Elinde bir demet manolyayla kiraz ağacının altında durdu Park Jimin. Son bir kaç yıldır en sevdiği yer haline gelmişti bu kiraz ağacının altı zira bu ağacın tam karşısında eşsiz bir manzara vardı Park Jimin için. Uzaklardaki krallığının en yüksek kulesinde yaşayan aşkı, kara şövalyesi.
Park Jimin her gün bulunduğu bu noktaya gelir, kendisinden haberi olmayan sevgilisinin gül yüzünü penceresinden göstermesini beklerdi.
Fakat bu sefer farklıydı, güzeller güzeli prens aşkını itiraf edecekti şövalyesine. 'Hani' diyecekti. 'Hani o gün beni o atın üstünden düşmekten kurtardın ya, belimi kavrayan elin,arsızca bakan gözlerin,nefesime karışan nefesin. İşte o an kalbimde yer edindin' diyecekti. Her şeyi planlamıştı kafasında prens fakat ya Min Yoongi onu kabul etmezse ya çoktan kalbinde biri yer edinmişse. O zaman ne yapardı Park Jimin? Ne düşünürdü? Terk eder miydi bu diyarları? İşte aklını kurcalayan bu sorular yüzünden, cesaret edip de kalkamıyordu ya zaten yerinden.
Durgun bakışlarını elindeki çiçeklerine indirdi. Halbuki manolyalarını bile getirmişti,ona verecekti. Hayır. En sevdiği çiçeğin manolya oluşundan değil. Sevgilisine bir demet kızıl gül de getirebilirdi elbet fakat Min Yoongi'nin o eşsiz lavanta kokusunu örtsün istemedi elindeki aciz çiçekler, zira yanından geçerken bile nefesini tuttuğu çocuğun kokusunu, en derinliklerinden solumak istiyordu Park Jimin.
Gözünü karartmıştı bir kere çıkacaktı karşısına 'ben senin çocukluğunum' diyecekti. Sahi küçüklükten beri sıkı sıkıya dost olan bu iki çocuk ne ara böylesine uzaklaşmıştı birbirinden. Ne yapmıştı da kaçırttırmıştı Min Yoongi'yi kendinden. Gözlerinin dolmasını engelleyemedi Park Jimin.
Yıllarca prenses gibi büyütülmüştü. duygusallığından kendine ağlak bebek diyen abi ve ablalarının haklılığı bir kez daha sinirlendirdi onu. Onun suçu değildi ki böyle olmak narin bedeni kaldıramıyordu işte bu can sızısını. yoo! hayır hiç şikayetçi değildi Park Jimin. Aksine akıttığı gözyaşları bir tek Min Yoongi için olsun isterdi.
Okuduğu bütün o masallarda kendini beyaz atlı prensin yerine koymuştu koymasına fakat bir türlü prenses arayışına girememişti Park Jimin. Siyah zırhlı, siyah atlı şövalyesini beklemişti hep. Sonunda buldu da onu,fakat canını bu kadar acıtacağını düşünemedi hiç. Masaldaki canavara aşık olsaydı da bu denli yanar mıydı canı? Lakin hiç bir zaman pişman olmadı Park Jimin. Min Yoongi usulca aklına ve kalbine girdiğinde kapılarını ardına dek açtı, elindeki bütün zenginliği önüne itti. Belki de bu yüzden çok yanıyordu canı, içinde o kadar büyütmüştü ki Min Yoongi'yi, içine sığmaz, göğüsünü parçalayıp hayat bulmak ister olmuştu.
Tombul parmaklarıyla gözlerini sildi prens, kafasını kaldırıp kulenin penceresinden etrafı izleyen bedeni fark etti. 'Tanrım'dedi. 'Beni mi cezalandırıyorsun yoksa onu mu? Yalvarırım söyle. Sana inanmam için mi kalbime sızısını bıraktın? Bak! o benim eserim diyebilmek için mi yolladın onu?' gözlerinden bir kaç damla daha düştü manolyalarının üstüne 'Tanrım, eğer gerçekten oralarda bir yerdeysen; ne olursun,onu bana bağışla, gözlerini yalnızca benimkilere zincirle.'
Park jimin durgun bakışlarını sevgilisinin üzerinde dolaştırdı. Ona ne zaman gerçekten 'sevgilim' diyebileceğini merak ediyordu.
Şimdi şövalyesi karışında meltemle birlikte,bir oyana bir bu yana uçuşan saçlarını dizginlemeye çalışıyordu. Siyahın en güzel tonu olan tellerde parmaklarını gezdirebilmek için nelerini feda etmezdi ki Park Jimin?
Sevgilisinin düşüncesiyle bile dengesini kaybediyordu güzeller güzeli prens. En çokta bir gün yere yığılıp şövalyesine ulaşamamaktan korkuyordu ya zaten.
~~~Y/N: ağacın altındaki bankı taşımak istedim ama pek iyi shop yapamadım sanırım *~* her neyse umarım beğenirsiniz ve çokça sevgi gösterin lütfen 💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yedi Denizlerin Prensi •yoonmin•
FanfictionVe beyaz atlı prens Park Jimin, kara şövalye Min Yoongi'ye aşık olur...