Bir kez daha bağırdım arkasından.
"Unutma sizin evin iki site altındaki ev. Bildiğine emin misin?"
Minik kız yanıma doğru ilerledi. Kızın düşünceli bakışları dudağımı ısırmama neden oluyordu."Kaç kere senin yüzünden evine gelmek zorunda kaldım. Annem artık senin yaptığın şeyleri duyunca ne ceza versem diye düşünmek yerine buzdolabına astığı listeden ceza seçiyor." Zehra hoca diye düşündüm içimden. Kadının bizim eve gelmediği hafta yoktu. Anneme beni anlatırken aynı zamanda tatlısını yiyor , çayını içmeden gitmiyordu. Kızına bakmak da bana kalıyordu tabi. Şimdide akıllı kız bizim evde tokasını unutmuştu. Ona okuldan kaçmasına yardım edersem tokasını geri alacak ve bana Zehra hocanın e-okul şifresini verecekti.
" Bana bak bu iş bana patlarsa sökülmeyeceksin?"
Kıkırdama sesi ardından bana döndü. Ellerini özenle kırmızı elbisesinin cebine götürdü. Buruşuk küçük kağıdı çıkardı.
"Sen bunu almaya bak. Yada dersten kalmamaya bak mı desem?"
Zeki kız.
Güvenliği oyaladığım sırada Eda'nın kapıdan çıktığını görebiliyordum. Omzumdan tutan el ile arkaya çevrildim. Hazal sırtına uzanan uzun düz saçlarıyla gülümsüyordu. Yeşil gözlerini kocaman açarak nefesini düzene soktu.
"Yine ne oldu Hazo? Niye koşuyorsun?"
"Hallettin mi?"
"Hallettim tabi. Sen ne diyecektin?"
"Okula yeni biri gelmiş bizim sınıfa. Geldiği gibi kavga çıktı bizimkilerle. Bide bizim kızlar etrafına toplanmış 'Basket mi oynuyorsun? Bu kasları nasıl yaptın?' diye sorular soruyorlar."
"Boş ver gel kantinden kaşarlı tost ala-"
"Sen gel biz seninle gerçek kaşarları izleyelim."
Kahkahamın ardından eteğimden çekiştirince ilerlemek zorunda kaldım. Hazal'ın yemekten daha önemsediği bir şey varsa dedikodudur.
Sınıfın kapısına yaklaştığımızda kızların kıkırtıları kulağıma doldu.
Gerizekalılar diye düşündüm içimden. Ben daha okula makyajsız gelirken sabahın köründe kalkıp saçlarını yapıyorlardı. Sınıfa ilk Hazal girdi. Ardından beni içeri çekti. Sınıfa girince birkaç göz bize döndü. Sırama doğru ilerlerken çok tanıdık ses kulaklarımı doldurdu. Yavaşça arkamı döndüm. Görüntü karşısında bedenim uyuştu. Senelerdir görmediğim çocuk karşımdaydı. İzmir'de babamın öldüğü zamanlar aile dostumuz ailesinin ,anneme ve bana desteği ile daha da yakınlaşmıştık.İki ev aşağımızda oturduklarından aileler akşam yemeklerini yerken biz beraber olurduk. Geceleri yıldızlara bakarak şarkı sözleri bulur, sabahları yaptığımız birçok haylazlık ardından şarkı sözlerini bestelerdik. İstanbul'a taşınacağımızı öğrendikten sonra bunu ona nasıl söyleyeceğim gelmişti aklıma. Gözlerimi yavaşça açıp kaparken düşündüğüm şeyler kulaklarımı çınlatıyordu.
"Sana bir şey söylemem lazım."
"Şarkımıza yeni sözler ayarladım. Görmen gerek."
"Bak gerçekten ön-"
"Sus ve beni izle. Hadi!"
Kolumdan kibar bir şekilde kavradı ve piyanonun başına gelene kadar beni çekiştirdi.
Sandalyeyi ayağıyla iterek oturdu. Parmakları yerini aldı. Müziğin melodisini çalmaya başladı. Gözümden bir damla yaş gelene kadar onu dinledim. Ardından bir hıçkırık.
Piyanonun başından kalktı.
"Lara iyi misin?"
"E-evet."
"Sorun ne beğenmedin mi yoksa?"
"Meriç ç-çok güzel."
Gitmeden önce sarılmak istedim. Ne olduğunu anlamazken havadaki ellerini sırtıma indirdi.
"Sanırım başına taş düştü ayı."
Göz yaşları arasından gülümsedim. Bana ayıcık demek zor geldiği için hep ayı derdi."Tanışıyorsunuz sanırım?" Hazal'ın sesi beni ona bakmaya zorladı. Yönümü değiştirerek tuvalete doğru ilerledim. Kapıyı sertçe açarak 9 ve 10. sınıfların çıkması için işaret verdim. Aynaya doğru ilerlerken ayaklarım tutmuyormuş gibi hissediyordum. Belki kavgayla ayrılmasaydık şuan sarılıyor olabilirdik. Yada ne kadar değiştiğimiz konusunda kısa konuşmalar yapabilirdik. Sahi ne kadar değişmişti? Benimle aynı boyda olan sıska çocuk bir anda benden 10 cm uzun ve bu kadar yapılı hale nasıl gelebilmişti? Yüzündeki keskin hatlar hala aynıyken gülümsemesinin de değişmemiş olmasını umdum. Aynanın karşısında saçımı ve kravatımı düzelttim. İfadesiz yüzüm şaşkınlığımın artmasına neden olmuştu. Annem her konuda nasıl bu kadar ifadesiz kalabildiğimi hep sorardı. "Lara hala bişey söylemedin neyin var?" "İlk buraya geldiğimde sana anlattığım çocuğu hatırlıyor musun?" "Bana o olduğunu söyleme? Ciddi misin sen?" "Hayır şaka yaptım ondan şuan tuvalette ne yaptığımı bilmiyor bir şekilde dikiliyorum." Göz devirdi. "Ah şunu yapmayı keser misin lütfen?! Sinirimi bozuyorsun Hazo." "Sende denemelisin." Tuvaletteki iğrenç kokuya burnumun daha fazla katlanmasına izin vermeyerek suyu açtım. Bir avuç su alıp yüzüme vurduktan sonra koridora çıktım. Sınıfa zil çalana kadar girmedik. Zil beynimin içinde çınlayınca verdiğimiz karar o gelene kadar onunla konuşmamamdı. Hazala kendime çikolatalı süt ısmarlattıktan sonra sınıfa yürüdük. İçeri girip yanıma hiç bakmadan ilerledim. (Ne şans ki!) dakika geçmeden kimya hocası gelmişti. Dersin ortasında -herkesin uyukladığı sıralar- kapı çalındı. İçeri orta yaşlardaki müdürümüz girdi. Kimsenin ayağa kalkmaması üzerine 'saygı ölmüş, gençlik ölmüş' söylentileri arasında gözlerini sınıfta gezdirdi. "Lara Hilal? Gel bakalım kızım." Sınıftan kahkaha sesleri yükseldi. 'Hocam uzun zamandır çağırmıyordunuz endişelenmeye başlamıştık' Yüzüne sırıtışını takan Göktuğya dik dik baktım. Ellerini ben suçsuzum dermiş gibi kaldırdı. Bitkin bi şekilde sıramdan kalktım. "Hocam ne yapmışım? Artık kendim de takip edemiyorum." birkaç kişinin gülüşüyle müdürün yanına ilerledim. Müdürün kötü bakışlarını göz ardı etmeye çalıştım. "Birde Meriç Sönmez. Kavga etmişsiniz. Bizim okulda böyle şeyler hoş karşılanmaz. İlk günden cezalısın. Odaya geliyorsun bizimle." "Hocam bana laf atan arkadaşları çağırmıyor musunuz?" "Onlar haklarını doldurdular." Meriç umursamaz sırıtışını yüzüne taktı. Bu gülüşü biliyordum. Odada pek hoş şeyler olmayacaktı. Odaya ilerlerken sırtıma dokunan el ile arkaya döndüm. "Hoşbuldum ayı."