2

7.6K 701 116
                                    

Dokuz yıl önce (2111)

Daha çocukken Güz ile dalga geçmeye başlamışlardı. Atlas'taki insanlar gibi olduğu için herkes onun kaçak olduğunu düşünürdü. Dışlarlardı onu. O da kendi kabuğuna çekilmişti böylece.

Bir gün yine dalga geçmişlerdi onunla. Solgun teni ve nadir renkteki saçları onu farklı yapmaya yetmezmiş gibi göz rengi de kahverengiydi. Yani DNA'lar mutasyona uğramadan önce en çok bulunan renk olan kahverengi. Artık herkesin göz rengi farklıydı. Kimisi sarı-yeşil, kimisi mavi üzerine benekli... Ama onunki kahverengiydi işte. Lanetli kahverengi.

Ağlayarak ormana kaçmıştı Güz. Tek istediği biraz uzaklaşıp yalnız kalmaktı. Ormanın içinde ne kadar ilerlediğinin ve ne kadar hızlı koştuğunun farkında değildi. Peteklere kadar gelmişti. Manyetik alanı fark ettiyse de artık çok geçti. Duvara öylesine sert girdi ki peteklerin dalgalandığını hissetti. Daha sonra kendini biraz tütsülenmiş halde yere yığılmış olarak buldu.

Ağlaması hafifçe inleyerek devam etti. Gözlerini yeşil kapüşonlusunun koluna sildi. Kafasını kaldırıp akışkan parsellere ayrılmış renksiz duvara baktı. Peteklerin bir kısmı yamulmuştu ve görüntü bozulmuştu. Normalde petekler şeffaf ekranlar gibiydiler ve Gözetenler neyin görülmesini istiyorsa onu yayınlarlardı. Ancak şuan yüksek ağaçlı orman ve çimenlik yerine boş bir deponun içi görünüyordu.

Güz, ağlamasını durdurmuş kocaman gözlerle yamuk peteklere bakıyordu. Eğer bir an önce bunu tamir etmezse Gözetenler çok geçmeden ne olduğunu anlardı.

Önce izlenti var mı diye kontrol etti etrafı. Bu aletler dakikada bir defa alanı tarayıp bir sorun olup olmadığı konusuna rapor verirlerdi. Arkada kalan birkaç ağaçta küçük siyah gövdelerini gördü Güz. Ancak başlıkların açısına baktığında hayretle kör noktada olduğunu fark etti. Oyalanmadan işe koyuldu.

Ceketinin kumaşını eline geçirerek jöle kıvamlı ekranları ve bağlantılı telleri kabaca düzeltti. Daha sonra altıgen şeklindeki telleri tek tek eski haline getirdi. Ardından görüntünün neden bozulduğunu anladı. Çarptığı için değil, üzerinde eski metal bulundurduğu içindi. Eski metalden bir cep saati taşırdı yanında hep. Aile yadigârıydı bu. Diğer yandan eski metal bulundurmak veya kullanmak aslında yasaktı. Nedenini şimdi anlıyordu.

Eğilip eskitilmiş gümüş renkli saati yerden aldı. Saatin kadranının arkasında belli belirsiz bir çiçek resmi vardı. Yer yer silik olduğundan dolayı bunun hangi çiçek olduğunu anlamak güçtü. Saati kapatıp ön yüzüne baktı. Burada ise aile damgaları olan dalgalar işlenmişti metale.

Saati topraktan temizlerken aklına gelen fikirle geri çekilip peteklere baktı. Cep saatini  duvarın dibine koydu ve görüntünün iyice bozulmasına neden oldu.

İşte o an. Hayatındaki en güzel şeyi gördü.

Küçük bir oğlan çocuğu, yıkık dökük depo duvarının kenarına çökmüş, omuzları titriyordu. Güz, dehşetle çocuğun ağladığını fark etti.

Daha önce ağlayan bir erkek görmemişti. İyi de erkekler ağlayamazdı ki. Akademide ona ağlamamayı öğretmemişler miydi?

Diğer yandan çocuğun koyu renk dalgalı saçları Güz'e ipek çarşafları hatırlatıyordu. Hafif uzundular ve oğlanın yüzünün neredeyse tamamını örtüyorlardı.

İzlentilerde ses sensörü de olduğunu hatırlayıp panikledi. İfşa olamamak için çocuğu susturmalıydı. Dikkatini çekmek amacıyla yerden bir taş alıp duvara attı. Çıkan manyetik sesi küçük çocuk duymamıştı. Güz deli gibi el kol salladı ama nafile. Çocuk sessizce ağlamayı çok iyi beceriyordu ama Güz, risk alamazdı.

Aklına gelen fikirle gülümsedi.

Babasının ona öğrettiği gibi, iki elini ağzına götürüp boğuk sesler çıkarmaya çalıştı. Baykuş taklidi yapıyordu.

Çocuk kulak kesildi. Kafasını kaldırıp sesin geldiği tarafa baktığı zaman, Güz bocaladı ve ses çıkarmayı kesti. Çünkü on yıllık hayatındaki en güzel gözleri görmüştü.

Lacivert bir gökyüzünün üzerine serpilmiş minik parlak yıldızlar vardı gözlerinde. Ağlamaktan kızarmış olmaları bir yana, parladıklarına yemin edebilirdi Güz. Buna rağmen göz bebekleri belirgindi. Küçük birer karadelik gibi tüm benliğiyle Güz'ü içeri çekiyorlardı. Karşı koymak imkânsızdı. Aksine, zevkle dalıverirdiniz o dipsiz kuyuya ve geri dönememek de sorun olmazdı. Birkaç saniye içinde bunca şey doluşmuştu Güz'ün aklına. Nerden geldiklerini anlayamadığından balyoz yemiş gibi çocuğa bakmaya devam etti öylece.

Oğlan çocuğu burnunu çekti. Ve karşısındaki kızıl saçlı kızın da az önce ağlamış olduğunu fark etti hayretle. Bir dakika! O delik de neyin nesiydi öyle?

Oradan hemen kaçmalı ve gördüklerini unutmalıydı ama o an tek odağı şu garip kızdı. İlk başta hareketsiz kalsa da kafasını sallayıp ona bir şey anlatmaya çalışır gibi elini hızla arkasına salladı ve bir şeyi göstermeye çalıştı. Sonra bunların fayda etmediğini anladı ve sinirle ellerini beline koydu. Sinirlenince ne kadar güzel olduğunu bilmiyordu tabii.

Derken, garip hareketler yapmaya başladı. Dur bir dakika, bu işaret dili miydi? İşaret dilini bilmediği için kızdı kendine ve başını yavaşça sağa sola salladı. Hala anlamamıştı kızın ne demek istediğini.

Güz en sonunda pes etti. Ona boş boş bakan çocuğun suratını, her ne kadar tatlı olsa da, yumruklamak istedi.

Dudaklarını oynatarak "ses sensörü var. Sesiz ol!" demeye çalıştı.

Çocuk artık ayağa kalkmış ve duvara yaklaşmıştı. Kız yakından daha güzeldi. Sıcak kahverengi gözleri çatılmış kaşlarının altında ufak merak kırıntılarıyla birlikte tüm ihtişamını sergiliyordu. Bu suratı tekrar görebilmek için yanıp tutuştuğunu hissetti. Bir adım daha attı hipnotize olmuşçasına. Gözlerini silip anladığını göstermek için kafasını salladı.

Kız gülümsedi. Ve oğlan oracıkta sonsuza dek kalmayı diledi.

Evlere dönüşün habercisi olan çirkin siren sesi olmasaydı, her şey daha güzel olabilirdi. Ama aralarına giren bu ses ikisinin de yüzüne hüzün çökmesine neden oldu.

Oğlan onu kaybetmek istemiyordu. Tekrar görmeliydi bu kızı.

Dudaklarını oynatarak "yarın aynı saatte" demeyi becerebildi.

Güz hızlıca başını sallarken gümbürdeyen kalbinin üzerine elini bastırmak zorunda kaldı. Çünkü duyulabilecek kadar yüksek sesle atıyordu kalbi. Ne utanç vericiydi ama... Kalbine ses mıknatısı takamaz mıydı sanki?

İkisi de yüzlerinde gülümsemeyle birer adım geri gittiler. Sonra Güz arkasını dönüp koşmaya başladı. Ve küçük çocuğa saçlarını izleme keyfini bahşetti. Çocuk transtan çıkmayı başardığında, Güz ufukta kızıl bir lekeydi sadece.

KIZIL DALGAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin