bölüm 1

13 2 0
                                    




I

Bir keresinde üniversitede dersteyken hocası ona, Dünya idea-listlerin hayalleri ile büyür, olgunlaşır, bunca savaş, bunca yıkım sonunda, tanrının erdemlerinden olan kahramanlık ve idealistlik insan vücuduna bürünür, bir insanın yüreğine dolar, O insan bir ulusa bir ulus insanlığa yön verir dedi. Onun da ulusu için ülkesi için idealleri vardı.  Ama birden çıkan bir rüzgâr onu o kadar uzağa savurdu ki binlerce kilometre yolda buldu kendini;  Trenin camına kafasını dayadı, sisler arasında kalan küçük Alman köylerini seçmeye çalışıyordu. Camda beliren yüzünü ve yüzüne vuran yorgunluğunu da görebiliyordu.  Sonra omzuna bir elin dokunduğunu hisseti, kederli düşünceleri içinde boğulmuşken irkildi. Şişmiş mavi gözleri ile kafasını kaldırdı, dokunan el yolculuğu esnasında sohbetle karışık sigara içtiği, kondüktörün eliydi. Başında dikilen kondüktör ona doğru eğildi ve

"Epey yoruldunuz Bay Mustafa" dedi.

Yorgundu, konuşmaya dermanı yoktu, çok uzun cümleler kuramadı. Cılız ve yarı sessiz bir ses tonu ile "evet" çıktı ağızından Kondüktör hayalleri bir gömlek fazla gelen Genç'e biraz daha güldü. 

"Neyse sonunda yolculuğunuz bitti, size yeni görevinizde başarılar dilerim.  Bay Mustafa "dedi. Başındaki şapkasına dokunarak selam verdi. Vagonun dar yolunda "Almanya için Münih son durak" diyerek vagonun koridorunda ilerledi. Gözden kaybolana kadar Mustafa anlamsız bakışlarla onun gidişini izledi. Artık sona gelmiş,  on güne yakın süren yolcuğu bitmişti, ağır vagon kokusu ve buz gibi trenden dakikalar sonra kurtulacaktı. Hâlbuki Sirkeci'nin merdivenlerinde oturup İstanbul boğazının kokusunu ciğerlerine doldurmuş bu bana bir ömür yeter demişti. Özlemi içine akıyor kalbine doluyordu. Şehri –Aşkının deniz kokusunu insanlarının sesini, camilerden okunan ezan seslerini Sultan Ahmet camisinin ve Aya Sofya'nın heybetini şimdiden özlemişti. Sonra gökyüzüne baktı Boğazda süzülen martılar yoktu. İçi parçalanırcasına bir iç çekti. Neyse elbet bir gün kavuşmakta vardır, derken, hayalleri trenin gıcırtılı ve çok sesli fireni ile dağıldı Tren gara girmişti. Yorgun ve soğuktan genleşen tren durduğunda içini boşaltırcasına dumanlar fışkırtıyor ve Münih garını sisler içinde bırakıyordu. Tren kapıları açıldığında yolcular birbirlerini ezercesine sevdiklerine koştu.  Sevdiği ve kavuşacağı insan olmadığı için hiç acele etmedi. Ağır hareketlerle, kalktı ve çıkış kapısına yöneldi. Vagonun kapısına geldiğinde, merdivenin başında dikil ilerek, tekrar gökyüzüne baktı. Derin bir iç çekerek soğuk havayı içine sünger gibi emdi. İçine giren hava vücuduna tatlı bir serinlik vermişti. Bedenine kan pompalanmaya başlamış, uyuşan tüm uzuvları kendine gelmişti. Yere ayak bastığında izbe kokudan kurtulduğuna o kadar çok sevinmişti ki bir an kendini zindandan çıkmış bir mahkûm gibi hissetti, yürümeye başladı. Elinde tuttuğu tahta valizin, tutamaç yerinin ses çıkardığını fark etti. Anlamadı ama titriyordu. İçini tırmalamaya başlayan sese sinir olduğundan bir an valizi fırlatası geldi. Ama yolculunda ona yoldaşlık yapan ve içinde birkaç elbise olan yatılı okullardan beri dost olduğu tahta valizine kıyamazdı. Titremesi o kadar artmıştı ki kabanına biraz daha sarıldı ve yakalarını havaya kaldırdı. Titremesi çocukluğunu hatırlattı yüzünde acıyla karışık birazda tebessüm ile aklına Annesi geldi. Banyo sonralarında üşür annesi onu lavanta kokulu havlularla, sıkıca sarar, kor gibi yanan maşingalı soba yanında, sıcacık dudakları ile onu öpücüklere boğardı, o da annesinin koynuna sokulur tarifi olmayan, kokusu ile mest olurdu. Unutulmayan bu hisler, çok sürmedi.  Annesi aklına geldiğinde hüzünleniyor özlemini bir türlü bastıramıyordu.  "Neyse artık çocuk değilim" dedi. Kafasını kaldırarak gökyüzüne baktı," Benimle gurur duy" dedi.  Biliyordu ki o nu izliyordu.

Bu ilahi konuşmadan sonra içindeki aciz duygular ve bedenine işleyen yorgunlukla gelen üşüme ve titreme onu yavaş yavaş terk etmeye başlamıştı. Etmeliydi de! Güçlü olması ve gideceği yere ulaşması lazımdı. Doğruldu. Bir müddet nereye gideceğini ne yapacağını bilemediği için şöyle bir etrafı süzdü. Münih garının ihtişamlı camlı tavanın altında insan sesleri bir akordeon gibi yankılanıyor, ama kalabalık askerlerin bot sesleri ve bağrışmaları da sanki bir kargaşa bir hengâme yaratıyordu. Halktan çok asker vardı. İşgalleri ile Avrupa ya virüs gibi yayılan Kudretli Almanya burası demek dedi. Biraz yakında bir kaç iyi giyin imli adeta çizmelerinin parlaklığı insanın gözünü alacak cinste birtakım gri üniformalı askerlerin ayaküstü sohbet etmesi dikkatini çekti. Kaçamak gözlerle onları izliyordu. Adamlar jilet gibiydi. Kendi aralarında sohbet edip gülüşüyorlar içlerinden bir kaçı Mustafa'ya bakıyor gülen yüzleri birden sert ifade ile hemencecik değişiyordu. Mustafa çok acizdi. Yolculuk ve sefalet dolu geçen günlerden sonra yıkılmak üzereydi, ama yine duruşunu bozmamaya çalıştı. Titremesini tamamen atlatmış ama çocukluğundan bir türlü çıkamıyordu.  Askerleri görünce şimdi de çocuk yaşta babası ile savaştığı yıllar geldi aklına babası o kadar vatanseverdi ki, ülkelerini kurtarmak için giriştikleri savaşlarda tüm malını, canını her şeyini ortaya koymuştu belki de istemeyerek te olsa Mustafa nın çocuk bedeni savaş meydanlarında unuttu ama kimsenin çaresi olmadığı gibi onlarında yoktu. Küçük bedeni öyle şeyler gördü ki oynaması gereken yılları ölen askerlerin arasından yaralılara su taşımakla geçirmişti.  Babası gibi güçlü bir yapıya sahip olduğundan, bu süreci küçük travmalarla atlattı. Neyse ki çocukluğu da savaş yılları da yepyeni bir cumhuriyetle son bulmuştu. Ama hala rüyalarında yerde yatan yaralı askerlerin su diye inlemelerini görüyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 05, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

alicjaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin