" Bu mektup sana sevgilim, heba olmuş gençliğimi bile sevmeme neden olan sana..
Belki de bunu okuduğunda bana çok kızacaksın. 'Hatırlamana rağmen neden söylemedin?' demek isteyeceksin ama diyemeyeceksin. Çünkü eğer bu mektubu sana şu an yazıyorsam, bir bildiğim var demektir. Doğruyu söyleyeyim mi sana? Ben kim olduğumu, neden her sabah hastanede olduğumu, bana neler olduğunu unuttum. Ama seni unuttuğum bir saniye bile olmadı hiç. Bunun sebebini de anladım sonra. Ne yaşadıklarımızı unuttum, ne seni. Film gibi olan hikâyemizin hiçbir sahnesini unutmadım ben sevgilim. Tekrar hatırlamak, sana hatırlatmak için anlatacağım ama. Buradan gerisini daha dikkatli oku, olur mu?
Kaçmayacağımı bilmelerine rağmen sıkıca kollarımdan tutan hemşireler; psikoloğumun karşısında bulunan yumuşak, deri koltuğa atmıştılar bedenimi. Benden güçlülerdi, yalan yok. Sabah yanımda bulunan kağıdı okumamın ardından yine ağlamıştım ve gözlerimin altı mosmor olmuştu. Klâsik.. Altı mosmor, içi kan kırmızısı gözlerimin içine bakardı doktor, biraz konuşurdu. Sonra gönderirdi beni odama. O gün klâsik olmayan tek bir şey vardı.
Sen.
Getirdikleri zamanki gibi kollarımdan sıkıca tutan hemşireler, odadan dışarı çıkarmıştılar beni. İşte tam o an, gözüme biri takılmıştı. Hastane koltuğunun dibine çökmüş, duvara donuk gözleriyle bakan bir kişi. Ve ben hiç tahmin etmemiştim o gözlerin gülünce yok olurcasına kısıldığını. Peki ne yapıyordun burada? Yakının mı vardı? Hayır. Hemşire, doktor falan mıydın? Hayır. Ailen seni 'hasta' bahanesiyle başından mı savmışlardı? Belki.
Sen deli miydin? Kesinlikle evet. Hem zekiydin, hem deli. Ben de çözememiştim ki seni. Önceden seninki gibi donuk bakan gözlerim, seni görünce açılabilecekleri kadar açılmıştı. Ve ben sana şaşkınca bakarken, sen o donuk gözlerini bana çevirmiştin. Sana yemin ederim, benim kalbim daha önce bu kadar hızlı atmamıştı. Çıkacak gibi olan kalbimle çırpınmaya başlamıştım ben de. İki yana sallıyordum bedenimi, ama çekmiyordum gözlerimi gözlerinden. Çırpınışlarımın ardından kaçmaya yelteneceğimi sanan hemşireler, beni zapt edemeyeceklerini sanıp bağırmıştılar.
'Güvenlik!'
Askeri yeşil gömlekli 2-3 adam görmüştüm sonra bize doğru gelen. En ilginci neydi biliyor musun? Gözlerini gözümden çekmemiştin. Ben gözünün her karesini ezberlerken içim yanmaya ve bedenim titremeye başlamıştı. İçimdeki yangını söndürmek ister gibi sesli bir şekilde derin derin nefes almıştım. Beni, hemşirelerinkinden daha büyük kollarıyla tutan güvenlik görevlilerini fark etmemiştim bile. Ve koluma öncesinde beni tutan hemşirelerin batırdıkları uyuşturucu iğneyi de. Görüş alanım bulanıklaşmıştı, ben seni tekrar görmek için daha çok çırpınmıştım. Ve bir kaç saniye sonra bedenim yenik düşmüştü. İstemsiz olarak yere bırakmıştım bedenimi usulca, ve bulanık gören gözlerimle benim yanıma geldiğini görmüştüm en son.
Diğer sabah kalktığımda farklı bir şey olmuştu. Boş zihnimde bir kişinin yüzü vardı.
Senin yüzün.
O an konuşacak bir şeyim olmasa da dilimin tutulduğunu hissetmiştim. Tutulmasa ne anlatabilirdim ki? En önemlisi kime anlatabilirdim? Sana mı? Kim bilir neredeydin ben bunları düşünürken. Yorganı her zamanki gibi düşmüş yatağımdan kalkmış ve komidinimin üzerindeki deftere uzanmıştım.
'Jeon Jungkook.
İleri derecede unutkanlık.
24 saatte içinde nefes alma, yemek yeme vb. temel bilgiler dışında her şeyi unutuyor.'
Ben buydum işte. Hastaydım ben. Kafadan kontaktım. Unuturdum her şeyi. Boş olan beynimde o an bir soru belirdi. Seni hatırladığımda kağıdı okumamıştım, kağıtta yazmıyordun zâten.. Nasıl hatırlamıştım seni? Ve o gün bu soruya bir cevap bulamamıştım. Ben, Jeon Jungkook. 24 saat içinde temel hariç tüm bilgileri unuturdum. O gün bilemedim ki senin hayatımın temeli olduğunu. Birkaç saniyede hayatımın temeli olmuştun. Unutmamıştım, unutamam da.
Seni ilk kez hatırladığım gün, benim en güzel günümdü. İlk kez mutlu olmuştum ben o gün. Mutlu olmamın sebebini hatırlıyor musun veya biliyor musun? Onu da anlatayım, şimdilik zamanımız çok.
Aklımda seni hatırlamamla alakalı birkaç soruyla ayağa kalkmıştım. Elimi başımın arkasına atıp saçlarımı karıştırmıştım. Odama göre fazlasıyla lüks olan o eski dolaptan giyinmeye bir şeyler almış ve yatağımın üstüne koymuştum. Pijamamı çıkarmıştım, aldıklarımı giymiştim ama.. Sanki daha farklıydı bugün. Bir şey yapmamıştım sanki. Yüzümü yıkamamıştım. Odamın cezaevi hücresi gibi gözükmesini sağlayan musluğa yaklaşmıştım. Suyu açıp sertçe yıkamıştım yüzümü. Ama hayır... Suyu kapattığımda bile o his gitmemişti. Bir şey eksikti. Gözlerimle hatırlamak için odayı incelerken, yatağımın altına atılmış peçeteleri görmüştüm. Yatağımın altına eğildiğimde sadece peçete değil, birkaç kağıdın da olduğunu görmüştüm. Top hâline getirilmiş kağıtları açmıştım. Kağıtların köşeleri ıslanmıştı. Mürekkebi bile gitmişti bazılarının. Okuyabildiklerimde 'Jeon Jungkook', 'Nefret ediyorum.', 'Adaletsiz.' yazıyordu. Anlamamıştım bunu ama ben o sabah ağlamamıştım. Aklımdaki soruların cevaplarını düşünerek dışarı çıkmıştım. Kimse yoktu koridorda. Sanırım geç kalmıştım. Merdivenlere doğru koşup hızla aşağı inmiştim. Yemekhaneye girdiğimde herkes bir masaya oturup yemek yiyordu. Yemek aldığımız yere yönelerek tepsi almıştım ve ne bulduysam doldurmuştum. Köşedeki masaya kimse oturmamıştı. Tamam...Bunun için Tanrı'ya sonra şükredecektim. Söylemeliyim, o gün o kadar güzel bir şey oldu ki..Ona şükretmekten unuttum. Masaya oturup yemeğime yumulacağım sırada karşıma birinin oturduğunu hissetmiştim. Takmamıştım pek, normaldi. Devam etmiştim yemeğime. O an tanıdık olmayan bir ses duymuştum ve o ses karşımdaki kişiden gelmişti.
'Hey..Bana baksana.'
Meraklanmıştım, kimdi bu karşımdaki? Ne diye diğerleri varken benimle konuşuyordu? Kaldırmıştım yavaşça başımı. Gözlerim, onun gözlerini bulduğunda başımdan kaynar sular dökülmüştü sanki.
O gözler senin gözlerindi. Gözlerimin önceki gün buluştuğu gözler. Tüm bedenim titremeye başlamıştı yeniden.
Neden buradaydın ki? Neden insanların tabiriyle 'deliler hastanesi'ndeydin? Hiç sormamıştım sana bunları, soramamıştım.
'İyi misin?'
Ciddileşmiştin aniden. Zorlukla cevap vermiştim sana.
'İ-iyiyim..'
İyi değildim.
Sen gözlerimin içine öyle bakarken hiç iyi değildim. Ve benim kendimi daha çok kaybetmemi sağlayacak şeyi yapmıştın. Elimi tutmuştun. Elimde hissettiğim sıcaklıkla gözlerine baktığımda dün donuk bakan gözlerin, yok olurcasına kısılmıştı dudaklarının uçları yukarı kıvrılırken.
Ve o an ben dirilmiştim.
Yaşayan bedenimin içindeki eskiden ölü olan ruhumun nabzını dinlemiştim bir süre. Beni hayata getiren sendin, yaptıklarındı. Gözlerimin içine baktığın yetmezmiş gibi gülümsemiştin bir de onlara. Her gün yaptığım şeyi yine yapmıştım, ağlamıştım. Ama bu sefer mutluluktandı ve sebebi sendin.
Bunlara bile mutluluktan ağlarken aylar sonra gözlerimizin buluştuğu gibi dudaklarımızın buluşacağını nereden bilebilirdim?
Üzgünüm, o arayı atlayacağım. Ama bu sana unuttuğumu zannettirmesin. Ben hiçbir şeyi unutmadım.
Aylar içinde öyle yakın olmuştuk ki..Ben sana daha da bağlanmıştım, seni daha çok tanır olmuştum. Bazı sabahlar adımı hatırlayarak uyanmıştım güne. Önceden rutinim olan ağlamayı zaten bırakmıştım. Ta ki o güne kadar.
O sabah yine kalkıp üstümü giyinmiştim. Yüzümü yıkarken tam kapımı tıklamıştın Ardından kapımı aralayıp içeri girmiştin. Ben o sabah yine seni tanımıyormuş gibi davranmıştım. Düşündükçe acıtıyor.. Gözlerine bakarak bunu yapmak çok zordu sevgilim, emin ol. Çünkü ben seni delice sevmiştim. Tek varlığımdın sen benim, nasıl sevmezdim? Her sabah yaptığın gibi bana sarılmıştın ve benimle konuşmaya, ilgilenmeye başlamıştın. Bir saat boyunca önceki anılarımızı anlatmıştın. Benim bildiğimi bilmeden..
Beraber gezmiştik o gün. Dışarı çıkmıştık, çok konuşmuştuk yine. Hayat kurmuştum kendime. Beraber favori rengimi seçmiştik o gün. Beraber insanlarla dalga geçmiştik. Aklı yerinde olan biz, yoldan geçen insanlara deli numarası yapmıştık. Çocukların okul müdüründen ceza aldıkları gibi başhekimden ceza almıştık. Odamızdan akşam yemeğine kadar çıkmamıştık. Değerdi ama. Odaya gittiğimizde ise her şey daha güzel bir hâl almıştı. Girer girmez cebinden bir anahtar çıkarmıştın. Anlamamıştım ben. Aklım ermezdi senin planlarına. Sen zekiydin, çeviktin, karizmatiktin, yakışıklıydın. Tanrı'ya sadece senin için şükrederdim. Şükredecek başka bir şeyim yoktu zaten. Bedenim için mi edecektim? Adımı bile unutan beynim için mi? Saçma. Bakıyorum da, gerçekten adaletsiz burası. Dışarı bakardık ya bahçeye çıktığımızda.. Ailesi zengin olan çocuklar geçerdi hep. İzlerdim onları. Ve içimden şunu sorardım.
'Ben de böyle bir çocukluk mu geçirmiş miyimdir?'
Cevabı yine kendim verirdim.
'Sanmıyorum.'
Sana bakardım sonra, izlerdim sen anlayıp 'Ne oldu?' diye sorana kadar. Hiç cevap vermezdim ama.
Yine dağıttım değil mi konuyu? Nerede kalmıştık?
Elindeki anahtarı ben büyük bir dikkatle incelerken anahtarı çekip kapıyı kilitlemiştin.
'Biraz yalnız kalalım.'
Sana bir şey dememiştim. Ne pişmandım, ne üzgün. Çok mutluydum aksine. Altına girmek isteyen bir sürtük sanmışlardı beni, ben biraz daha kalmak isteyince. Evet, erkek hâlimle sürtük de olmuştum. Sen anlamıştın sadece dünyadan uzaklaşmak istediğimi. Susmuştun herkese, susmuştum. Konuşmanı istemezdim. Anlarlar mıydı sanki? Duvara yaslamıştın bedenini. Beni izlemiştin gülümseyerek.
Alışmıştım biraz bunlara. Sen beni izlerdin biraz, ben seni. Dudaklarını aralamıştın sonra, derin bir nefes almıştın. Sonunda ağzındaki baklayı çıkarmıştın.
'Jungkook..'
Adımı bile delicesine seviyordum ben sen her söylediğinde. Bazen sen adımı söyle diye yaratıldığımı hissederdim. Sanırım gerçekten öyle..
Senin yaptıklarını yapmıştım ben de. Dudaklarımı aralamıştım, derin bir nefes almıştım. Sonunda ağzımdaki baklayı çıkarmıştım.
'Jimin..'
Senden yaşça küçük olsam da hyung dememi sevmezdin pek. Ruhlarımızın konuştuğunu ve ruhlarımızın aynı yaşta olduğunu söylerdin. Başka hiç kimsenin ruhuyla konuşmadı ruhum, sevgilim.
Elini uzatmıştın bana doğru. Dile getirmesende 'elimi tut' diyordun bana. Tutmuştum elini. Titremiştim yine. Usulca yaklaştırmıştım bedenimi bedenine, döndürüp beni duvarla arana almıştın. Ben o an nefes alamamıştım. Ve sen bunu anlamış gibi, bana nefes aldırmıştın.
Dudaklarını dudaklarıma değdirerek..
Kendimi sabit tutmaya çalışmıştım. Ne kadar belimin üstü titremese de, bacaklarımı durduramamıştım. Bir elini belime koymuştun, bir elimi yanağıma. Boş kalan ellerimi ensene dolamıştım ben de. Dudakların dudaklarımla tutkuyla dans etmişti. Ben hayatımda bu kadar güzel bir tat tatmamıştım. Şeker ve tuzun karışımıydı sanki. Ama o kadar güzeldi ki.. Beni diriltmiştin ya, işte ben tekrar öldüm o gece.
Kimisine göre ben, senin zevklerini giderdiğin biriydim, kimisine göre senin sürtüğün. Ama sen beni öyle görmüyordun. Öpüşünden anlamıştım. Mühim olan sen değil miydin zaten?
Çok sert öpmemiştin beni. Benim seni hissedebileceğim kadar yumuşak, senin beni tanıyabileceğin kadar sert. İleriye de gitmemiştin. Gitmezdin de. Dudaklarını çektiğinde yavaşça yatağa yatırmıştın beni. Ardından sen de yatmıştın. Kollarımı senin bedenine sarmıştım. Memnundum, memnundun. Ve biz beraber yatmıştık o gece.
Uyumamıştım ben, ağlamıştım sabaha kadar mutluluktan. Kâh seni izlemiş, kah sana sarılıp ağlamıştım. En sonunda gözlerime yenik düşmüştüm. Sabah ise; kim olduğumu, neden burada olduğumu, kısacası her şeyi hatırlamıştım. Senin büyün müydü bu? Kesinlikle öyleydi.
Dedikodular çıkmıştı, takmamıştık. Başhekimin kulağına gitmişti, azarlamıştı bizi. Biz yine takmamıştık. Ruhumuzla konuşurduk çünkü biz, bedeniyle konuşanlar bizi ilgilendirmezlerdi.
Bir gün, şarkı söylemiştin bana. Sesin en az senin kadar huzur vermişti. Her yanına hayran olduğum gibi sesine de hayran olmuştum. O şarkıyı öğretip, bana söylettirmiştin sonra. Ben çok utanmıştım. Sonra bana sesimi çok sevdiğini söylemiştin. Buradan çıktığımızda bir yerlere gidip şarkı söyleriz demiştin. Mutlu olmuştum. Yanında olacaktım çünkü. Bu benim için yaşayabileceğim en güzel şeydi.
Çok sık hayal kurmazdık, saçma bulurdun.
Sen severdin hayatını. Sen geldikten sonra ben de sevmiştim, yalan yok. Ama yine de kurmak isterdim biraz. Senden gizli kurardım. Özür dilerim sevgilim. Ama hepsinde sen vardın. Hayallerimin ana karakteri, Park Jimin. Sensiz hayal kuramaz olmuştum.
Bir gün bir rüya görmüştüm meselâ. Bu rüyanın kabusa dönüşebileceğini nereden bilebilirdim? İstediğin gibi bir yere gitmişiz şarkı söylemeye. Biz beraber şarkı söylerken içeri biri giriyor. Silah çıkartıyor ve sana doğrultuyor. Ne kadar ağlasam da, o tetiği çekiyor. Ve senin bedenin yere düşerken ben kıpırdayamıyorum bile. O kabustan sonra ağlayarak uyanmıştım. Sana gidememiştim, gitsem anlardın seni hatırladığımı. Sabaha kadar yatağımda ağlamıştım. Sabah geldiğinde gözlerimin morluğunu sormuştun. Ben de uyuyamadım demiştim.
Özür dilerim sevgilim. Sana 'Hatırlamıyorum' dediğim için her sabah, sen izin vermesen de hayal kurduğum için.. Tüm yalanlarım ve hatalarım için özür dilerim. Ama korkuyordum. Doktorlar öğrenir, beni buradan çıkartılar ve seni bir daha göremem diye korkuyordum. Seni kaybetmekten korkuyordum.
Bir gün seni bırakmam için birkaç kişi tehdit etmişti beni.
Öldürürüz demişlerdi. Ben de şunu söylemiştim.
'Bir zavallı gibi kendimi öldürmektense; siz öldürün, daha iyi olur.'
Keşke büyük konuşmasaydım. Düşünüyorum da..Büyük konuşmamışım. Ben intihar etsem de, etmesem de bir zavallıydım. Beni sadece sen isterdin. Bu beni daha çok mutlu ederdi. Hayatımda gereksizlere yer yoktu çünkü.
Bana sen gerekti çünkü.
Pek kızmazdın sen bana. Ne bir yalanımı farkettiğinde kızdın, ne başka bir şeyde. Ben çok hata yapardım, sen çok affederdin.
Tanrı'yı unutmuştum ben. O da bana bunun cezasını ağır ödetmişti.
Yine çimlerin üzerine oturmuştuk seninle. Konuşuyorduk her zamanki gibi. Ve anlamadığım bir şey olmuştu o gün. Bedenin titremeye başlamıştı, kusmuştun. Ve en sonunda bedenin yerle buluşmuştu. Bağırarak ağlamaya başlamıştım. Diğerleri 'abartıyorsun' demişti. Nasıl abartmayayım? Tek varlığım sendin. Seni büyük olan hastaneye götürmüşlerdi ve beni almamışlardı, ben de ağlamaktan kendimi. Birkaç gün sonra bir ambulansla gelmiştin. Bana söylememişlerdi tabii. Başhekimin odasına girip seni gördüğümde kendimi tutamamıştım. Koşup sana sarılmıştım. Şaşırmıştın sen, haklıydın. Her gün kendini hatırlatmak zorunda kaldığın kişi gelip sana sarılmıştı. Ve bir bahane bulmuştum.
'Senin hakkında bir günlük yazdım.'
Göstermemi istemiştin ama utandığımı söylemiştim. Gerçek sebebim ise öyle bir şeyin olmamasıydı. Tüm gece, hiç uyumadan ben o günlüğü yazmıştım. Diğer sabah sana gösterdiğimde bana sarılıp mutluluktan ağlamıştın. Ben ise ne yapacağımı bilememiştim. Sana yalan söylediğimi bilmeden bana sarılıp ağlamıştın ve ben de gözyaşlarımın farkedilmemesini umarak ağlamıştım.
İşte o gün; sana yalan söylemenin ağırlığı, beni bir adım ölümüme yaklaştırmıştı.
Her gün gözlerinin içine bakarak söylediğim yalanlar, benim içimde farklı yangınlar başlatıyordu. İnan ki ben hiç böyle yanmamıştım sevgilim. Hayattan soğumaya başlamıştım gittikçe. Önceden söylememe rağmen beni sadece 'üzen' yalanlarım, şimdi beni ölümüme götürüyordu. Ve ben geri gitmedim, durmadım hiç. Kendim de istiyordum ölümümü. Beni hayata getiren birine yalan söylüyorsam, yaşamayı hiç haketmem sevgilim. Yaşamamalıydım. Aklımda hep bu vardı. Her sarılışında içimden özür dilerdim sana. Seni yalnız bırakacağım için özür dilerdim hep. Ve sen ne özürlerimi, ne içimdeki yangınları anlardın. Ben bir bakışınla ne olduğunu anlarken, sen hiç anlamadın içimi. Hiç okumadın, hiç görmedin. Görmen beni daha da yakardı sevgilim. Bu en iyisiydi ikimiz için.
Söndürmeye çalıştım yangınlarımı. Söndü mü? Hafiflemedi bile. Her gözüme baktığında daha çok alevlendi sanki. Kalbimde seni sevmek uğruna olan yangın, yalanlarımın yangınıyla savaşıyordu bir nevi. Bil bakalım kim kaybetti? Biz. Sen beni kaybediyorsun, ben seni sevgilim. Ve kaybetme korkusuyla söylediğim yalanlar kazanıyor. Hayatımı berbat etmiş, bir de hayatıma şükretmemi isteyen Tanrı kazanıyor. Bunu da sonradan anladım sevgilim. 'Adaletsiz' derdim ya hâni. Bunu yapanın Tanrı olduğunu sonra anladım. Varsa bile, zerre adil değil.
Tanrı'dan nefret ediyorum, insanlardan nefret ediyorum, doktorlardan nefret ediyorum, dünyadan nefret ediyorum, kendimden nefret ediyorum, hastalığımdan nefret ediyorum, yalanlarımdan nefret ediyorum.
Ama seni çok seviyorum sevgilim.
Çok sevdim, seviyorum, seveceğim.
Gördüğüm ilk günden beri sevdim, beni ilk öptüğünden beri, benim hayatımı oluşturduğundan beri, beni hayata geri getirdiğinden beri.
Şimdi yapmam gereken bir şey var ama.
Çok gittim, gidiyorum, gideceğim sevgilim.
Sana yalan söylediğimden beri gittim, senin bazı yalanlarımı öğrenip kızmamandan beri, ne olursa olsun yanımda olduğundan beri, yangınıma yenik düşüp kendi ölümümü istediğimden beri.
Üzgünüm, çok üzgünüm.
Fayda etmez bu, biliyorum. Bir yangın 7 harf, 3 heceyle nasıl sönsün? Benim yaşama isteğimi engelleyen yangın; bir kelimeyle sönmedi, sönemedi. Bu yüzden gidiyorum sevgilim. Her söylediğim yalan kendi kalbimde yeni kırıklar açardı. Kırıklarımı alacağım sevgilim. Sende kırıklar, yangınlar açmadan gideceğim sevgilim. Seni kendi elimle öldürmemek için gideceğim sevgilim. Merak etme; sadece bedenim ölüyor, ruhum tekrar yeşerecek ölen bedenimde. Ve gelip seninle konuşacak. O yüzden asla yalnız kalmayacaksın sevgilim.
Yine de anlamazsın değil mi?
Özür dilerim, çok özür dilerim.
Ben sevdiğim adama karşı çok hata yapacak kadar aptaldım sevgilim, sen sevdiğin adama güvenecek kadar zeki.
Bizim farkımız buydu.
Beni herkes deli görürdü, aptaldım.
Seni herkes deli görürdü, ama sen çok zekiydin.
Unutulmaz'ımdın, sevgilim.
Sahip olabileceğim en güzel şeydin sen. Ve bu bana fazlaydı. Seni hakedecek hiçbir şey yapmadım ben. İşte bu yüzden, gidiyorum sevgilim. Sevgine yalanlarla karışık sevgimle cevap verdiğim için gidiyorum. Belki bana hiç sarılamayacaksın, belki hiç öpemeyeceksin.
Tekrar özür dilerim sevgilim. Çok yakmadan gitmek istiyorum artık.
Unutma hayallerimin ana karakteri, hayaller biz sahip olamayınca üzülmemiz için değildir.
Hayaller, eksiklerimizi tamamlamamız içindir. Üzülerek söylüyorum, artık hayatında eksiğim sevgilim. Hayal etmekten sakın kendini alı koyma, başka birini sevmekten de.
Güzel sevmeler.
Jeon Jungkook."
---
Genç adam elindeki kağıdı yere bıraktı. O'nu ilk gördüğü zaman gibi yine aynı yere oturmuş, karşısındaki duvara donuk bir şekilde bakıyordu. Gözünde sevgilisinin küvette, kanlar içerisindeki görüntüsü beliriyordu.
O gitmişti, söylediği gibi gitmişti. Ağlamaya başladı yeniden. Bu ağlayışının sonu yoktu. Bu sevişinin sonu yoktu. Sevgilisinin duymasını umarak dudaklarından şu cümle döküldü genç adamın.
'Bedenim ölene kadar, seni seveceğim.'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Unforgettable - JiKook {OneShot}
FanfictionUnutulmaz'ımdın, sevgilim. Sahip olabileceğim en güzel şeydin sen. Ve bu bana fazlaydı. Seni hakedecek hiçbir şey yapmadım ben. İşte bu yüzden, gidiyorum sevgilim.