Annem hep şöyle derdi diye başlayacağımı düşünüyorsanız, gerçekten de yanılıyorsunuz çünkü evet, tahmin edebileceğiniz üzere benim bir annem yok. Babam da yok. Sadece Idoha'da, kendi halinde, eski bir karavan ve çokça çizdiği küçük, ilginç tablolarıyla yaşamaya çalışan pislik Joon var. Joon, benim abim fakat en son ne zaman görüştüğümüzü bile hatırlamıyorum. Birbirimize pek düşkün değiliz, tam tersi, iki dakika karşı karşıya otursak herhangi bir bahane yüzünden yumruk yumruğa kavga edebiliriz. Anlaşamıyoruz, anlaşamadığımızı bildiğimiz için ben Seattle'da o ise küçük, sidikli karavanında, gitseniz bile yıllar önce kurumuş bir boka basacağınız sessiz Idaho'da yaşıyor. Ben halimden memnunum, en azından hala bana yetebilecek param var.
Tabii bu paraları Seattle'ın yan sokaklarındaki havasız, tabelası her an düşebilecek kafelerde garsonluk yapmıyorum ya da Mc Donald's da müşterinin siparişini yanlış aldığım için soslar yüzünden kavga eden bir kasiyer de değilim. Ben bir fahişeyim, hatta şu an tam da iş üzerindeyim.
Somonları düşünüyorum. Akıntıya karşı ters yüzen somonları. Sırf neslini devam ettirmek için lanet, aptal yumurtalarını yine lanet, aptal akıntıyı geçerek suya bıraktıklarını görüyorum. Gözlerim kapalı, zihnimde lanet, aptal balıkları düşünüyorum. Somonları.
Sonra gökyüzünden düşen eski bir ev görüyorum. Ya da bir ahır. Ya da onun gibi bir şey ama gökyüzünden düşüyor. Gözlerim kapalı, zihnimde canlandırıyorum bunları. Rahatlamaya çalışıyorum, zirveye çıkmaya, doruklardaki orgazma ulaşmam gerektiğini düşünüyorum.
Walt, işini biliyor. Koca göbeğinde minik çiller ve kıllar var, saçları çoktandır beyazlamış, yaşını bilmiyorum fakat sanırım kırklarında bu yüzden sönük bir penisle ne yapacağını hala bilmiyor. İşe yaramaz bir aletinin olması onu işe yaramaz yapmıyor, aksine Walt, penis emmekte benden bile daha iyi. Penisimin her noktasını yokluyor dudaklarıyla ve diliyle, göbeği bacaklarıma değiyor eğildiği yerde, bense sandalyenin baş kısmına kafamı deviriyorum zirveye tırmanmamı sağlarken. Kıvama getiriyor iyice beni, somonları tekrar görüyorum, arada annemin küçükken başımı okşadığı anılarım canlanıyor, sonra tekrar bir evin gökyüzünden düştüğünü görüyorum ve patlıyorum ağzına. Boğazıma takılıp kalan bütün salyamı yutkunup geriye atıyorum.
Walt'ın işi bitiyor ve cebindeki sayılı dolarları fermuarı açık olan pantolonumun içine fırlatıyor. Kıvama geldiğim için bir süre kendime gelmek için gözlerimi kırpıştırıyorum ve fermuarımı çekiyorum. Walt, önümden kalkıyor ve banyoya doğru ilerliyor. Kapıyı kapattığı anda ise donumun içine sıkıştırdığım dolarları saymaya başlıyorum. On dolar. İstediğim sadece bir on dolar daha ama yok.
Banyo kapısının önüne çömeliyorum, en nazik ve en hüzünlü sesimle "Walt," diyorum kısık bir sesle "Walt!"
"Evet, Sehun?"
"Bana bir on dolar daha verir misin?"
Göbeğini kaşıyan parmaklarının sesi kapının arkasından duyuluyor. "Neden?" diyor ve ardından osuruyor. "Neden babandan istemiyorsun on doları?"
"Biliyorsun isteyemem, büyük sorunları var".
Hırıltılı sesinden bıkkınlık mırıltıları geliyor "Yine mi? Bunu aştığını zannediyordum."
"Bunu aşsaydı kendini Boxcar kanyonunda boğmaya kalkışmazdı. İlkinde kurtuldu ama ikinci seferinde-"
"Oh, ulu tanrım"
"Walt, lütfen," diyorum yine en nazik ve inanın bana en hüzünlü sesimle "Sadece on dolara ihtiyacım var. Sana bir buluşma sözüm olsun, Walt, lütfen".
YOU ARE READING
plüton / kaihun
Fanfictionküçük bir gezegendim senin güneşe benzeyen bedenin karşısında. /my own private idaho