Medya: Troye Sivan - for him.
Bir zamanlar ölü bir genç vardı. Ruhunu tanıma fırsatı yakalamıştım ve düşünceleri çok yakışıklıydı. Bir zamanlar bana bu ölü genç homurdanarak "Hayaletim diye korkutmak zorunda mıyım şimdi seni ben?" diye çıkışmıştı. Hakkında edindiğim ilk bilgilerden biri bu, ne zaman bir şeye sinirlense tam anlamıyla bir çocuk gibi konuşur, sesi olduğundan ince çıkardı. Gülerken de... Çocuk çocuk gülerdi. Bir keresinde çocuk gülüşlü bir hayalet beni ondan korktuğum için delicesine azarlamıştı.
"Tabii kalbim durdu ya benim duygularım da durdu merhametsiz oldum. Şuan çok küstüm size beyefendi. Ben sizi teselli etmeye geliyorum siz benden korkuyorsunuz. Çok kınadım şuan sizi. Aşırı kınadım."
Haklıydı, yani haklıymış. Hayaletler her zaman korkunç olmayabiliyormuş ve ben bunu sevimli hayalet Casper sayesinde değil bizzat tanıdım Casper'ın boy ölçüşemeyeceği bir sevimliliğe ve sivri bir dile sahip bir hayaletten öğrendim. Kapıyı çalmak için elini uzattığı anda açmışlar gibi kapıyı sitemle aniden girdi hayatıma. Ve bizim hikâyemiz, Jongin kesinlikle korku hikâyesi olmayan hikâyemiz dememi tercih ederdi, oldukça romantik bir şekilde, herkesin hayalini düşlediği bir mezarlıkta tam olarak şu şekilde başladı:
Yorgunluktan sızlayan ayaklarımın beni daha fazla taşıyamayacağını hissettiğimde derin bir nefes alıp içimden özür dileyerek soğuk mermere oturdum. Kambur duruyordum otururken ve abim şuan o toprağın altından çıksa muhtemelen sırtıma vururdu ama abimin çıkacağına dair pek de inancım yoktu. Ben de zaten çok yorulmuştum sanki acı çuvalları yüklenmemiş gibi dizinin kanadığını inkâr eden bir çocukmuşumcasına dimdik tutmaktan omuzlarımı. İnsanların affına bir kez olsun sığınabilirim diye umdum ki kendileri beni pek affetmezlerdi ama umdum. Herhalde gecenin bir yarısı ay ışığı insanın içini, özellikle kalbini süpürürken bir mezarlıkta abisinin ölümünün üstünden tam bir yıl geçmiş bir adamın mezarın yanına oturup ağladığını gören biri kambur oturuşunu nezaketsiz hıçkırıklarını mazur görmekte o kadar zorlanmazdı. İşte size inkâr edilemeyecek bir gerçek, en yakınınızı bir daha göremeyeceğinizi idrak ettiyseniz ağlarsınız. Kuşsanız uçarsınız, balıksanız yüzersiniz, özlüyorsanız ağlarsınız. Ben de işte ne yapayım görevimi yapıyor hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Aslında buraya hep gece gelmezdim, hep ağlamazdım da ama bugün o gündü işte. Hani insanların burnunuzun ucuna bir pasta dayayıp mumları üflemenizi beklediği ve mutlaka o bir kişinin "Dilek tutmayı unutma!" diye bağırdığı o gündü. Yalnızım diyebilecek bir durumda olmasam da arkadaşımın bu yıl burnuma dayadığı pasta evimizin karşısındaki pastaneden alınmıştı, detay vermek gerekirse beyaz kremalıydı ve üstünde kiviyle muzun yanında ne olduğunu çok da hatırlamadığım bir meyve daha vardı, evimizden değil. Abim liseye başladığından beri her yıl üflediğim gibi abimin gülümseyerek içine tükürdüm dediği, çoğunlukla aslınsa kremasına meyve suyu koyduğu, pastanın yerinde bir anda bunu görmek ve ben üniversite için yurttayken bile bana pastalarını ulaştıran abimin yokluğunun sönen mumların dumanında koktuğunu hissetmek açıkçası beni dağıtmıştı. Şanslı olduğum konu bunu kimsenin fark etse bile dillendirmeye kalkmamış olmasıydı çünkü Chanyeol gelip de 'Biliyorum bu abinin pastasının yerini tutmaz ama...' benzeri bir cümle kursa önce kafasına sağlam bir tane geçirir sonra da oracıkta ağlardım. Arkadaşlarım akıllı davranarak bana gözyaşlarımı biraz daha sonraya saklama şansı tanımıştı. Mezarlığa kadar saklama şansı...
İşte size küçük bir analiz yapıyorum; hayatım şu üç olasılıktan herhangi biri gerçekleşseydi oldukça farklı olabilirdi:
Bir; doğum günümde arkadaşlarımın içki tekliflerini geri çevirmeyip delice sarhoş olsaydım,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Limona Gök Bulaşmış, Saçları Güneşe Dolanmış
FanfictionÇift: Sekai Tür: Fantastik, Angst Kelime sayısı: 13k Prompt no: 34