Umut insana verilen onca nimetten biriydi, ben ise bunu elimin tersiyle iten delinin tekiydim. Umutluk bir halim kalmamıştı artık. Aynaya bakınca bile bedenimin silik olduğunu görüyordum. Gözlerimden başka bir konuşanım yoktu. Oda tam tersini söylüyordu zaten. Güzel hayatların, güzel insanları vardı. Benim ise boş bir bedenimden kalan, 2 dakikalık zamanım. Biliyordum hikâyemi okuyan her insanın, bunalacağını. Ama inatla yazıyordum. Anlamaları gerekti çünkü beni, daha doğrusu benim gibi olup, kimsenin farkında olmadan yaşadığı, onca insanı. Biz bir rüzgârın derinliklerinde sallanan bir salıncaktık. Ne kara kırlar yıprattı bizi, ne soğuk acımasız gökyüzü. Nedensizdi, anlamsız, anılardan ibaretti mutsuzluğumuz. Bir gün, bir kaldırım kenarında ölümü beklerken, bu dünyayı hak etmiş olmaktı belki de derdimiz...
Beklemek ya işte, o hain beklemek çoğu şeyi aldı bizden. Sonumuzun ne olduğunu bilmemek, çok şey bitirdi içimizde. Hele benim en çokta benim! Kendimi aldı benden. Bir bedenin içinde hapsolmuş benliğimi aldı. Tereddütleri soktu bedenime, korkmamak için elinden geleni yapan ben. Korkağın teki oldum! Her şeyi geçip, kabul etmek zorunda olduğum bir şey vardı. Sevmeyi öğrenmişti bu küçük yazar. Âşık olmayı! Onca derdine birini daha eklemiş, kendini öldürdüğü yetmezmiş gibi sevdiğini de öldürüyordu. Göz göre göre onu da alıyordu çöplüğüne!