Bir Beşiktaş taraftarı için şampiyonluk yaşanan sezon neyse benim içinde o eğitim-öğretim yılı da öyleydi. M.E.B tarihinin en başarılı atamasını gerçekliştirmişti. Köyümüzde geleceğe dair umutlar artmış, kahvede ülkenin bir parçası olmanın verdiği sevinç hakimdi. Yeni öğretmen kimsenin varlığının farkında olmayan köye taksiyle giriş yapmıştı. İlk dikkat çekmeside böyle olmuştu. Aslında dikkat çeken taksiydi ya neyse.
O sene gene okula babamın adrenalinle birlikte kanıma karıştırdığı korkusuyla gidiyordum. Artık provasına saatler harcadığım, izleyenlerin salya sümük ağladığı performanslarımı da yemez olmuşlardı. İlacımı annem; terlikte, babam yattığı yerdende beni vurabilme özelliğine sahip o ince, uzun çubukta bulmuştu. İlaçlar tesirini göstermiş okula gider olmuştum.
Sınıfa girdiğinde herkes gene aynı umursamazlıkla işine devam ediyor bende oturacağım sıraya ismimi kazıyordum. Bu artık benim için geleneksel bir merasim olmuştu. Hepimizi bir düzene sokması zor olmuştu ben onu gördüğümden beri düzene girmiş hatta merasimimi yarıda bırakıp ismimin son üç harfini kazımamıştım. İlahi bir nurla nurlanmıştı gözlerim, başka bir nesne dikkatimi çekmiyordu. Tanışma esnasında kekelememde ele vermiştir heyecanımı.
İstanbuldan -o köprülü yerden- geliyormuş, bundan önce dokuz yıllık bir geçmişi varmış meslekte, adı Çiğdem, hemen şurda bakkalın ilerisinde lojmanda kalıyormuş. Bir haftada sınıfın en iyisi olmuştum o soruyordu ben cevaplıyordum bir daha soruyordu ben dururmuyum yapıştırıyordum cevabı. O sormadığı zamanlar bu seferde ben soruyordum.
Sonra bir gün annemler konuşuyordu Necati Amcanın ortanca kızı yüzük takmış da evleniyormuş. Azcık eşeleyince akıllara hayretlik veren bir durumla karşılaştım. Evli insanların sağ elinde yüzük parmağı varmış -soldan 4. parmak- ona yüzük takarlarmış. Sabahı zor ettikten sonra sabah ilk iş o yüzük parmağına bakmak oldu. Hayal kırıklığı bu seferde bir yüzük olarak göründü. Ne yapacağımı bilemedim geçtim sırama oturdum. Kalan son üç harfide kazımaya başladım. O sordu ben sustum bidaha sordu ben gene sustum. Böyle birşeyi nasıl yapadı.
Hüzünle suskunlaşan yanlızlığım artmıştı. Misket oynamıyor, futbol oynamayı bir kadının gördüğü kadar saçma görüyordum. Ne işi var o kadar adamın bir topun peşinde. Arkadaşlarım bendeki değişimi gördüler lakin gelin görün ki ukala bir ısrarcılığa girişmediler. Ya gerçekten halden anlıyorlardı ya da kuvvetle muhtemel beni oyunlarda çokça istemiyorlardı.
Birinin diğerinden farkı olmayan altı monoton gün geçirdim. Sıradanlığımı köyümüzde görülmemiş bir şey bir taksi bozdu gene. İçinden biri diğerinin yaşlı versiyonu iki kadın indi. Biri bizim sabırsız öğretmenimizin çocukluğu diğeri ise yaşlılığıydı. Allah azametini bu güzelliği üç nesildede dünyaya sunarak göstermişti bu defa. Caminiinin yanından gelip benzerlerini benzer bir selamlaşmayla karşıladı. Gene camiinin yanından lojmana doğru yol aldılar. Köylüler için heyecan verici olay bitmiş, herkes işlerini dönmüştü.
Artık derslerede geç giderek kızgınlığımı anlatmaya çalışıy ordum, o günde öyleydi. Sınıfa girdiğimde sıramda çok haz etmediğim, can dostumda olmayan Enver'in yerinde o oturuyordu. Yani birazdan kızı olarak bize tanıtacağı, insanı kelime-i tevhide davet eden o masumİyet. Öğretmeni sert bir bakışla selamladıktan sonra sırama oturdum. Bütün hayati fonksiyonlarımı unutmuş bir tek ona bakıyordum." Bu isim senin mi ?" diye sordu biraz sonra masadaki kazınmış ismi göstererek. Allah'ım konuşmayı mı unutmuştum ? En son bu kadar heyecanı sünnetimde yaşamıştım. Yok olmuyordu, terlemiştimde. Kafamı etrafta gezindirirek sorunun bana sorulduğuna emin olmaya çalıştım. Artık kaçaşım yoktu bana sorulmuştu soru. "Evet" dedim avcıdan korkmuş ayı gibi. O gün iki insanın ilk tanışmada soracağı sorularla geçti. O gelen teyze anneannesiymiş, bu seneyi annesi tayinini aldıramadığı için burda geçirecekmiş, babası İstanbuldaymış ama arada bir gelecekmiş, anneannesi gidecekmiş yakında kalıcı değilmiş gibi bir sürü şey.
Ertesi gün okula kimsecikler yokken, erkenden gittim. Onun isminide benimkinin yanına kazıdım. Adının olmamasını kıskanmıştı besbelli. Defterini çıkarırken fark etti. Güldü. Demekki oda beni sevmişti, yoksa niye gülsün. Hergün 17.yy Macar elçileri gibi gezdik. Sınavları birlikte yaptık. Bakkaldan verdiğimiz paranın 3 katı tutarında alışveriş yaptık -ee kameralar yoktu o zamanlar-. Onlara gittim kahkalalar eşliğinde ders çalıştık. Bize geldik anam ona inek sağmayı öğretti -alışsın diye herhal-. Omo'nun reklam kampanyası yokken hergün çamurda kirde, oynadık, kirlendik, güzeldi de. Modernleştirilmeye çalışılan bu kızı en samimi, en içten odunluğumla selamlıyordum. Al Yazmalımdan aşina olduğunuz mutluluğu yakalamıştık anlayacağınız.
Bir mübarek cuma günüydü karnelerimizi aldık. Mutluydum, mutluyduk. Onun karnesi alışagelindik üzre olacakların en iyisiydi. Asıl şaşkınlık yaratan durum benimde onunla birlikte en iyi olmamdı. Annem bu durumu gözyaşlarıyla karşılamış, babam ise kahvede çoktan hava atmaya başlamıştı bile. Öğretmenimiz dahil herkes yükselişimin sebebini biliyor fakat susuyorlardı.
Seneye kimse oturmasın diye her karışında izlerimiz olan sıramızı bizim odunlağa taşıdım. Dışarıda rastlaştık, oda tam beni arıyormuş. Ben sıramızın artık güvende olduğunu diyemeden o artık burda okumayacağını, annesinin tayin işinin hallolduğunu söyledi. Birazdan yola çıkıyorlarmış. Burdan sonrasını tam dinleyemedim, elime sonradan içinde telefon numarası ve adresin olduğunu anladığım kağıt tutuşturdu. Ağlama sesi vardı burnunu çekiyordu da sanırım. Sarılmıştı. Ağlayamadım, suskunluğum tekrar baş göstermişti.
Bir taksinin gelişiyle yok olan sıradanlığım gene bir taksiyle gidişiyle gelmişti. Kalbim çıkmıştı. Çıkık diyorum çünkü kırık olsa duramazdım. Sesini en son zoraki telefon konuşmalarının birinde son kez duymuştum. Yanyana olduğumuz sınıf fotoğrafı yüzünü hatırlamamda yardımcı oluyordu ama sesini unutuyordum. Son kez bana orta şut karışımı bir cümleyle veda etti. "Hoşçakal. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Neredesin Sen ?
RomanceYapacakları sınırlı olan insanlar sınırsız hayaller kurarlar. Anadoludaki bir çocuğun yaşadığı bir dönemlik aşkın hikayesi.