Telefonumu elime alıp mesajlara baktım. Yine tek bir mesaj yoktu. Son baharın gelmesiyle etraf adeta yaprak gölüne dönmüştü. Ayaklarımı sürüyerek kurumuş otların arasında yol çizmeye başladım.
Yanımdan geçen sevgililere iç geçirerek bakıyordum. Yüzümü atkıma iyice gömerken tekrar telefonu alıp mesaj varmı diye baktım.
Asla gelmeyecek o mesajı beklemekten bıkmamıştım. Hiç durmadan baktığım telefonuma gelmeyen bildirim sesini özlemiştim. Gelmeyecek mesajlarını özlemiştim...
Elimi tekrar cebime atıp telefonu koydum. Hiç vazgeçmeden aradığım yeni bir sokaktaydım. Ama nerede bulabilirim ki? Bulsam ne yapacaktım ki?
Telefonun çalmasıyla hızla elime aldım. Gray yazısını görünce gözlerimi devirip lanet okudum ama buna rağmen aramayı cevapladım.
"Ne var?" diye sordum.
"Yine neredesin sen?" diye sordu.
"Havalimanının orada." dedim
"Natsu..." dedi ve durdu hemen sonra iç çekip konuştu.
"Ne yapıyorsun orada?"Gözlerimi gökyüzüne diktim. Geçmekte olan uçağa baktım.
"Lucy beni arayıp beklememi söyledi." dedim.
"Natsu, Lucy gelmeyecek..." dedi Gray. Uzun bir sessislikten sonra İç çektim.
"Gelmeyeceğini biliyorum ama beklemeyi bırakamam." dedim itiraz edercesine.
"Yeter artık Natsu. Hayatına geri dön, hepimiz seni bekliyoruz." dedi. İç çekip tekrar gökyüzüne baktım.
"Tamam geliyorum." dedim ve telefonu kapatıp cebime koydum. Bugünde gelmemişti...
Geldiğim yoldan geri döndüm. Yağmur birazdan yağacağının sinyallerini gönderirken hava kapanmaya başlamıştı bile.
Kafelerin önünden geçmeye başlarken telefona tekrar baktım. Mesaj yok...
Tekrar kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Oysaki yağmurlu havalar Lucy nin en sevdiği havaydı.
Beraber yağmurlarda ıslandığımız zamanlar az değildi. Benim telefonumun kulaklığını beraber takıp We dont talk anymore (Neden bu şarkı bilmiyorum snsk) dinlerken hızla yağan yağmurun altında, hem ıslanarak hem de yavaşça yürüyerek eve geldiğimiz günleri unutmamıştım.
Herkes yağmurdan kaçarken biz iki deli sırılsıklam olmamıza rağmen boş sokaklarda yüksek sesle gülüp saçma hareketler yapmaktan zevk alıyorduk.
En mutlu günlerimdi... Şimdi ise elimden kayıp gitmişti. Suçlu bendim hemde... Ama geri döndürmem zordu. Boynumda ki kolyeyi döndürdüm.
Ondan bana kalan tek şeyin bu kolye ve telefonumdaki bir kaç resim olacağını bilemezdim. Bilseydim asla gitmesine izin vermezdim. Keşke hiç gitmeseydi. Benden uzaklaşırsa başına bir şey geleceğini biliyordum...
Bir kafenin önünden geçerken burnuma gelen kahve kokusuyla önüme döndüm. Dükkanın önünde durmuş hafif yağmaya başlayan yağmura gülümseyerek bakıyordu.
Ellerini kahverengi eteğinin cebine sokmuş açık kahve boğazlı kazağını çenesine kadar çekmişti. Üşüsede mutluydu. Sarı saçları uzun bol buklelerle süslenmiş ve kahverengi gözlerine siyah kalem çekmişti.
Doğal hali ile bile mankenleri özendirecek güzellikteydi. Zaman benim için adeta donmuştu. Sırtımı sıvazlayarak geçen rüzgara aldırış etmeden sadece kızı izliyordum.
Belki gerçekte bir dakika süren bu göz bakışması bana bir saat gibi gelmişti. Kız iç çekip beni fark etmeden içeri girmek için arkasını dönünce elimi ileri uzattım ama kıza değmeden durdum. Ne yapıyordum ki ben? Neden onu durdurmaya çalışıyordum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yapboz
FanfictionTelefonun çalmasıyla hızla elime aldım. Gray yazısını görünce gözlerimi devirip lanet okudum ama buna rağmen aramayı cevapladım. "Ne var?" diye sordum. "Yine neredesin sen?" diye sordu. "Havalimanının orada." dedim "Natsu..." dedi ve durdu hemen so...