67 model İmpalanın şoför koltuğuna oturmuş dikiz aynasından derinleşen gözlerime bakıyordum. Kırmızı İmpalasını çok severdi, babam benide çok severdi. Oysa şimdi gitmişti, hayır terk etmişti. Çünkü her gidiş bir dönüşü ve bekleyeni hakederdi, oysa o geriye ne bir kavuşma ne de bekleyiş bırakmıştı.
Kafamda nefretten oluşan onlarca kelime tur atarken, kırmızı İmpalamın camına vuruyordu Yağız. ''Aç kapıyı.'', ''Herşey düzelecek.'' gibi anlamsız cümlelerde katılmıştı artık beynimdeki o tayfaya. Bakışlarımı dikiz aynasındaki koyu renk girdaptan sıyırdım ve geriye baktım. Henüz on metre yol alamamıştım. Ne yapmıştım peki geçen o sürede? Daha doğrusu ne kadar süre geçmişti ki? Bilmiyordum. Telefonda annemin titreyen sesinden çıkan sözler belli belirsiz ''Başımız sağolsun''... Sonrası derin bir karanlık. Yok gerisi. Ne olabilir ki zaten? Artık ne olabilir? Derin bir nefes aldım ve Yağızın ifadesiz yüzüne baktım. Yüzü ifadesizdi çünkü üzülüyormuydu, korkuyormuydu yoksa benim için endişeleniyormuydu anlayamamıştım. Halbuki babam iyi bir insan sarrafı olduğumu her fırsatta söyler dururdu. Bana güvenirdi, benim güvendiğim sınırlı sayıdaki insanlara güvenirdi. Verdiğim kararları kuşkusuz her defasında kabul ederdi. Bana fazla inanıyordu sanırım bu yüzden ben olduğum sürece gözü arkada kalmayacağını dillendirirdi. Şimdi içim rahat olsa gerek. Arkasında sağlam birini bıraktı. Kalbi paramparça olan sağlam birini, beni.. düşüncelerden sıyrılmaya çalışarak Yağız'ın tek söz daha söylemesine fırsat vermeden ''Özür dilerim, eve gitsem iyi olacak'' dedim. Önüme çıkan ilk yol ayrımındn sağa saptım ve böylece hayatımdaki her ayrımda sağa sapma kararımı vermiş oldum. Eve gidemedim. Söyleyecek tek bir sözüm yoktu. Zaten ev şimdi tıklım tıklım akbaba kaynıyordu. Hepsi acaba ''Nisan ne yapacak'' diye gözümün içine bakarken ağlayamazdım, konşamazdım. Toplum içinde ağlayamazdım ben zaten, bu özelliğimde ona benzerdi. Babamla ne kadar da çok ortak yönümüz vardı. Sanki onun kopyasıydım. Ama ben bırakmayacaktım beni sevenleri geride, onların acı çekmesine izin vermeyecektim. Gördün mü baba bak ilk fikir ayrılığımızı yaşıyoruz hemde senin intihar ettiğin günün akşamında..
Deniz.... Sonu deniz olan çok sevdiğim o patikada yürüdüm İmpalamı geride bırakarak. Hava kararmaya başlıyordu. Soğuk soğuk esen rüzgar saçlarımı savuruyordu. Bir kaç tel saç iri ve uzun, her zaman rahatsız olduğum burnuma takılıp elmacıklarımdan aşağı süzülüyordu. Ve işte bugünde bile aslında çok sevdiğim saçlarım beni rahat bırakmıyordu. Uzun bir süre önce, henüz lisedeyken kısa saç modellerine bakıp babama sorduğum kıştan kalan bir gece geldi aklıma. Babam onları çok sever sıksık beni dizine yatırıp okşardı. O gece saçlarımı kestirmeme asla izninin olmadığını söyleyip yatırmıştı yine dizlerine. Ve yine büyük bir huzur ve mutluluk ile daldırmıştı erkeklere özgü kalın parmaklarını saçlarıma. Belkide artık kestirebilirdim belime uzanan buklelerimi. Zaten artık kim dokunabilirdi böyle güzel onlara, kim hakettikleri değeri verirdi? Hem babamda sözünü tutmamıştı. Bırakıp gitmişti beni. Bende sözümü tutmayabilirdim tabiikide. Kafamdaki onlarca saçma düşünce beni ele geçirirken neden şikayet ediyordum ki aslında benimde şuanda tamda buna ihtiyacım vardı, DÜŞÜNMEYE...
Oturdum kaz tüyünden kumların üzerine. Onlarda sanki bugün beni taklit ediyorlardı. Soğuk ve ıslak.. Ve fark ettim ki yaşlar yavaşça gözlerimden çıkıp kirpiklerimede bir merhaba diyerek gamzelerimden çeneme süzülüyorlardı. O geceden sonra kimse gözlerimdeki incilerimi görmedi. Ben bir daha ağlamadım. Çünkü ben o kızdığım adamın kızıydım. Aylarca böyle devam etti. O günü tarihten sildim. O gün hiç yaşanmadı anılarımda.
Yağız ''Haftasonu bizimkilerle Mudanyada bir rakı balık yapıcaz. İtiraz yok'' dedi . Zaten itiraz edip dakikalarca onun beni ikna etmek için dil dökmesine dayanacak kadar halimde yoktu. Haftasonu geldiğinde biraz farklıydı ben altıma kotumu üstüne de gömleğimi geçirip çıkmıştım evden. Saçımı bile salmamıştım. Eskidende süslü bir insan değildim, bir kolye vazgeçilmez bilekliklerimi taktığımda, buklelerimide yumuşak yumuşak omuzlarımdan bıraktığımda hazırdım. Arkadaş ortamlarının vazgeçilmez parçasıydım. Herkesi güldürüp bir geceliğine de olsa tüm sıkıntılardan sıyırırdım birer birer dostlarımı. Ama o gece suskundum konuşacak gücüm, anlatacak bir hikayem yoktu. Ama o gece Yağızda susuyordu uzun uzun. Dalgalar büyük bir hırsla restoranın duvarlarına vurup geri dönüyorlardı. Bazen birkaç damla dalgalardan sıyrılıp soframıza dahil oluyorlardı. Bir ara daha fazla dayanamayacağımı anlayıp yalnız kalmak için büyük bir hırsla kalktım masadan ve kayalıklara doğru yöneledim. Sevgilim beni çağırıyordu teselli etmek için. Ona akıtmamı istiyordu yaşlarımı. Kayalara ulaştığımda en az hayatım kadar keskindiler, ayak tabanlarımda hissedebiliyordum her bir parçasını. Sendeliyordum ama içtiğim sek rakıdan değil, yüreğim ağır geliyordu avuçlarıma. Dilimin ucunda biriken kelimeler kesiyordu nefesimi. Durdum ve baktım denize, sevgilime uzun uzun. Vekendimi onun kucağına bıraktım. Sevgilim sıcacık yüreğini açtı bana ısıtmak için üşüyen ellerimi. Gözlerim yavaşça kapandı indikçe derinlere ve onu hissettim, babamı hissettim. Aylardır ilk defa onu hissetmiştim. Nasılda özlemişim nefesini... ''Nisan, uyan. Yalvarırım aç gözlerini.'' bu ses tanıdıktı, yumuşacıktı, Yağız'ındı ama babamın sesiydi hala kulaklarımda çınlayan, canım kızım deyişiydi içimi sımsıcacık yapan. ''Neden yaptın?'' sesinden öfkeden çok korku seziliyordu. Bir kez daha ''Neden yaptın, Nisan?'' yanağıma bir damla yaş düştü,etrafıma doluşan insanlar ıslak saçlarımdan damladığını sandı. '' Ben sadece..'' bir damla daha '' Babamı özledim.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deniz Kabuğunun Fısıltısı
RomanceBabasının intiharı üzerine ondan nefret eden bir kız ya babası ile aynı kaderi yaşarsa? Sevgi ve Nefret bir kalpte nasıl barınabilir? Yaşamaya çalışan kolu kopmuş bir deniz yıldızı sadece Nisan. Yaralarını tamir edebilecek kadar güçlümü?