0.0

39 21 73
                                    

Soğuk bir sonbahar sabahıydı. Daha kış ayına günler kalmış olmasına rağmen hava eksi dereceleri çoktan görmüştü. Yapraklar son rüzgarlara da dayanamayıp yere düşerken, dışarıdaki kuş sesleri neredeyse yok denecek kadar azalmıştı. İşlerinden evlerine dönen yorgun insanlar ve okullarından çıkan bir o kadar yorgun öğrenciler dışında kimsecikler yoktu etrafta.
İşte böyle ruhsuz ve soğuk bir günde gelmişti o adam inişlerin yaşadığı küçük ama yine de yeterli olan evlerine. Elinde bir poşetle aniden kapıda beliren bu adam, o güne kadar evlerine giren ilk yabancı değildi. Fakat ikizlerin annelerinin onunla konuşmalarına izin verdiği ilk insandı kendileri.

ikizler, küçük odalarında baş başa her  zamanki gibi evcilik oynarken kapıları her zamankinin aksine yavaş ve sakin bir mizaçla açıldı. Küçük yüzlerinde bulunan büyük ve parlak gözlerini kapıdaki yabancıya çevirdi ikizler. Annelerinin yanında duran adam suratına büyük bir gülücük yerleştirdi ve odaya annelerinden önce girdi. Küçük odada adım atacak pek bir alan olmadığından adam ilk adımını attığı yere çöktü ve yanındaki poşeti kucağına aldı. Küçük ikizler şaşkın bir ifade ile odalarının tam ortasında oturan adama bakıyorlardı.

"Merhaba." dedi 40 yaşına yeni girmiş gibi görünen adam. Sesi sigara içmekten boğuk çıkıyordu.

ikizler hiçbir cevap vermeden annelerinin gözlerinin içine baktılar. Onun koyduğu ve küçük yaştan beri uydukları kurallara uymayan bir durumdu 'Bir yabacı ile konuşmak.'
Anneleri ise hiçbir tepki vermeden adama ve çocuklarına bakıyordu.

Garip sessizlik odanın içinde sıcak bir nefes gibi yayılmaya ve gittikçe garipleşmeye başlayınca adam kucağındaki poşetten pahalı bir çikolata çıkarttı ve ikizlerden, adı Melis olan küçük kıza doğru uzattı. Küçük kız tatlı şeylere bayılırdı ve daha başka çocukların elinde gördüğü bu çikolatadan hiç yememişti. Yine annesinin koyduğu kurallardan biri idi az abur cubur tüketmek. Çikolatayı almak için uzattığı eli yanındaki erkek ikiz kardeşi Mert tuttu.
"Yabancılardan hiçbir şey alamayız." dedi kararlı ve kardeşini uyaran bir ses tonuyla.

"Ama ben sizin annenizin arkadaşıyım ve emekli bir polisim." dedi adam çikolatayı küçük kızın kucağına bırakırken. " Adım Sinan artık yabancı değiliz, değil mi?"

O gün ikizler 8 yıllık hayatlarında ilk defa bir yabancı ile rahat rahat oyun oynayabilmişlerdi. Anneleri de bir süre sonra onlara katılmıştı ki bu da onlar için pek alışıldık bir durum değildi.

Anneleri oldukça genç bir yaşta evlenmiş ardından kocası tarafından terk edilmiş, ikizleri ile tek başına hayatta kalmaya zorlanmıştı. Bu yüzden katı ve keskin çizgileri olan bir kadındı. Gününün çoğunu çalışarak ve onları terk eden kocasından kalan borçları ödeyerek geçirirdi. Konu çocuklar olduğunda da aynı şekilde katı ve acımasız olabiliyordu. Kendince onlara hayatın zor olduğunu göstermeye çalışıyordu.

Ama ilk defa o gün bir nebze olsun rahatlamış görünüyordu. O günün ardını haftalara, haftalar da aylara bırakıvermişti. Bu sürede Sinan denen adam neredeyse her gün elinde hediyeler ile kapıda beliriverir hale gelmişti. Bazen oyuncak, bazense abur cubur...
İkizler, anneleri Senem ve Sinan sanki küçük bir aile haline gelmişlerdi. 

Ta ki o güne kadar...

Sinan'ın evlerine gelmesinin üzerinden tam tamına 3 ay geçmişti o gün. İkizler hiç sahip olamadıkları oyuncaklara ve bir aileye sahip olmuşlardı. Bunun getirdiği mutluluk ile odalarında normal bir gün geçiriyorlardı. Hava eksi dereceleri gösterse de evin içi sıcak kaloriferler tarafından güzelce ısıtılıyordu. Evin içindeki tek ses komşularının 18 yaşındaki genç kızının neşe dolu şarkısıydı. Anneleri çalıştığı için ikizlere o bakıyordu. Liseden geçen sene mezun olmuştu ve üniversite okumayı da kabul etmemişti.
Kendi kendine mutfakta ikizlere yiyecek bir şeyler hazırlıyor bir yandan da şarkılar söylüyordu. Sesinin güzel olduğu söylenemezdi ama neşesi evin içine oldukça güzel bir enerji saçıyordu.

Kayıp GölgelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin