Sang

1.6K 86 147
                                    

''Sayın izleyicilerimiz 2 yıldan sonra ülkemiz için iyi haber geldi. Avrupa Birliğine alınmış bulunmaktayız. 2 sene boyunca küçük bir yarımada olan ülkemiz devlet adamları arasında çıkan anlaşmazlık sonucunda iletişimimiz kesilmiş ve anlaşmalar bozulmuştu, bununla beraber ülkemizi tehdit eden küçük çaplı krizlerin yuvarlanarak kocaman olduğunu gözlemlemiştik. Umarım bundan sonra ülkemiz daha küçük çaplı krizlere rast gelir ve yaşamlarımız bozulmaz. Bugünlük sıcak haber bu kadarla kalmaktadır. Evet, havaların soğuması sonucunda...''

En sonunda bir gün işten mutlu bir şekilde ayrılacaktım ''Jimin, şu tabloları tekrar gözden geçir ve açık hesap var mı diye kontrol et.'' Kafa salladım. Bekli de ayrılamayacaktım. Hoseok hyungun dediklerini uyguladıktan sonra iyice bir gerinip tam karşımda duran camdan dışarıya baktım. Hava iyice kararmıştı ve ofiste sadece 2 kişi kalmıştık. Ona iyi akşamlar dileyecektim ama son anda onu tanımadığımı fark ettim. Stajyerlerden biri olabilirdi fakat bana bununla ilgili bir bilgi verilmemişti. Yeni işe alınan biri de olamazdı, olsaydı bizzat onunla tanışırdım.

Bir anda o taraftan gitme isteğim kaybolmuştu ve midemden yemek boruma doğru sıcak bir sıvı yükseliyormuş gibi hissettim. Neler oluyordu? Kuşkulanıp, azar işitecek olsam bile müdürü aramaya karar verdim. Öteki tarafa doğru yürüyerek erkekler tuvaletine girdim. Numarayı titreyen ellerimle zor da olsa bularak aradım. Açılma sesini duyunca derin bir nefes vererek ''Namjoon hyung rahatsız ediyorum ama bir şey sorabilir miyim?'' deyince küçük bir cızırtıdan sonra karşı taraftan derin bir nefes sesi duydum.

 ''Yine ne oldu Jimin?''

 ''Bizim ofise bugünlerde stajyer ya da işçi alındı mı?''

 ''Hayır, en son Taehyung alınmıştı onu da tanıyorsun zaten neden sordun?''

''Şimdi mesaim bitti çı-'' bir anda telefonum kapanmıştı. Şarjdan yeni çıkarmıştım ve bir arıza da yoktu neden kapandığını anlayamamıştım.

Tırsarak tuvaletten çıktım. Görünürde kimse yoktu. Herhalde gitmişti. Rahatlamamla gerilmem aynı anda oldu. Madem benimle ilgili bir sorunu yoktu neden buradaydı? Bir pazarlamacı mıydı ya da bir hırsız? Gerçi hırsız olsa tek başına olamazdı çünkü tam masamın önünde kocaman bir televizyon ve birkaç bilgisayar vardı. Ayriyeten ben buradayken nasıl hırsızlık yapabilirdi ki? İyice saçmalamaya başlamıştım. Neyse diyerek ofisten dışarı çıktım. Ama hala aklım o adam da ve telefonumun hiçbir şeyi olmamasına rağmen bozulmasındaydı. Haberlerde gösterildiği gibi hava soğumuştu ve dondurucu soğuk tüm dışarıdaki insanlara ruhunun emildiği hissiyatını veriyordu. Bana da öyle. Büyük bir korku atlatmıştım hem de güzel bir haberden sonra. Duygu değişimimi vücudum kabullenmemiş sanki karanlıktan korkan bir oğlan çocuğu gibi şoktan şoka girip türlü türlü paranormal hikayeler yazmıştı. İçimin ısınması için bir kahve dükkanına girdim.

Her hareketi bana ayrı haz veriyordu. Hele ofisteki bana iyi akşamlar demekten vazgeçtiği zaman ki mimikleri. Nereden bildiğimi sorgulamayın çünkü kurbanlarımı en ufak mimiğine kadar tanırım. Hepsi o kadar teşvik ediciydi ki o anda üstüne atlayıp mektup açacağımla boynunu kesmemek için kendimi zor tuttum. Arada telefonunu çıkarıp bakmasından hala daha telefonunun nasıl kapandığını düşündüğünü anlamıştım. Bu hile kolaydı sadece birkaç bağlantıma telefonla her şey tamamlanıyordu. Sonuçta günümüzde paranın çözemeyeceği sorun yoktu. Kahve dükkanına girdiğini görünce durakladım ve ışığın gelmediği bir yere geçerek onu izlemeye devam ettim.

Dükkanda değişik ama hoş olan bir koku vardı. Bir anda burada kendimi güvende hissettim. Sanki biri bana saldırmaya kalksa siyah tişörtlü garsonlar tepsiyle bana barikat kuracak, aşçılar tabak çanak ile saldırı pozu alacak ve tüm güler yüzlü müşteriler bana yardımda bulunacaktı. Belki biraz hayal gücümün ürünüydü ama kendi savunma aracım buydu. Kahvenin her tonunu içeren tezgahın önüne giderek sıcak çikolata istedim. Parayı ödedikten sonra dükkandan çıkıp çıkmayacağıma karar veremedim. Bilinçaltımın bana oynadığı bir oyundur diyerek telefonumu çıkartmak için elimi cebime attım. Cebimden ağır aleti çıkarıp bir umutla tekrar açma düğmesine bastım ama yine açılmıyordu. Hayal kırıklığıyla omuzlarımı düşürerek telefonuma bir bakış atıp cebime attım. Elimde sıcak çikolatamla dükkandan çıkıp eve yürürken de telefonumu ne zaman tamire verebileceğimi düşünüyordum. Neredeyse hiç boş zamanım yoktu ve neyin bozulduğunu bilmediğimden tamir için ne kadar paranın gideceğini hesaplayamıyordum.

Telefonuna tekrar tekrar bakarken o kadar komikti ki kahkaha atmamak için kendimi zor tutmuştum. Ama oyunum iyice uzamıştı, sıkılmıştım da hemen harekete geçmek en iyisi diyip hızlıca onu takip etmeye başladım.

Takip ediliyor hissiyle arkaya baktım. Salaş bir adam arkamdan geliyordu. Siması tanıdık gelmişti, tekrar baktım ama yüzünde korkunç bir tavşan maskesi vardı. Aniden gelen titreme ile koşmaya başladım. Filmlerde olur ya hani bir anda adrenalin patlaması yaşarsın ve yapabildiğin bir şeyin 2 katını yapabilirsin. Bunu yaptım, koştum ama aklımı tamamen kaybetmiş gibiydim hangi ara elimden içeceği fırlattım bilmiyorum. Hatta o kişi hala arkamda mı onu bile bilmiyorum. En sonunda -tabii ki filmlerde olduğu gibi- çıkmaz bir sokağa girdim. Ama o anda aklıma güzel bir fikir gelmişti. Bir sürü apartman vardı onlardan birine girebilirdim. Tam o anda arkamda soluklanma sesi duydum. Delirmiş gibi koşmaya devam ettim ama o anda apartmanları unutup soluklanmak için bir çöp konteynırının içine atladım. Kötü kokulu bir ortamda nasıl soluklanabileceksem artık, bilmiyorum. Biraz bekleyip kafamı çıkarıp göz ucuyla dışarı bakınca hiç kimsenin olmadığını gördüm. Kaslarım az da olsa gevşeyerek nefes almamı aynı anda midemin ağzıma gelmesini sağladı. O anda hem stresten hem de kötü kokudan dolayı istifra ettim. Yapabildiğim kadar sessizce çöpten çıkarak bir binaya girip saklanmaya karar verdim.

Çöp konteynırına girince ofladım, üstüm başım kokacaktı. Beni göremeyince çöpten çıkıp bir binaya gireceğini biliyordum. Başka bir çöpten bir çöp poşeti ve yanındaki sopayı alarak ilk binaya girip 3. Kata çıktım. Buraya geleceğini biliyordum çünkü pis kokudan dolayı başı dönecek ve en yakın yeri seçecekti. Kendimi rolüme hazırladım.

Yalpalayarak ilk binaya girdim. Komşulardan yardım istemek için ilk katın ilk kapısını çaldım ama açan olmadı. Bu yüzden zar zor 2. Kata çıktım. Kapıyı çaldığımda küçük bir çocuk açtı. Direk annesini çağırdı. Kadın gelince beni bir dilenci sanarak ''Param yok.'' Dedi. Kapıyı kapatacaktı ki hemen elimle engelledim kadın benden korkarak birkaç adım geri çekildi ve oğluna içeri girmesini söyledi. ''Ne istiyorsun?'' tam cevap verecekken o adam aşağı indi. Maskesini çıkarmıştı. Elindeki çöp poşetini kenara koyarak yaklaştı, bana ve kadına baktı. ''Hanımefendi bu adam sizi rahatsız mı ediyor?'' kadın korkarak başını salladı, şaşırarak kadına baktım. Oysa ki hiçbir şey yapmamıştım. O kolumdan tutarak beni dışarı sürüklüyordu. Kurtulmak için son dakikalarımdı, karaya vurmuş bir balık gibi çırpınıp duruyordum.

Onu binadan çıkararak uzaktaki çöpün yanına sürükledim. Paltomun içinden sopayı çıkararak kurbanımı yere fırlattım. Yavaşça gülümseyerek beyinciğine son nokta atışımı yaptım. Artık vücudu benimdi. Yavaşça omzuma alarak hafif bir sırıtmayla geldiğimiz yöne doğru yürümeye başladım. Aynı zamanda kimse çakmasın diye ''Jimin-ah sana kaç kere dedim dengeni sağlayamayacağın kadar içme diye!'' bağırdım. Bir şeyler demeye çalıştığını mırıldanmalarından anlamıştım ama umursamadan yoluma devam ettim, çok işimiz vardı...

Evime geldikten sonra bodrum katına giderek masanın üstündeki mermere yatırıp üstümü değiştirmek için yukarı çıktım. Üstüme her zamanki siyah önlüğümü giyerek aşağı indim. Jimin'in yanına yaklaşarak ona son öpücüğünü verdim. Ama o buna sevinmemiş aksine kaşlarını çatarak tükürmeye çalışmış ama tükürüğü yaşlarına karışarak çenesine doğru akmıştı. Yaptığı harekete sinirlenerek yeni bilediğim bıçaklarımı çıkararak yanına yaklaştıp küçük masaya koydum. ''Normalde seni güzel bulduğumdan uyuşturucu verecek ve işime devam edecektim ama bunu sen istedin.'' Bir anda akıttığı yaşlarına hıçkırıkları eklendiğinde zevkle gülümsedim ve en sevdiğim bıçağımla, yeni sandalyem için omuzlarından doğramaya başladım...

Jeon Jungkook, 36 yaşında ama 20 yaşında gibi görünen, kurbanlarını güzelliğine göre seçen bir psikopattı. En son kurbanı Park Jimin, 32 yaşında çalışkan ve iş yerinde sevilen samimi bir çalışandı. Cesedi diğerleri ile birlikte Jeon Jungkook'un ailesinden kalma evinin arkasına gömülü bir şekilde bulundu. İlk önce derileri soyulan ve saçları kopartılan kurbanların kimliklerini bulmakta zorlanıldı ama ağızlarında adlarının yazıldığı kağıtların bulunmasıyla kimlikler çıkarıldı ve aileleri arandı. Jeon Jungkook ise evinde yüzünde tavşan maskesiyle uyuşturucu komasına girmiş şekilde bulundu. Kurbanlarının derisinden yaptığı eşyalar ise polise teslim edildi. Tüm herkes Jeon'un uykudan uyanmasını ve müebbet yiyerek cezaevine girmesini beklemeye başladı ama 1 ay sonra yattığı hastanede hemşire tarafından ölü bulundu.




Merhabalarr! buradaki ilk kurgum ile karşınızdayım. Herhangi bir yanlış gördüğünüzde uyarırsanız sevinirim. İleride yazacağım kitaplarda buluşmak üzere hepinize iyi okumalar!

rabbit mask + jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin