22 sene boyunca oldukça varlıklı bir ailenin içinde oldukça lüks bir yaşam sürerken, 23. yaş günümde daha önce olduğunu bilmediğim bir şeyi öğrenmiştim. Hayat kesinlikle süprizlerle doluydu. Üstelik bu süprizler hayatınızın içine asla tahmin edemeyeceğiniz bir anda, istemsiz bir şekilde sızıyordu. Zamanlama. Hayat, bir nevi zamanlamadan ibaretti ve sizden beklenen şey zamanlamanın ayarlamasını düzgün bir şekilde yapmayı becermenizdi. Ancak insanlar ve yaşam, sebepsiz bir şekilde zamanlamanın bizim irademiz dışında gerçekleştiğini anlayamıyordu. Yaşıyor ve ölüyorduk ancak bu arada gerçekleşen zaman çerçevesinde yapabileceğimiz şeylerin gücünü ve etkisini tahmin dahi edemiyorduk. Dünyanın herhangi yerlerinde, yaşamın içinde bazı yetilerden yoksun insanlar vardı ve diğerleri onlara yadırgayan gözlerle bakıyordu. Ancak kimse hayatın sadece nefes almaktan ibaret olduğunu düşünen insanların asıl yetiyi kaybetmiş olduğunu kavrayabilecek güçte değildi. Hissetmek. Bu duygu, eğer onunla tanışmasaydım asla anlayamayacağım bir şeydi. Sevgiyi hissettim, acıma duygusunu hissettim, üzüntüyü hissettim. Fark edebilmek. Bazı anlarda bu üç duyguyu aynı anda tadabildiğimi fark ettim. Toz pembe bir kafesin içinde yaşayan kırılgan bir kuştan çok daha fazlası olduğumu fark ettim. Kusursuz olduğunu tahmin ettiğim bir yaşam sürerken yaraları olan bir insanla karşılaştım, ve onun yaralarını sararken aslında ondan daha derin yaralarım olduğunu fark ettim.
Ve en önemlisi,
aşık olabildiğimi
fark ettim.Süzülen güneş ışığının verdiği tatlı rahatsızlık hissiyle uzandığım yataktan kalktım ve esneyerek etrafa baktım. Bu günün benim için önemini bildiğim halde dolabımın üzerine büyük bir özenle asmış pembe takvime gözüme kestirdiğimde tarihi fısıldayarak ayağa kalktım, "20 Ağustos." Ellerimi ovuşturarak biraz gerindim ve dolabımı açarak kıyafetlerime göz gezdirdim. Genel olarak spor ve sade şeyleri tercih ettiğim için özel günler için giyebileceğim bir kıyafetim yoktu ancak Jaejin'in heyecan içinde bana büyük bir doğum günü partisi hazırladığını tahmin ettiğim için onu hiçbir yönden hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. Kapının çalmasıyla irkilerek dudağımı dişledim ve kapıyı açtığımda elinde altın renginde bir paket tutan dadımı gördüğümde kıkırdayarak kollarımı beline doladım. 20 yaşına basmış bir insanın dadısının olması anormal olabilirdi, ancak kesinlikle normal bir yaşam sürdüğümü iddia etmiyordum. "Küçük prensesimin 20 olduğuna inanamıyorum," Yejin, 2 yaşında ailem bizzat bana "hiperaktif" tanısını koyduğundan beri evde olduğum süre zarfında benimle ilgilenmesi gerektiğine karar verilmiş olan dadımdı. Anne ve babam Korenin en büyük ve en pahali psikiyatri şirketlerinden birini kurduğunda 7/24 meşgul olacaklarını tahmin ettiği için, çocuk bakma görevlerini başka birine devretmişlerdi. Sürekli olarak yanımda duran ve her konuda bana yardımcı olan bir insan olması bazı zamanlar mükemmel bir fikir gibi gözüküyor olsa bile, bazen üşengeçliğimi tamamen ona ve bana kazandırdığı alışkanlıklara borçlu olduğumu hissediyordum. Yavaşça geri çekildiğinde bakışlarımı ona doğru çevirdim ve kıkırdadım. "Sakın bana duygulandığını söyleme, bir an evvel evlenmemi istediğini ve bu evden gitmek için can attığını biliyorum." Söylediğim şey karşısında kaşlarını çattığını gördüğümde bakışlarımı yüzünden çevirerek elinde tuttuğu pakete götürdüm. Paketi bana uzatarak mırıldandı, "Tatlım, senden ayrılmak istemiyorum ancak anne ve babandan bir an evvel uzaklaşmak istediğim bir gerçek. Üstelik onlardan ayrılması gereken tek kişi ben değilim.." Paketi heyecanla elime aldığımda bana göz kırparak konuşmaya devam etti. "Annen senin yaşındayken sana bakmak için beni görevlendirdiler. Dürüst olmak gerekirse Choi ailesinde erken evlenmenin kuşaktan kuşağa atladığını söylüyorlar. Jaejin olmasa evli kaldığını düşüneceğiz." Elime aldığım paketi açmaya çalıştım ve dediği şeyleri umursamadığımı anlaması için omuz silktim. Paketi açtığımda içinden çıkan yosun yeşili elbise ağzımın suyunun akmasına neden olduğu için kıkırdayarak dadıyı odanın içine doğru çekiştirdim. Kollarımı beline dolayarak kızarmış olan etli yanaklarına belirli aralıklarla ıslak öpücükler kondurmaya başladım. "Bu güzel hediye için teşekkür ederim, giyecek bir şeyim olmadığı için depresyonun kıyısındaydım." Geri çekildiğimde dadının endişeli yüz ifadesinin yerini büyük bir gülümsemenin aldığını gördüm ve elbiseyi giymem için odadan çıktığımda büyük bir heyecanla siyah pijamalarımın yerini yeşil elbisemin almasına izin verdim. Düz ve siyah saçlarımı taradıktan sonra hafif bir kapatıcıyla yüzümün hala belirli yerlerinde inatla çıkmaya devam eden sivilcelerimi yok ettim ve uzun kirpiklerime sürdüğüm rimel ile makyajımı tamamladım. Annemin sürmem umuduyla bana zorla aldırdığı eyeliner, ruj ve allıklara bakarak dudağımı büzdüm ve mırıldandım, "Affet beni Choi Jiho." Odamın kapısını açarak dışarı çıktığımda saatin 12'ye geldiğini gördüm ve derin bir nefes alarak kendi kendime söylenmeye başladım. "Tebrik ederim, Minhee. Kendi doğum gününe bile geç kalmayı başardın." Evin bahçesine doğru büyük adımlarla koşmaya başladığımda yaklaşık yaklaşık 50 kişinin üzerime abanmasıyla hafif bir çığlık kopardım. Jaejin yanıma doğru gelerek kollarını belime doladığında kıkırdayarak saçlarını okşadım ve yanağına bir öpücük kondurdum. "Bunun için bu kadar uğraştığına inanamıyorum, sevgilim." Jaejin gözlerini bana çevirerek omuz silkti. "Geç kalkacağını tahmin ettiğim için partiyi evinin bahçesine taşımaya karar verdim. İyi ki ne zaman uyandığını bana söyleyecek bir ajana sahibim." Eliyle Yejin'i işaret ettiğinde Yejin büyük bir sevinçle bize el salladı. Jaejin'in bir insanın sahip olabileceği en mükemmel erkek arkadaş olduğunu farkındaydım, ilişkimizin başlaması üzerinden kısa bir süre geçmiş olsa bile bana karşı davranış biçimini etrafımda ki hiçbir arkadaşım sevgilisinden görememişti. Dolayısıyla gittiğim ortamlarda imrenilen kız etiketi üzerime yapışmıştı. Aera'nın yanına ulaştığımda kollarını bana sıkıca sararak rujlu dudaklarını yanaklarımla birleştirdi. "Jaejin'i paylaşabilir miyiz?" Dediği şey karşısında kıkırdayarak hafifçe karnına vurdum. "Kendine başka bir beyaz atlı prens bulmalısın." Aera beyaz koltuğa yayılarak gözlerini devirdi. "Bu parti gerçekten harika. Neden bu kadar mutsuz gözüktüğünü anlamıyorum." Aera, 5 yaşından beri her adımımı takip eden kişi olduğu için, en ufak mimiğimden dahi ne hissettiğimi çözebiliyordu. Bu özelliği bazen beni korkutsa bile, aynı şeyleri bende onun için yaptığımda bu bir çeşit telepatiye dönüşüyordu. "Mutsuz değilim," diyerek derin bir nefes aldım ve açıklama dürtümü bastırmaya çalışsam bile bunda başarısız oldum. "Sadece hayal ettiğim bu değildi. Sakin bir yerde, Jaejin ile beraber olmak benim için asıl doğum günü hediyesi olurdu." Nankör ve hiçbir şeyden memnun olmayan biri gibi gözüktüğümü farkındaydım ancak yaşıtlarımın aksine içki ve dans benim ilgimi çeken şeyler değildi. Tüm bunların yerine sinemaya gitmeyi ya da küçük bir restoranın cam kenarında şehrin manzarasını izleyerek kızarmış tavuk yemeyi tercih ederdim. Sanırım ilişkim ne kadar harika gözükürse gözüksün bir şekilde mutsuz olmamın nedeni buydu, Jaejin ile kimyalarımız kesinlikle uyuşmuyordu.
Hava kararana kadar ortama uyum sağlamaya çalışıp bir kutu bira içmiş, ancak karşılık olarak yoğun bir baş ağrısından başka bir şey almamıştım. Bir süre sonra insanlar beni ve buraya geliş nedenleri olan doğum günümü unutacak kadar sarhoş olmuştu, ve buna Jaejin dahildi.Bunca insanın arasında yanlız hissetmek kesinlikle normal değildi.
Neredeyse evin tamamını kaplamış olan bedenlerin arasından sıyrılarak bacaklarımı küçüklüğümden beri kendim olabildiğim tek yere doğru yönlendirmiştim, çatı katına.
"Bana yardım edin! Lütfen yardım edin!" Çatı katından duyduğum çığlıkların insanların umursamaz tavrına kıyasla önce bir çeşit halüsinasyondan ibaret olduğunu düşünsem bile attığım adımlarla eş değer bir şekilde sesin arttığını duymamla irkilerek yönümü değiştirmiştim. "Lütfen kaçıp gitmeyin. Bana yardım edin, ölmek üzereyim!" Çatı katına doğru çıkmaya çalışırken paslı merdivenlerin ilk basamağında daha çok şiddetlenen bu sesi diğer insanların neden ve nasıl duyamadığını sorgulamaya çalışıyordum ancak kendimle bir savaş haline girsem bile geçerli ve yeterli bir sebep bulamıyordum. Çatının sol kısmında bulunan tozlu örtünün altında uzanan bedeni gördüğümde adımlarımı hızlandırarak yanına koştum ve hızlı bir şekilde örtüyü kenara atarak bakışlarımı siyah saçlı çocuğa çevirdim. "İyi misin?" Nefesini uzun süredir tutuyor olacak ki rahatlama hissine kapılarak koluma tutundu ve bakışlarını bana çevirdi. "İçimden gitmesini sağla. Beni öldürmeye çalışıyor. Görmüyor musun?" Mırıldanarak kolumu daha sıkı tutmaya yeltenince ayağa kalkarak geriye çekildim. "Neyden bahsediyorsun sen?" Rüzgardan dolayı yüzüme çarpan saçlarımı elimin tersiyle ittirmeye çalıştım. Çocuk hala ısrarcı bir şekilde aynı şeyi tekrarlıyordu. "Beni öldürmeye çalışıyor. Göremiyor musun? Neden kimse göremiyor?" Yanına eğilerek elini tuttum. "Sakin ol, ayağa kalk ve sorununu çözmeye çalışalım." Çocuk elimi kavrayarak tuttu ve tozlu sandalyelerden birinin üzerine oturarak bakışlarını bana çevirdi. "Beni öldürmeye çalıştı. Yine geldi. Bir süredir gelmiyordu, yaklaşık 1 hafta oldu. Ama tekrar geldi. Beni bırakacağını düşünmüştüm." Anlamsız bakışlarımı ona doğrulttum. "Kim? Kim geldi?" Çocuk etrafta başka biri varmış gibi sesini biraz kısarak mırıldandı. "Üçüncü çocuk. Minhyuk." Çocuğun açıklaması karşısında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmış olsam dahi istemsizce dudaklarımın arasından bir kıkırdama çıkmıştı. "Sapık mısın bilmiyorum ama, evin içine kadar nasıl girdiğine dair hiçbir fikrim yok. Polise gitmemi istemiyorsan dön ve yüzünü göster." Çocuk ayağa doğru kalkarak açık pencerenin içinden süzülen ay ışığına doğru kafasını çevirdiğinde kim olduğunu rahat bir şekilde ayırt edebiliyordum, Park Sungmin. "Çatı katında ne işin var?" Sungmin, Jaejin'in yakın arkadaşlarından biri olduğu için doğum günüme gelmiş olması doğaldı ancak buna rağmen çatı katına neden çıkmış olduğuna dair mantıklı bir açıklama bulamıyordum. "Partiye çağırılan kişinin Sungmin olduğunu farkındayım ama sonuçta beden bana ait. Yani ben olmadan Sungmin buraya gelemezdi ve Minhyuk bu gün dışarı çıkmak için acele etmeye çalıştı. Ani panik atak geçirmeme sebep oluyordu, aptal çocuk." Hızlı konuştuğunu anlamış olacak ki derin bir nefes alarak cümlesini tamamladı. "Şanslıydım ki burayı buldum. Karanlık ve esen bir alan olduğu için kişilerin aklını karıştırmama yardım etti. Ve beden asıl sahibine kaldı." Anlattığı şeylerden hiçbir şey anlamamıştım ancak giyinme tarzına bakarsak kendinde bir kaç değişiklik yaptığı barizdi. "Sen Sungminsin. Son sınıfta okuyor ve resim dersi alıyorsun. Ancak gay olduğunu söylemiyor muydun? Bu yeni giyiniş tarzına bakarsak erkeklerden hoşlandığını anlayamazdım." Çok uzun boylu olmayan vücudunu ayağa kaldırdı ve üçgen şeklinde ki camı kapatarak mırıldandı,
"Son sınıf olduğum doğru ama ilgi alanım resim çizmek değil, bateri çalmaktır. Resmi bir şekilde tanıştığımızı sanmıyorum. Adım Choi Minhwan. Ve bilgin olsun diye söylüyorum, kızlardan hoşlanıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Y E L L O W | minari
Short StoryO zamanlar bu bozukluk benim için rastlanması zor ve tehlikesi olmadığını düşündüğüm sıradan bir hastalıktan ibaretti. Elbette, o zamanlar bu hastalığın pençesinde son çırpınışlarını veren bir insana kendimi kaptıracağımdan habersizdim.