Painting The World

525 17 3
                                    

   O zamanlar bize Filium Neptuni diyorlardı. Poseidon'un Çocukları anlamına gelen bu isim, Atlantislileri tanımlamak için en uygun kelimeydi belki de. Denizcilik, teknoloji ve daha pek çok şeyin beşiği olan halkımı tanımlamak için en uygun kelime...Yaptığımız icatlar bize savaşlarda ve siyasette üstünlük sağlıyordu. Böylece halk, varlığını huzur ve refah içinde sürdürüyordu.

Fakat bir süre sonra sahip olduklarımızla yetinmemeye başladık. Yöneticilerimiz her şeyi istiyorlardı. Ülkeleri, sakladıkları zenginlikleri...kısacası birer tanrı olmayı. Belki de bu yüzdendir, tanrılar bize kızdı. Topraklarımız verimsizleşti, hava şartları kötüleşti ve güzel ülkemde kuraklık başladı. İnsanlar gemilerle, tüm varlıklarını bırakarak ülkeden ayrılıyorlardı. Bu göç tamamlandığında nüfusun sadece yarısı ülkede kalmıştı. Eğer olacakları bilselerdi, eminim ki kalmazlardı...

"Sonunda bir gün ve bir gece içerisinde talihsiz bir savaşçının toprağa gömülmesi gibi, Atlantis Adası denizin derinliklerinde kayboldu." -Platon

   Uzun siyah saçları arkasında savrulmakta olan küçük kız hızla koşuyordu. Çıplak ayaklarının mermer zemin üzerinde çıkarttığı sesler sirenlerin ve çığlık atan insanların seslerine karışıyordu.

  -Enol!

diye bağırdı kız onca gürültünün ardında sesini duyurmaya çalışarak. Gözleri etrafta Enol'u arıyordu.

   Aniden bir çift güçlü el kızın omuzlarını kavradı ve küçük bedeni kendisine çevirdi. Başlangıçta çığlık atan kız karşısındaki genç adamı görünce rahatlayarak içini çekti.

  -Maia, tanrılar aşkına, ne işin var burada?

diye sordu Enol kaşlarını çatarak. Açık mavi gözleri sirenlerin ışığında kıpkırmızı görünüyordu.

  -Bana her şeyin iyi olacağını söylemiştin! Poseidon'un, bizi affedeceğini söylemiştin!

15 yaşındaki gencin gözleri bir an pişmanlıkla parıldadı. Küçük kızın sorusuna verdiği cevap hala aklındaydı. İyi olacağız Maia, bize bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim.

   O sırada denizden gelen vahşi dalgalarla sarayın sütunlarından biri büyük bir gürültüyle ve ardından yükselen çığlıkla yıkıldı. Maia çığlığın sahibini ancak toz bulutu ortadan kalktığında görebildi. Küçük kızın en çok değer verdiği kişilerden biri olan Calypso, sütunun altında kalmıştı. Beyaz mermer zeminin üzerinde kadının sarı saçları ve bedeninden akan kan birbirine karışıyordu.

Maia koşarak Calypso'nun yanına giderken Enol, genç kadın için yapılacak bir şey olmadığını çok iyi biliyordu. Ancak Maia kadını orada bırakmayı reddediyordu.

  -Maia gitmeliyiz artık.

  -Hayır.

diye sızladı küçük kız gözyaşlarının arasından. 3 yıldır kendine bakan kişiyi orada ölüme terk etmeyi istemiyordu.

Genç adam bu sahne karşısında bir anlığına ne yapacağını bilemedi. Daha sonra kendini toparladı ve Maia'yı kucaklayarak sarayın dışına doğru koşmaya başladı.

   Atlantis, üç halkadan oluşuyordu. En dıştaki halkada genelde tarım alanları ve küçük çiftlikler bulunuyordu. İkinci halka sosyal yaşamın olduğu yerdi. Odeonlar, kütüphaneler, sanatoryumlar, rasathaneler, bilim üsleri, okullar...ve bunlara benzer daha pek çok şey. Atlantis'in kalbi olan en iç halkada ise senato binası, senatörlerin evleri, Poseidon Tapınağı ve kraliyet ailesinin sarayı bulunuyordu. Enol o sırada Maia'yı, ikinci halkanın en az ziyaret edilen yeri olan sığınaklara götürmek için var gücüyle koşuyordu. Kucağında debelenen Maia ise, hala ona Calypso'yu kurtarması için yalvarıyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 07, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Painting The WorldHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin