arkasına döndü. Hatta gidiyordu bile. Onu yakasından çekince kendimi uygunsuz bir vaziyette buldum.
"N'oldu?" Kaşlarını çatmış bana bakarken diğer yandan da bu durumdan keyifliymiş gibiydi. Ah, nasıl keyifli olmazdı ki? Onun yemine bilerek kendim takılmıştım. Hem de o istemediği halde onu buna zorlayan ve istediğini elde etmesini sağlayan da bendim.
Anlamaya çalıştığım birkaç dakika sonra kendimi onun kucağındayken buldum ve elleri de sahiplenici bir şekilde belimdeydi. Gözlerini yumduğunda ben de gözlerimi yumup dudaklarıma dokunan dudaklarına karşılık verdim. Sırtımın yatak başlığına değdiğini hissettiğimde sadece susup onu daha da çok tahrik ettim. Dudaklarımdaki dudakları boynumu bulduğunda dudaklarımın arasından bir inleme kaçtı.
"Korkuyor musun?" Diye sordu, nefesini düzene sokmaya çalışırken. Başımı olumsuzca salladım ama gözleri kapalı olduğu için bunu göremedi. Ben de birkaç saniye nefesimi düzene sokmaya çalıştım.
"Korkmuyorum..." güldüğünde ben de onunla güldüm. Ve sonrası...
+10 Like
+30 yorumSizi seviyoruz!!! ❤️