Başımdaki ağrı ile yattığım yerden doğruldum. İlk birkaç dakika bir şeyler mırıldanıp etrafıma baktım. Bu koku benim odamdaki koku ile tamamen farklıydı. Sonunda bilincimin tamamen açıldığından emin olduğumda etrafa dikkatlice baktım. Burası benim odam değildi. Bu kokunun tanıdığım birine ait olup olmadığını anlamaya çalıştım.
Tıpkı... Diego gibi kokuyordu!
Gözlerim dehşet ile açıldığında sertçe yutkundum. Baş ağrım zamanla azalırken her şey yavaşça yerine oturuyordu. Dün yaşananlar gözümün önünde canlanıyordu. En son olanlar gözümün önüne geldiğinde gözlerimi sanki mümkünmüş gibi, biraz daha açmayı denedim. Elimi alnıma bastırıp korkarak kendimi yokladım.
Çıplaktım!
Yanımda kimse yatmıyordu, ama yanı başımdaki sarı not kağıdı dikkatimi çekmişti.
Dün gece güzeldi :)
Ağlamak ile ağlamamak arasında giderken bir kez daha yutkunup hemen etrafa dağılmış kıyafetlerimi toplayıp üzerime geçirdim. Not kağıdını parçalara ayırdım ve sinirle soludum. İmkanım olsa o not kağıdının atomlarını bile parçalayabilirdim.
Evden çıkıp etrafıma bakındığımda, bahçenin altındaki bankta kahvesini içip gazete okuyan Diego'yu görmeyi ummuyordum. Beni görünce sırıtıp "Oo, prenses uyanmış!" dedi, onu parçalamak istedim. Sakinliğimi korumaya çalışarak karşısına oturdum.
"Dün gece hakkında konuşmak istiyorum." Dediğimde o yüzündeki tiksindirici sırıtışı biraz daha büyüdü. Yüzümü buruşturarak ağzımı araladığımda benden önce davranarak sırayı kendine aldı.
"Konuşmasak? Özelimiz kaçmasın" dedi. Bir insan nasıl bu kadar şerefsiz ve adi bir köpek olabilirdi ki? Her harfinde ondan daha çok soğuyor ve tiksiniyordum.
Ondan nefret ediyordum.
"Sen benim bakireliğimi aldın, Diego." Sesimin titremesine her ne kadar mani olmaya çalışsam da yapamamıştım ve Diego bu ayrıntıyla daha da cesaretlenmişti.
"Harika!" Dedi son derece neşeli bir tavırla. "Başkasına vermemiş olmak daha iyi, güzelim" Gözlerimde bir ağırlık hissettiğimde zorca bir nefes aldım.
"Seni dava edebilirim." Dediğimde alayla bana bakıp sırıttı.
"18 yaşından küçüksün ve alkol aldın, Martina. Beni tehdit mi ediyorsun cidden?" Kahkaha attığında içimdeki sinir daha da büyüdü. Oturduğum banktan kalkıp yanına yaklaştığımda kaşlarını çattı. O, gözlerimin içine bakarken sağ yanağına bir tokat attım. Başı sola düşünce gözlerimin dolduğunu fark ettim. O başını kaldıramadan koşarak evin bahçesinden çıktım.
Hissettiklerimin ne olduğunu anlamaya çalışırken diğer yandan da onun evinden çok uzak bir yerde taksi arıyordum.
Kırılmış mıydım? Çok fazla.
Sinirli miydim? Her şeyden çok.
Ondan nefret ediyor muydum? En çok da nefret ediyordum, sinirli olmaktan çok öfkeliydim.
Taksi bulamayınca telefonumu çıkarıp rehberimden rastgele bir numarayı tuşladım.
"Alo?" Diego'nun sesini duyunca gözlerimi faldaşı gibi açtım. "Beni mi özledin, hemen?" Telefonu o an yere atıp telefonu kırana kadar üzerinde atlayıp zıplamak istedim. Ama bu telefonun parasını biriktirene kadar canım çıkmıştı ve bir daha bu kadar çalışmak istemiyordum.
Hızla konuşmayı kapatıp bu sefer sağlıklı bir tercihle Ruggero'yu aradım. Geleceğini söyleyip kapattığında üzerinde ilerlediğim kaldırıma oturdum.
Yanağımın gıdıklandığını fark ettiğimde titreyen elimle yanağıma dokundum. Ağlamaya başladığımı bile fark etmemiştim.
"Martin, ne oldu?" Sesini seçememiştim ama Martin demesinden anlaşılmıştı. Ruggero gelmişti. Başımı kaldırıp ona baktım. "Sakın şimdi anlatma, sarılıp ağlayacaksın ve ben gömleğimin ıslanmasını istemiyorum," burukça gülümseyip ayağa kalktığımda bana sarıldı. "Seni şapşal, ağlayabilirsin," dediğinde gözlerimi yumdum.
"Dün akşam eve gelmemişsin, bir sorun mu var?" Dediğinde boş gözlerle ona baktım ve ne diyeceğimi düşündüm.
Sarhoş kafayla Diego ile beraber oldum? Diego ile kavga etmesini istemediğimden sustum.
Başka ne diyebilirdim ki? Eninde sonunda öğrenecekti ve yalan söylersem ona söylediğim ilk yalan olurdu ve diğer doğrularıma da inanacağını sanmıyordum.
Derin bir nefes alıp kendimi olacaklara hazırladım ya da denedim.
"Ben... Diego var diye sizinle takılmak istemedim ve bir bar gördüm. Oraya gittim... Sonra Diego geldi ve..." Ağlamam şiddetlendiğinde devamını dinlemeye gerek duymadan başını sallayıp beni arabaya oturttu.
"Seni eve bırakıp onunla konuşacağım," dediğinde ağlamaktan konuşamadım. Yüzümü silip başımı olumsuzca salladım.
"Konuşma! Beni seviyorsan konuşma, yanına gitme. Kavga etme. Yapma!" Ruggero bir şey diyemeyip başını salladı sadece. Zorladığım için bir şey demiyordu.
Yol boyunca aramızda herhangi bir diyalog geçmedi.
"Korundun mu, bari?" diye sorduğunda başımdan aşağı kaynar sular boşaldı. Neler olduğunu hatırlamıyordum ama korunduğumu da düşünmüyordum.
"Hayır, hayır!" dedikten sonra saç diplerimi çektim. Kolumu tutup gözlerini gözlerime diktiğinde gözlerim yeniden dolmuştu bile.
"Tamam, kötü bir şey olmayacak. Eve git," başımı sallayıp kemerimi çözüp arabadan indim. Anahtarımı almadığımı söylemiştim. Kapıyı deli gibi çaldım. Birkaç dakika sonra kapının arkasından Lodovica'nın sesi geldiğinde yutkunup içeri girdim.
"Nerdesin kızım sen?" diye sorguya çekti beni. Sustum. Ne diyebileceğimi bilmiyordum.
"Lodovica, o kim?" Mutfaktan çıkıp yanımıza gelen Diego'ya şaşkın şaşkın baktım. "Hoşgeldin, Martina"
Sınır koysam mı bilemiyorum.
Bugün Whatsapp'a yb yazcam ama uzun olcak.
Sizi seviyorummm
*Stupid Writer