''Türkiye'ye gidecek bilmem ne sefer sayılı uçak kalkmak üzere, tüm yolcularımızın dikkatine!'' . İngilizce olan anonsdan sadece bu kadar anlayabilmiştim ama bu kadarı bile içimde sönmeye yüz tutmuş ateşi körüklemişti. Eve dönüş vaktim gelmişti. Aylar olmuştu annemi, Yağız'ı ve tüm dostlarımı çok özlemiştim evet ama korkuyordum anılarla yüzleşmeye. Ve ben artık kaçmaktan yorulmuş düşmanımın kucağına gidecek olan yolda adımımı atmıştım.
Havalimanında beni Yağız karşıladı. Erkeksi bir haraketle beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı bana. Kafasını boynuma gömdü ve uzun uzun çekti kokumu içine. Eskiden bu hareketi beni fazlasıyla etkilerdi. Ama sanırım artık içimde özgürce dolaşan kelebeklerin ömrü tükenmişti. 3 yılı tek bir gün gibi yaşayıp, ömürlerini tamamlamışlardı. Annem her zaman aşkında bir ömrü olduğunu ve gün geldiğinde iki insanı yalnızca yaşanmışlığın ve saygının bağladığını söylerdi. Annem ve babama sanırım olan şey buydu. İçlerindeki ateş sönmüş ve geriye yalnızca altın değerindeki küller kalmıştı. Fakat Yağız ve bana olan şey bu değildi. Bi kaç aya kadar ona aşık olduğumu ve onsuz yaşayamayacağımı sanardım. Aslında babamsız bir dünyada da yaşayamayacağımı sanardım oysaki ben babamdan sonra yeniden doğdum ve şu an tam tamına 3 aylık bir bebeğim...
Yağız benim aksime yeniden hoşlanırdı. Geçmiş geçmişte, şimdi şimdide yaşanırdı ona göre. Bunu arabasından da anlayabiliyordum, benim İmpalamın yerine onun Porche'u.. Yağız benim kısa cevaplarımın zıttına bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla bana sorular yağdırıyordu. Oysa ben sadece sessizlik içinde yurdumun havasını çiğerlerime çekmek istiyordum. Yol çok uzamıştı, bir an önce evime, anneme kavuşmak kararımı ona açıklamak için sabırsızlanıyordum. ''İngiliz erkeklerin cazibesine kapılıp burada seni bekleyen has Türk erkeğini unutmadın umarım.'' ''Seni çok özledim Nisan. Akşama yemeğe bana gelmeye ne dersin?'' ''Nisan! Beni dinliyormusun?''. Yağız'ın bir anda yükleselen sesiyle irkildim ve ''Efendim duyamadım, biraz yorgunumda özür dilerim Yağız.''. Ona ismiyle hitap etmiştim genelde yalnızken ismini kullanmazdım, oda bunu fark etmiş olacak ki arabanın içini derin bi sessizlik kapladı. Tedirginleşiyordum Yağız'ın sessizliği ile. Ve yine bu sessizliği bozan o oldu ''Neyin var Nisan? sarıldığımda bile eski sıcaklığını hissedemedim ve şimdi onca yıldır ilk defa bana ismimle hitap ettin?Yoksa..'', ''Yo hayır'' alışkanlığımın dışında bi davranışla sözünü kestim.Savunma iç güdüm hemen devreye girdi ''Yo hayır, yani başka biri yok. Ama..'' Sanırım kararlarımdan ilk önce onun haberi olacaktı ''Ben gidiyorum, Yağız.'' yine yapmıştım ona yine ismiyle hitap etmiştim. ''Henüz yeni geldin, nereye gidiyorsun, seni ne kadar özledik, senin için ne kadar endişeleniyoruz farkında değilmisin, Nisan?'' Hiç değişmemişti herzamanki beni hep en ağır şekilde itham eden Yağızdı. Allahım nezaman bitecekti bu yol. ''Ben gidiyorum Yağız, bir daha geri dönmeyeceğim, çok uzak sayılmaz, Karadeniz'e yerleşiyorum.''
Sonunda yuvamdaydım, sonunda anılarımlaydım. Annem beni bahçemizin girişinde bekliyordu. Üzerinde incecik bir elbise ve birde hırka vardı. Ne yapıyordu bu kadın, üşütecekti. Ona sürekli ilkbaharın havasına güvenipte incecik giyinmemesini söylerdi babam, ne çabuk unutmuştu babamın sözlerini. Ah babam, her şeyin her olayın nasılda içine giriyorsun böyle. Ben nasıl yapıcam nasıl kurtulucam bu koca yükten, ah babam nasılda bir çuval yükledin küçük kızının omuzlarına. Annem aramızda 3 metre olmasına aldırmadan boynuma atladı oda özlemişti küçük kızını, oda özlemişti baharını.. Öptü yanaklarımdan ıslak ıslak oysa hiç sevmezdi ıslak öpüşmeleri, mutluluktan uyuşmuş olsa gerek dudakları hissedemedi. Yarım saat önce havaalında Yağız'ın yaptığı gibi oda şimdi kokumu içine çekiyordu derin derin. Evimize girerken annem hala boynuma doladığı elini çekmemişti. Ben nasıl diyecektim ona birdaha onu terk edeceğimi. ''Üzgünüm annecim babam gibi bende seni terk ediyorum, nede olsa beni hep ona benzetirdin. Ha endişelenme ben hayatta olucam istediğin zaman yanıma gelip sarabilirsin kollarını yine bonuma. '' mı dicektim?
Evimizin en büyük yeri olan - gerçi evimizin her yeri abartılı bir şekilde kocamandı çünkü gerçektende bir saray yavrusunda yaşıyorduk. - salona geçtik ve yan yana oturduk kırmızı üçlü koltuğumuza. Hafize teyze kahvelirimizi getirdi bi kaç dakika sonra ve artık benim kararlarımı açıklama vaktim gelmişti.
-Anne?
-Efendim birtanem?
-Kahvem tam istediğim gibi yanında fındıklı çikolatamı da getirmiş Hafize teyze.
-Bunca zaman yoktun, şimdi sen kahveden mi bahsediceksin?
-Yok annecim sadece nasıl içtiğimi unutmamışsınız.
-Nasıl unuturuz kızım baban gibi içtiğini..
Bunun ardından derin bi sessizlik hakim oldu sanki tüm eve. Koyu siyah bir sessizlik.
-Anne ben uzun süre kalamayacağım.
-Ne diyorsun kızım sen? Nereye gidiyorsun? Daha yeni geldin.
Bu sözler tanıdık gelmişti. Bi kaç saat önce Yağız da aynılarını söylemişti. Anlaşmalı gibiydiler.
-Ben Hopa'ya yerleşiyorum anne, evim hazır. Dik bir yamaçta, denizi çok net görüyorum.
-Buna kesinlikle izin vermem Nisan.
-Anne burada kalamam, kalırsam kendi kalbimden akan kanda boğulurum. Bi kaç günümüz var zaten kırgın yollama kızını.
Annem hiç değişmemişti. Bana bağırmaya başladı. Lise aşkıma kadar uzandı bu kavga. Annem yine abartmıştı fakat son sözleri beni derinden yaraladı.
-Defol git. Babandan bi farkın yok. Kızım iyiki babası gibi intihar etmedi diyip gidişine bile razı olup sevineceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. Ha ölü ha diri, yanımda olmadıktan sonra yaşasan ne fark eder?
Ah anne yine o diline hakim olamamıştın işte. Kırmıştın beni. ''Ha ölü ha diri'' nasılda keskindi bu kelimeler. Sonkez odama çıktım beş yaşındayken aldığımız ve bu yaşıma kadar yanımdan ayırmadığım bez bebeğimi alıp babamın çalışma odasına geçtim. Ahşap masasında gezdirdim önce ellerimi sonra annem babam ve ortarındada benim olduğum resimde son verdim gezintisine parmaklarımın. Fotoğrafı gümüş çerçevesinden çıkardığım gibi siyah deri çantama koydum ve ''Ben gidiyorum, hoşçakal annecim. Bir gün beni affedeceksin..''. Oysa ben babamı hala affedememiştim belki bir gün bende babamı ve ilk önce kendimi affedebilirdim. Kapıdan çıktım. Arkama bakmadan yürüdüm İmpalam'a ve böylece yolculuğum başladı. Hopa ya olan değil, hayatımın yolculuğundan bahsediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deniz Kabuğunun Fısıltısı
RomansaBabasının intiharı üzerine ondan nefret eden bir kız ya babası ile aynı kaderi yaşarsa? Sevgi ve Nefret bir kalpte nasıl barınabilir? Yaşamaya çalışan kolu kopmuş bir deniz yıldızı sadece Nisan. Yaralarını tamir edebilecek kadar güçlümü?